Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim - Mikâil Bayram страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim - Mikâil Bayram

Скачать книгу

Abbasî hanedanının başına Alioğullarından birini getirmek istiyorlardı. Abbasî Devleti içerisinde hizmet gören İran kökenli şahsiyetler buna çok hevesliydiler. Zaten bu çevreler öteden beri İmamet’in (Ve dolayısıyla halifeliğin) Hz. Ali ve onun evladına ait olması gerektiğine inanmaktaydı.

      Harun Reşid’in en büyük oğlu Emin, babasından sonra iktidara geldi; bu zat Harun Reşid’in oğullarının sırayla iktidara gelmesi yönündeki vasiyetini çiğneyerek, kardeşi Memun’un veliahtlığını kabul etmedi ve kendi oğlunu veliaht ilan etti. Bu karar karşısında, Horasan ve Türk illerinde vali olarak bulunan Memun, ağabeyine karşı isyan başlattı, İranlı general “Kör” Tahir’in başında bulunduğu ordusuyla Emin’e karşı harekete geçti. Memun ve Tahir, Bağdat’a gelerek, Emin’i alaşağı etti ve öldürdü, böylece Memun iktidara gelmiş oldu.

      Memun’u İranlı bürokratlar, en başta da generali Tahir iktidara getirmişti, bundan dolayı da bu çevreye karşı Memun’da bir minnettarlık hissiyatı oluşmuştu. Tahir’i Horasan civarındaki memleketine vali tayin etti ve bu bölgeyi ona ikta etti. Böylece, Abbasîler içerisinde Tevâif’ül-Mülûk olarak bahsedilen “devlet içinde devlet” bölgeleri ortaya çıktı ve Tahir de daha sonra Tahiroğulları adı altında teşkilatlanacak olan kendi beyliğini kurdu.

      Bu siyasi ortam içinde İranlıların çok nüfuzlu bir konuma gelmeleri sonucu, Halife Memun üzerinde İran baskısı oluştu ve Halife, On İki İmam Şii silsilesi içindeki 7. İmam Musa Kazım’ın oğlu olan Ali er-Rıza’yı veliaht tayin etmek zorunda kaldı. Yani Memun öldüğünde, yerine İmam Rıza geçecek ve Abbasî Hanedanı el değiştirmiş olacak, Hz. Ali soyundan gelenlerin iktidarı başlayacaktı.

      Bu durum karşısında Abbasî iktidarının Arap kökenli hanedan mensupları, iktidarın ellerinden kayıp gitmekte olduğunu hissettiler. Bu sırada Memun, Horasan’a bir seyahat düzenledi; Veliaht İmam Rıza’yı da yanında götürdü. Kaynakların bildirdiğine göre yemek sırasında İmam Rıza’ya zehirlenmiş üzüm yedirildi ve bu şekilde öldürüldü. Böylece Abbasî Hanedanı da büyük bir tedirginlikten kurtulmuş oldu. Memun da bilerek ve isteyerek bu işi ustalıkla ve suhuletle yerine getirdi. İmam Rıza Horasan’da bu şekilde öldürülünce, Abbasîler onun öldüğü yerde, biraz da suikasta kamuflaj olarak büyükçe bir türbe inşa ettiler; bu türbe sonradan genişletilerek bugünkü muhteşem yapı hâlinde ortaya çıktı.

      İranlılar, özellikle Safevîler zamanında İmam Rıza Türbesi’ne büyük önem verdi ve ziyaretgâh şeklinde takdim ve tanzim ettiler. Bu açıdan Safevî dönemiyle birlikte, İran toplumunda Meşhed ziyareti çok önemli bir mana kazandı ve İmam Rıza Türbesi’ni ziyaret edenler “Meşhedî, Meşdî” namıyla saygı görmeye başladı.

      11.

      Ebu Mansur Mâturîdî (… – 944)

      Mâturîd, Semerkand civarında yakın bir beldedir, Ebu Mansur da aslen Mâturîd beldesindendir. Semerkand yöresi Samanoğulları iktidarı döneminde yoğun bir ilmî faaliyet merkezi olarak temayüz etmişti. Kendi zamanında en fazla münakaşa konusu olan husus itikat meseleleridir; bilhassa Abbasîlerin kurulduğu dönemde bu itikat tartışmaları yoğundu. Maveraünnehir bölgesinde en kuvvetli düşünce akımı ise Mu’tezile idi.

      Memun’dan sonra gelen Abbasî halifeleri, Memun’a ve onun görüşlerinden etkilendiği Mu’tezile’ye tepki gösterdiler, devlet bir dönem resmî görüşü olan Mu’tezile’yi bıraktı ve Mu’tezile mensupları takibata uğrayarak cezalandırıldılar. Eş’arilerin etkin olduğu bu dönemde, böylece Mu’tezile mensupları uzak bölgelere göç etmek durumunda kaldı, en fazla kaçtıkları yerler ise Kafkasya ve Harezm bölgeleri oldu. Hicri III. asırda Mu’tezile’nin merkezi Bağdat’tan Harezm ve Kafkasya’ya kaymış oldu.

      İmam Mâturîdî ile Ebu’l-Hasan Eş’ârî’nin birbirinden ne kadar haberdar olduklarını bilmiyoruz; ancak Mâturîdî’nin eserlerini incelediğimizde kendisinin Mu’tezile ile Eş’ârîlik arasında bir orta yol tutturduğunu görmekteyiz. Eş’ârîlik İslam dünyasının geri kalmasının arka planında önemli rol oynamıştır. Şiilik ise içtihat kapısını açık tutarak, kendi dünya algılarında Mu’tezile görüşünü hâlen daha sürdürmektedir. Eş’ârîliğin aklîyeciliği reddetmesine rağmen Mâturîdî bu tuzağa düşmedi ve kendi görüşlerini daha geniş bir çerçeveye oturttu.

      Mâturîdî, kendi yetiştiği bölgedeki dinî ve felsefi görüşlerden ve mahallî inanç tartışmalarından da haberdardı. Felsefeci kanaldan gelen ve Aristo, Platon felsefesinin takipçisi, ahlak felsefecisi İbn Miskeveyh de yine aynı bölgenin adamıdır. Mâturîdî kendi sistemini kurarken Samani coğrafyasındaki bu farklı görüşlerden sıkça faydalandı ve nihayetinde oldukça mutedil bir akide sistemi ortaya çıkardı. Mâturîdî, öncelikle hadiselerin arka planındaki sebepleri tahlil etme meselesine öncelik verdi. Hâlbuki Eş’ârî herhangi bir sebep-sonuç ilişkisi olmadan da bu tür hadiselerin ortaya çıkabileceğini düşünüyordu.

      Mâturîdî, Ebu Hanife ile mukayese edildiğinde birbirlerine oldukça yaklaşırlar. Nitekim dinin pratik hayatta yaşanmasında kendisine Ebu Hanife’yi örnek aldı; bu nedenle yaşadığı dönemde Mâturîdî yolu Hanefilikle özdeşleştirildi. Benzer bir paralellik Mu’tezililik ile Hanefilik arasında da vardır, en uç fikirdeki Mu’tezililer dahi Ebu Hanife’nin görüşlerini kabullenir ve uygulamada kendisini takip ederler. Allah müsebbib’ül-esbab’dır (Tüm sebeplerin yaratıcısı ve ilk sebebi) görüşü hem Mâturîdî’de hem de Mu’tezile ve Ebu Hanife’de kendisini gösterir.

      Mâturîdî’nin yaşadığı dönemde Maveraünnehir ve Horasan bölgesi Samanoğulları’nın siyasi ve kültürel hakimiyet alanıdır. Bu bölgenin hemen doğusunda Karahanlılar hâkimdi. Bu dönemde Samanoğulları sufileri ve ilim adamlarını da kullanarak ve (Eski Soğd geleneğine uygun şekilde) tüccarları da organize ederek İslam’ı civar bölgelerde yaymaya çalışıyordu. Samanoğulları propagandistleri Karahanlı bölgesine de giderek İslam’ı yaymaya başladı; bu yıllarda Mâturîdî etkisiyle ve onun düşüncesi etrafında şekillenen Hanefi-Mâturîdî inanç bu bölgedeki yeni dinî anlayışın ana rengi oldu. Türklerin orijin itibarıyla Hanefi ve Mâturîdî olmalarının en önemli etkenlerinden birisi de bu etkileşimdir. Sonraki dönemde ortaya çıkan yine Mâturîdî kökenli Ahmed Yesevî de Türklerin yeni dinî anlayışının şekillenmesinde çok önemli ve belirleyici rol oynadı.

      Sonraki dönemde teşkilatlanan Nizamiye Medreseleri, Selçuklu ülkesinde belli bir dinî yapılanmayı hedefledi; bu bağlamda itikatta Eş’ârîlik amelde ise Şafii mezhebi esas alındı. Mâturîdîliğin bir eğitim merkezi yoktu. Nizam’ül-mülk’ten sonra onun yerine geçen Vezir Tâc’ül-mülk, Isfahan’da Nizamiye Medresesi’nin karşısında bir medrese inşa etti. Bu medrese Hanefilik ve Mâturîdî mezhebinin de ilk merkezlerinden biri oldu.

      12.

      Ebu Müslim Horasanî (718 – 755)

      Öteden beri Mezopotamya coğrafyasında Emevî iktidarı ile çoğunluğu İranlı olan yeni Müslümanların (mevâlî) mücadelesi vardı. İranlı mevâlî, bu siyasi rekabeti kadim Bizans ile Sâsânîler arasındaki coğrafyalar mücadelesinin yeni bir versiyonu olarak görmeye eğilimliydi. Mevâlîler bu coğrafyada pek çok defa Emevîlere karşı isyan etti, Emevîler de her seferinde çok şiddetli şekilde bu isyanları bastırdı. Örneğin Muhtar es-Sakafî hareketi Kûfe’de, Zeyd b. Ali Kerbela’da İranlı mevâlîye dayanarak Emevîlere

Скачать книгу