Hatıralar. Ebubekir Hâzim Tepeyran

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran

Скачать книгу

Takiyüddin Efendi hiddetle homurdanarak namazı bozdu ve gitti. Namaz biter bitmez paşa:

      “Aziz niçin namazı bozdu?” diye sordu.

      “Bilmem.” dedim. “Belki abdestinin devamında şüphe etmiştir.”

      “Aman, şunu anlayıver, acaba rahatsızlandı mı?”

      Takiyüddin’in odasına giderek:

      “Namazı rahatsızlık yüzünden mi bıraktınız? Paşa merak ediyor.” dedim.

      “Hayır.” dedi. “Hiçbir rahatsızlığım olmadığı gibi namaza devam için bir mâni de yoktu. Fakat ben dümtekli namaz kılmam.”

      “Anlayamadım.”

      “Dikkat etmediniz mi? Mahir, sureyi Hüseyni makamından okuyacağım diye boyuna ayaklarını oynatıp duruyordu.”

      Takiyüddin Efendi, Kastamonu’da aylarca ve her bakımdan değer verilen bir misafir hayatı yaşadıktan ve iki üç ay da İnebolu’da bize arkadaşlık ettikten sonra: “Seyahat iktiza etti.” diyerek bir müddet sonra gelmek üzere İstanbul’a gitmişti. Bir medrese çömezi hâline getirdiği Abdurrahman Paşa’dan kat kat fazla azametli ve sert yüzlü olan Takiyüddin’in bu gidişi, paşanın çok sevgili oğlu Arif Hikmet Bey ve ben de dâhil olduğumuz hâlde, bütün daire halkını sevindirdiği gibi, her ne kadar ima yoluyla olsun bir itirafta bulunmamışsa da, paşada da ağır bir yük altından çıkmış olanlara mahsus bir rahatlama eseri hissediliyordu.

      Bir sene kadar sonra, Abdurrahman Paşa, İzmir Vilayeti Valiliğine tayin ve benim memuriyetlerim de oraya tahvil olunduğundan, Takiyüddin Efendi İzmir’e geldi ve birkaç ay dairede kaldı. Her nedense Mesnevi dersine devam edilmedi. Takiyüddin Efendi’yle münasebetim pek dostça devam ettiği hâlde, Mesnevi’nin bırakılışı sebebini ondan ve paşadan soramadım. Yalnız gece konuşmalarına iştirak ediyordum. Fırsat buldukça bu esnada bile Takiyüddin, paşayı sıkmaktan geri kalmıyordu.

      Takiyüddin Efendi, Gürün Kasabası’nda iken ara sıra mektuplaşırdık. Mektupları, Arap âlimlerinden meşhur Cahiz’in bir mektubunu uzun yazmasından dolayı, kısa yazacak kadar bol vakti olmadığı yolundaki itizarını hatırlatacak kadar kısa idi.

      Patates ve Haşhaş (Afyon) Ekimi Bir Cehalet Garibesi

      Memleketimizde yerleşmiş bir alışkanlığın zararlı olsa bile giderilmesi, yeni âdetlerin ne kadar faydalı olursa olsun yerleştirilmesi pek güçtür.

      Kastamonu’da ve oraya bağlı yerlerin büyük bir kısmında arpa, buğday ekiminden, en verimli yıllarda bile ancak yüzde altı, yedi ve nadiren sekiz nispetinde mahsul alındığından, Vali Abdurrahman Paşa, daha bereketli ve kıymetli şeyler, bilhassa haşhaş ve patates ekilmesini istemişti. O sırada galiba yalnız Bolu Livası’nda biraz haşhaş ekiliyordu.

      O zamanlarda (1888) yabancı memleketlerden getirilen patateslerin okkası Kastamonu’da iki kuruşa satılıyordu. Hâlbuki mütehassıslar, okkası on paraya satılsa bile, iyi ekilip iyi bakıldığı takdirde patatesin her dönümde iki bin kuruş kâr bırakacağını hesap ediyorlardı.

      Dokuz on yaşlarımda Isparta’da haşhaş ekimini ve afyon çıkarılarak eğitimini gördüğüm için bu iş bana havale edildi. Ben de patates işini, Almanya’da ziraat tahsil etmiş olan, İdadi Mektebi Müdürü (eski Dâhiliye Nazırlarından) Celal Bey’e yüklettim.

      Çalışıp uğraşarak, bütün köylünün anlayacağı sadelikte birer talimatname yazdık ve vilayet gazetesiyle neşrettikten başka üçer bin nüsha bastırarak bütün köylere gönderdik. O zaman Sinop, Bolu ve Çankırı, liva hâlinde Kastamonu’ya bağlıydı. Talimattan başka haşhaş kozalarını çizecek hususi çakılar yaptırdık ve kaza, nahiye merkezlerine birer örnek gönderdik. Afyonkarahisar ve diğer yerlerden tohumlar getirterek her tarafa bedava yolladık.

      Kastamonu’da da yarım dönüm kadar birer sahaya bu iki mahsulü ektik. Neticeler muntazaman gazeteye yazılıyordu.

      Kastamonu’da altmış kuruşluk buğday ve arpa alınan yerden altı yüz kuruşluk afyon ve buna yakın nispette patates elde ettik. Bağlı yerlerden bazılarında umduğumuzdan fazla mahsul elde edildi.

      İkinci sene için gazete ile teşviklerde bulunduk. Ekim zamanı gelince, nerelere ne kadar ekildiğini sorduk. Hiçbir yerden memnun edici haberler alamadık. Hele Taşköprü Kazası’ndan gelen cevap şaşırtıcı ve esef verici oldu. Abdurrahman Paşa’nın hiddetinden korkarak, kazanın kaymakamı, bu haberi yalnız başına yazmaya cesaret edememiş, İdare Meclisi mazbatasıyla bildirmişti. Mazbatada:

      “Afyon ziraatı külfetli ise de patates yetiştirilmesindeki kolaylıktan dolayı bu havaliye ve ahalinin kabiliyetine pek uygun ve diğer ekinlere nispetle çok kârlı olmakla beraber; babadan, dededen görülerek alışılmamış olduğu için geçen sene teşvik ile ve hatta zorla ekenlerden birçoğunun bu yıl ekmemiş oldukları maalesef bize bildirilmiştir.”

      Ben her taraftan gelen cevapları ve bilhassa bu mazbatayı Vali Paşa’ya okumak üzere iken yaveri içeriye girerek:

      “Tosya Kazası’ndan bir köylü geldi. Efendimize maraza varmış.” dedi.

      Abdurrahman Paşa, Kastamonu’nun ileri gelen eşrafını az çok misafir odasında beklettiği hâlde, fakirleri, bilhassa köylüleri derhâl kabul eder ve sözlerini pek dikkatle dinlerdi.

      Şaşılacak bir hafızası olan Paşa, Kastamonu’da dokuz sene kadar kalarak her tarafı birkaç kere dolaştığı için, köylerin birçoğunu ve ahaliden ileri gelenleri tanır, bir iş için kendisine müracaat edenleri ahbapça kabul eder, işlerini süratle takibettirirdi. Abdurrahman Paşa, Tosya’dan gelen köylüye, kendisine müracaatının sebebini sordu. Köylü:

      “Efendime teşekkür için geldim.”

      “Hayrola?”

      “Bıldır, bizim kazaya afyon tohumu yollayıp bunları köylüler eksinler buyurmuşsun…”

      “Evet…”

      “Kaymakam, bu tohumlardan Kargı Nahiyesi’ndeki bizim köye de gönderdi. İmam kâğıdını okudu. Birkaç kişi ektik. Askerden dönen kayınbiraderim Mehmet, kura memura bir binbaşıyla Afyonkarahisar’a gitmiş, afyon ekimini, dikimini ve kozalakların çizimini biliyormuş. Bizim su basan büyük tarlaya ektik. Tosya’da birkaç çakı yaptırdık. Allah verdikçe verdi. Haşhaşlar büyüdü, çiçeklendi, kozalaklarını çizdik. Suları çıktı ve bal gibi koyulaştıktan sonra, efendime söyleyeyim, topladık. Bunlar afyonmuş. Mehmet bunlardan yuvarlaklar yaptı. Tosya’ya götürüp sattık, biraz ucuz sattığımızı sonradan anladık. Fakat çok şükür buğdaydan ziyade kâr ettik. İşte bu afyon kârıyla, İstanbul’da börekçilik yapan biladerimi görmeye gidiyorum.”

      Paşa pek sevinçli bir yüzle:

      “Çok memnun oldum. Mademki faydasını anlamışsınız, bundan sonra hükûmetin emrine, teşvikine hacet kalmamış demektir.” dedikten sonra bana:

      “Bu haberi kim bilir nasıl canlandırarak gazeteye yazacaksınız!” diye ilave etti.

      Zahmetlerimin biricik mükâfatı karşısında

Скачать книгу