Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim - Mikâil Bayram страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim - Mikâil Bayram

Скачать книгу

dolayı değil, dinî inançları sebebiyle yargılandı ve idama mahkûm edildi. Hallâc’ın ölümünün ardından bazı çevreler onun yüksek fikirlerinin devrin din adamı ve kadılarınca anlaşılamadığını öne sürüp ona sahip çıkarlar. Başka bazı çevreler ise devletin merkezî rolüne atıfta bulunarak, Hallâc’ın yerleşik din ve devlet konusundaki görüşlerinin toplumu ifsat ettiğini savunarak, ölümünü meşrulaştırırlar. Sünni tasavvuf çevreleri ise; Hallâc’ın manevi cezbe hâlinde bu sözleri söylediği için şeran suçlanamayacağını, ancak kadıların da zahire göre hüküm verdikleri için şeriata uygun hareket ettiklerini söyleyerek, kendilerince bir orta yol bulmaya çalışır ve hem Hallâc’ı hem de onu öldürenleri dinî sorumluluktan beri tutmaya gayret ederler.

      Yaşar Nuri Öztürk, Hallâc’a dair kitabında2 bu adamın anlaşılmadığını ve devrin ulemasınca öldürüldüğünü vs. söyler. Hâlbuki bir zaman Yaşar Nuri’yle bir sempozyum münasebetiyle bir araya geldik ve kendisine Hallâc’ın gerçek kimliğini ve siyasi şahsiyetini anlattım. Hallâc onun iddia ettiği gibi yüksek fikirli olmak bir yana, Karmatîlerin lideri Cennâbî’nin arkadaşı ve ajanı olarak faaliyet göstermek üzere Bağdat’a gelmişti. Nitekim idam edilirken de Karmatîliğinden ve siyasi kimliğinden dolayı idam edilmişti. Öztürk çok şaşırdı ve “Acaba? Ben bir inceleyeyim bunu.” şeklinde bir tepki verdi. Nitekim bundan sonra da o kitabının arkasına hiç düşmedi, bir daha da Hallâc savunuculuğu yapmadı; bizim görüşmemizden önce daima ve kuvvetli şekilde Hallâc savunuculuğu yapardı.

      15.

      Şeyh Adî b. Müsâfir (1074 – 1162)

      Şeyh Adî olarak da bilinen Adî b. Müsâfir, Suriye’nin Baalbek bölgesinde dünyaya gelmiş bir mutasavvıftır. İlk ilim tahsilini, doğduğu Suriye topraklarında aldı. Ardından Hac vesilesiyle Hicaz’a gitti ve dört sene Medine’de kaldı. Bağdat, Şam, Halep gibi şehirleri dolaştı, Abdülkadir Geylânî, Sühreverdî, Ebu’l-Vefa gibi devrinin önemli mutasavvıflarıyla tanışarak dost oldu. Sonrasında Hakkâri’de inzivaya çekildi ve kendisi için yapılan zaviyede vefat etti. Kabri Musul şehri yakınlarındadır.

      Şeyh Adî bilhassa Kürtlerin Müslümanlaşması bahsinde çok önemli rol oynamıştır. Bilindiği üzere, Hz. Ömer döneminde İranlılarla Müslümanlar arasında Kadisiye’de çok büyük bir savaş meydana geldi. O savaşa Kürtlerden de Ermenilerden de katılanlar oldu ve Arap fatihlere karşı savaştılar. Müslümanlar galip gelince bu kitleler de kendi memleketlerine geri döndü. Bilahare, zamanla Mezopotamya’da İslamiyetin yayılmasıyla birlikte Kürtler de bu yeni dine girdi.

      Fakat tüm Kürtler bir anda Müslüman olmadı, esasen bu durum eşyanın tabiatına terstir ve hiçbir topluluk arasında böyle bir durum vuku bulmamıştır. Günümüzde Ezidîler olarak bilinen Müslüman olmayan Kürtlerin varlığı da bu tezi güçlendirmektedir. Özellikle Abbasîler döneminde Kürtler arasında İslam’ın yayılması için Şafii zümreler ön ayak oldu; bu zümreler arasında en güçlü etkiyi yaratan zat da hiç şüphesiz Şeyh Adî’dir.

      Şeyh Adî, Kuzey Mezopotamya olarak bilinen bölgede yaşadı ve bu faaliyetlerinde devlet adamlarından da destek gördü. Hatta onu destekleyenlerden biri de meşhur İbn Teymiyye’dir. Sufî çevrelere karşı muhalefetiyle bilinen İbn Teymiyye, dine hizmet ettiğini düşündüğü Şeyh Adî’ye karşı değerlendirmelerinde daha yumuşak davranır.

      Şeyh Adî’nin vefatından sonra bu irşad ve tebliğ görevini yeğeni Mübarek devraldı ve Kürtlerin Müslümanlaştırılması sürecine öncülük etti. Mübarek, aynı zamanda ilk Kürtçe eser veren şahsiyet olarak da bilinmektedir; yaradılışla ilgili kaleme aldığı kaside tarzında bir eser günümüze kadar gelmiştir.

      16.

      Abdülkadir Geylânî (1077 – 1166)

      Geylânî, öncelikle Kadiriyye tarikatının kurucu piri olarak bilinir. Adından da anlaşılacağı üzere Geylanlıdır. Geylan, İran’ın kuzeyinde, Hazar Denizi’nin güneyinde yer alan Deylem’in yakınlarında bir yerleşim yeridir ve günümüzde Gilan Ostanı olarak da bilinir. Eğitimini Geylan’da aldı ve kültürel olarak zengindi, bu bölgede Müşebbihe mezhebi çok güçlüydü. Müşebbihe’nin özelliği, Allah’ı şahsiyetleştirme düşüncesidir, Zerdüştlük’ün bir kolu olan Zervânîlerin bir alt yorumudur.

      Geylânî işte böyle bir coğrafi bölgede ve çevrede dünyaya geldi ama gençliğinde Bağdat’a gitti. Geylânî, Bağdat’a gelince Suhreverdîler ile tanıştı (Suhreverd günümüzde Tahran’ın güneyinde yer almaktadır.), her iki tarafın da İran kökenleri nedeniyle bu hemşerilik bağlarından da faydalanmış oldu. Geylânî de Bağdat’ta Hanbeli çevrelerle bir arada bulundu (Müşebbihe mezhebinden olanlar amelde Hanbeli’dir.).

      Geylanî, Bağdat’taki faaliyetleri esnasında Kadirîlik ekolünü kurdu. Yani İranî bir kültür atmosferi içinde bu tarikat oluştu, zaten tarikatın zikir usul ve erkanı da bütünüyle İran kökenlidir. Geylânî, Bağdat’ta geniş bir nüfuza sahipti, kurduğu tarikatta eski İran kültürel unsurlarını kullandı (zikir, sema vs.). Abbasî Devleti’nin otoritesi ve gölgesi altında faaliyetlerini yürüttü. Abbasîler, fütüvvet teşkilatını İslam dünyasına yayarken, Kadirîler de bu teşkilat içinde güç kazandı; Kadirîlik yolunun takipçileri fütüvvet teşkilatı içinde önemli bir rol ifa etmekteydiler.

      Geylânî’nin en önemli özelliklerinden biri de çok miktarda halife3 yetiştirmiş olmasıdır, Bağdat merkezli olarak bu halifeler çevreye yayıldılar. En fazla yayıldıkları ve yerleştikleri bölge Van Gölü çevresidir; Bitlis, Siirt, Çatak, Hakkâri civarında geçmişten beri nüfuz ve etki sahibidirler. Günümüzde hâlen Bağdat’ta Geylânî Camisi ve yanındaki tekkede bu ekol sürdürülür ve her cuma günü Kadirî örfüne göre zikir ve sema yapılır. Tarikatın en önemli özelliği, zikir esnasında kendilerinde taşkınlık belirtilerinin olması ve cehrî (sesli) zikirle cezbeye kapılmaları olup, tarikatın ritüelleri ve öğretisi bağlamında bu husus önemlidir. Bağdat’ta bulunduğum 1969-70 yıllarında, bir iki sefer bu zikirlere şahit olmuş ve bizzat yerinde takip etmiştim.

      17.

      Ahmed Yesevî (… – 1166)

      İslam dünyasındaki tasavvuf hareketi doğduğundan beri İranî bir devlet olan ve Abbasîlerle de yakın ilişkide olan Samanoğulları’nın gölgesinde teşekkül etti. Horasan bölgesindeki Samanoğulları memleketi, hem geçiş güzergâhı olması hem de İran millî kültürünün etkisiyle tasavvufla özel bir ilişki kurdu. İbrahim Ethem, Suhreverdîler, Bâyezid-i Bistâmî, Ebu’l-Hasen Harekanî, Hallâc-ı Mansur gibi tasavvufun kurucu isimleri bütünüyle İran kökenlidir. Tasavvufi zümreler bu siyasi atmosfer içinde gelişme istidadı gösterdi. Bu zümreler dönem dönem Saffarîler, Deylemiler gibi mahallî İslami devletlerin hizmetine girdiler; dinî ve ahlaki eğitimde rol aldılar, askerî sınıfın oluşumunda işlev gördüler (Necmeddin Kübra ve taifesi, Gucdevânî). Bu süreçte, İslam’a yeni girmiş olan ve tabiatları itibarıyla da tasavvufa meyilli olan Türkler de bu kültürle tanışmaya başladı. Türkler de İslamiyeti büyük ölçüde İranlılardan aldı ve öğrenip benimsedi. Hem coğrafi yakınlık hem de kültürel yakınlık ve tasavvufa da yatkın oldukları için İran etkisi, Arap etkisine nazaran, Türklerde daha belirgindir.

      Bütün

Скачать книгу


<p>2</p>

Söz konusu kapsamlı eseri incelemek için bk. Yaşar Nuri Öztürk, Enel-Hak İsyanı – Hallâc-ı Mansur: Darağacında Miraç, İstanbul: 2011, Yeni Boyut Yayınevi, s. 732. (e.n.)

<p>3</p>

Halife: Tasavvuf ve tarikatlarda mürşit ya da pirin bir şehir/beldedeki dinî temsilcisi. (e.n.)