Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim - Mikâil Bayram страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim - Mikâil Bayram

Скачать книгу

Tasavvuf terminolojisinde bunlara “hâcegân taifesi” denilir ve hepsi de “Hâce” unvanıyla anılır ve bu yolun serçeşmesi de Hâce Yusuf Hemedanî’dir.

      Bugünkü Kazakistan’ın Türkistan bölgesinde tedrisata başlayan Yesevî, halifelerini Diyar-ı Rum’a (Anadolu) gönderdi. Kazakistan’da olmakla birlikte Oğuz kökenlidir. Halifeleri olan Şeyh Haydar, Lokman-ı Perendeh gibi mutasavvıflar kendilerini Yesevî’nin takipçisi sayarlar ve irşad için Anadolu’ya gelmişlerdir. Türkmenler arasında da Yesevî’den el almış pek çok şeyh Anadolu’ya geldi ve burada yeni bir koloni oluşturdular.

      Anadolu’nun bu şekilde Türkleşmesi ve İslamlaşması bahsinde, Osmanlı tarihçisi Firdevsî-yi Rumî’nin, Anadolu’nun üç ayrı zamanda fethedilmesine dair tespitini de zikretmekte fayda görüyorum:

      i) Emevîler ve Abbasîler Bizans’la sınıra ribatlar (askerî karargâh) kurmuştu ve buraya Türk kökenli askerler gönderirlerdi; bunlar zaman zaman Anadolu içlerine akınlar yapıp yağmalar düzenlerdi, bu dönemde Kırşehir’e kadar gelen Türk askerler vardı. O dönemki hudut Tarsus-Maraş-Malatya hattıydı (Suğur).

      ii) Selçukluların askerî güçle Bizans’ı Malazgirt’te bozguna uğratması ve Anadolu’yu fethetmesi (11. yüzyıl). Bizans’la yapılan anlaşmada, Kızılırmak sınır teşkil olundu.

      iii) Ahmed Yesevî ve diğer Türkmen dervişler (Ebu’l-Vefa Bağdadî vd.) büyük kalabalıklar hâlinde Anadolu’ya dökülüp geldiler. Anadolu’da belli yörelere yerleşerek buralarda yerleşim alanları (koloniler) meydana getirdiler. Ömer Lütfü Barkan bu öncüleri “kolonizatör Türk dervişleri” olarak isimlendirir. Örneğin, Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali, Ebu’l-Vefa Bağdadî’ye intisap etmişti. Şeyh Evhad’ud-din el-Kermanî de “Şeyh-i Türkman” olarak bilinen, Yesevî ekolüne mensup bir dervişti; Ahi Evren de Kermanî’nin talebesiydi.

      18.

      Gazneli Mahmud (971 – 1030)

      Mahmud, Gazneliler Devleti’nin ikinci hükümdarıdır.

      Gazneli Mahmud büyük bir üne sahip olmuş, Hindistan’a seferler düzenlemiş (Toplam 17 sefer), birçok fetihler yapmış, Hindistan’daki fetihlerinden büyük ganimetler elde etmiştir. Mahmud aslen Kırgızistan kökenli bir askerdir; Samanoğulları sarayında yetişmiş, o dönemde görevli bir validir, babası Sebük Tegin de aynı şekilde valilik yapmıştır.

      Babası Sebük Tegin’in ardından Gazne’ye Mahmud vali oldu; bu ikisinden önce oradaki vali yine Türk kökenli Alp Tegin’dir, Gazne’nin de fatihidir. Şair Muhammed İkbal, meşhur edip, Gazne’ye gidip Alp Tegin’in kabri başında bir şiir de yazmıştı (Ber Merkad-i Alptegin).

      Mahmud vali olunca en büyük emeli Hindistan’a hâkim olmaktı, bu amaçla defalarca askerî sefer düzenledi. Bir seferi çok dehşetlidir; Hindistan’ın orta yerindeki devasa Târ Çölü’nü 300 bin kişilik ordusuyla geçmiş ve Madras’a ulaşmıştı. Tarihçiler, onun bu askerî hareketinin o dönemin şartlarında imkânsız bir iş olduğunu nakleder.

      Mahmud keza Samaniler sarayında yetiştiği için eski İran kültürüne vâkıf bir hükümdardır. Gazne’yi büyük bahçe ve parklarıyla inşa edip abâd ettikten sonra büyük ilgi duyduğu kadim İran şahlarının hikâyelerinin yazıya dökülmesini ve kayıt altına alınmasını istedi. Dönemin pek çok şairi kolları sıvayarak bu işi yapmaya koyuldular; Ascudî, Sururî, Rudekî gibi büyük şairler bu işe talip olmuşlardı. Firdevsî de o sırada Nişabur’daydı, haberi duydu ve bu amaçla Gazne’ye doğru yola koyuldu.

      19.

      Ebu’l-Kasım Firdevsî (940 – 1020)

      Firdevsî aslen Horasan’daki Nişabur’dandır; orada yetişmiştir ve eski İran kültürüne çok ihatalı bir şekilde vâkıftır (Tus ve Nişabur kadim İran kültürünün kök saldığı yerlerdendir.). O dönemde Gazneli Mahmud, Samaniler sarayında yetiştiği için eski İran kültürüne vâkıf bir hükümdardır. Şair ve ediplerden, şahsen büyük ilgi duyduğu kadim İran şahlarının hikâyelerini yazıya dökmelerini ve kayıt altına almalarını istedi. Dönemin pek çok şairi kolları sıvayarak bu işi yapmaya koyuldular; Ascudî, Sururî, Rudekî gibi büyük şairler bu işe talip olmuşlardı.

      Firdevsî de o sırada Nişabur’dadır ve haberi duymuştur, bu amaçla Gazne’ye doğru yola koyulmuştur. Gazne’de kendisini kabul ettirmiş ve saraya alınmıştır. Kendisinin de ifadesine göre 30 sene boyunca burada mesnevisini (Şâhnâme) yazmakla meşgul oldu.

      Şâhnâme’yi tamamlayıp saraya teslim ettikten sonra kendisine bu çalışmasının karşılığı olarak fazla olmayan (Daha doğrusu şairin emeklerinin karşılığı olduğunu düşünmediği) bir miktar para verilmiştir. Hâlbuki şair, 60 bin beyitlik bu devasa çalışmasının her bir beytine bir dinar para alacağını umuyordu. Firdevsî bu az miktar parayı hakaret olarak kabul eder; parayı alıp hamama gider, paranın üçte birini kapıcıya, üçte birini tellağa, kalan üçte birini hamamın sahibine verir; sonra da saraya giderek kitabına bazı ilaveler yapacağını söyleyip geri alır, kitabı eşeğine yükleyerek Nişabur’un yolunu tutar.

      Firdevsî bu andan sonra Nişabur’da münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Bir süre sonra Gazneli Mahmud kendisini soruşturunca kitabını alıp çekip gittiği söylendi. Bilahare Mahmud, Şair’in Nişabur’a gittiğini ve kendisine verilen parayı az bulduğunu öğrendi; bunun üzerine Gazneli Mahmud, Firdevsî’ye verilmek üzere bir fil yükü hediyeler hazırlatıp Nişabur’a gönderdi, bu şekilde Şair’in gönlünü almak istiyordu. Ancak hediye yüklü fil Nişabur’a varmadan önce Firdevsî öldü ve hayallerini süsleyen hediyelerine kavuşamadı.

      Gazneliler zamanının meşhur şairi Firdevsî, eski İran kültürünün malzemelerini, bilhassa Hodânâme’yi mesnevi tarzında yazıya dökmesi yönüyle, Attâr’ın yaptığına benzer bir iş yaptı.

      Attâr’ın Esrarnâmesi’nde anlattığına göre; Firdevsî Gazne’den dönüp geldiği Nişabur’da öldüğü zaman orada Ebu’l-Kasım adında bir kadı vardı; Firdevsî öldüğünde bu kadı halka “Bu adam 30 yıl Mecusîlere methiye düzdü, böyle bir şairin namazını kılmak caiz değildir.” dedi; böylece Firdevsî, cenaze namazı kılınmaksızın defnedildi. Ancak sonradan Gazneli Mahmud’un Firdevsî’yi affettiği ve kendisine hediyeler gönderdiği haberini alınca, Kadı halkı toplayıp rüyasında Firdevsî’yi gördüğünü, cennet bahçelerinde dolaştığını, bunu nasıl yaptığını sorduğunu; Firdevsî’nin de “Benim mesnevimde Allah’ı metheden bir tane beytim var, benim o methim cennete girmeme vesile oldu.” cevabını verdiğini söylediği kaydedilir Esrarnâme’de.

      Firdevsî’nin beyti şu şekildedir:

      “Cihânrâbulendivupesti Tu’yi (Alemde yücelik ve enginlik adına ne varsa o Sen’sin.)

      Nedânemçeyi her çihesti Tu’yi” (Sen’in ne olduğunu bilmiyorum, fakat alemde ne varsa o Sen’sin.)

      Firdevsî, 30 yıl boyunca emek verdiği bu kıymetli mesnevisiyle İran kültürünü âdeta yeniden yaratmış, kendi ifadesiyle “Bu Farsça’yla Acem’i yeniden diriltmiştir.” Şâhnâme esasen, Sâsânî sarayında bulunan ve eski

Скачать книгу