Hatıralar. Ebubekir Hâzim Tepeyran

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran

Скачать книгу

gazel diye bastırdığın o hezeyanlar nedir? Bu evvelkinden de berbat! Onda hiç olmazsa arştan, lâmekândan dem vuruyordun, bunda arşı farşı da bırakarak doğrudan doğruya Vacip Teâlâ hazretlerinin (Tanrı’nın) tasarrufat-ı samadaniyesine (ilahî tasarruflarına) karışıyorsun. Bu ne cüret! Bu ne kadar haddini bilmezlik! Böyle kötü, dünyada ve ahirette zararlı şeylerden başka yazacak mevzu bulamıyor musun?”

      Konuşmayı kısa keserek kadının elinden kurtulmak için:

      “Bu nasılsa yazıldı.” dedim. “Bundan sonra böyle şeyler yazmam.”

      Emin Efendi, vaadime inandığına hiç de inanmayan bir tavırla kolumu bıraktı ve: “Allah ıslah etsin!” demek ister gibi başını iki yana çevirerek gitti.

      İlmî rical içinde bağnazca değil, büyüklükçe bir benzeyenini görmediğim bu heybetli kadının ruhu şad olsun. Bu gazelden sonra galiba suya sabuna dokunmaz bir iki manzume yazarak şairliğe yahut nâzımlığa nihayet verdim.

      Bundan bir iki gün sonra Vali Müşir Mehmet Said Paşa:

      “Bugün sizinle mühim bir mesele hakkında konuşacağım…” diyerek beni yanına oturttu ve devam etti:

      “Gazetede şiirlerinizi görüyorum. Ben, bizim İran taklidi şiirlerden hiçbir lezzet almam; hatta layıkıyla anlamam bile. Yazdığınız şeyler iyi olabilirler. Nasıl olursa olsun, onları yazmak için harcadığınız zaman kaybını karşılayamazlar. Maalesef itirafa mecburuz ki, bu memlekette güzel sanatlar zevki, henüz sayılı birkaç kişiye münhasırdır. Şimdiye kadar biz Türklerden refaha kavuşmuş bir şair, bir ressam, bir musikişinas görmedim, duymadım. Hele şairlerimiz hiç istisnasız zaruret içinde yaşamaya mahkûm bulunuyorlar. Bu yüzden de kendilerini içkiye vererek üstelik sıhhat nimetinden de mahrum oluyorlar. Bütün ömürlerini sefalet içinde ve “felek” namıyla icat ettikleri hayali bir musibet amiline sövmekle geçiriyorlar. Sizin de bu bedbaht zümreye katılmanıza gönlüm razı olmuyor. Yaşınız her şeyi öğrenmeye müsaittir. Bir fenne bile bağlanabilirsiniz: Onunla beraber memur mesleğinde kalsanız bile, idari, adli veya mali mesleklerden ihtisas sahibi olmanız lazımdır. Bu ihtisası peyda edebilmek için mutlaka Avrupa dillerinden birini öğrenmek mecburiyeti var. Çünkü herhangi bir meslekte ilerlemeye yarayacak kitap yok. İnsan şimdiki kitaplarımızdan ne kadar çok okursa okusun, gözü bağlı olarak kuyu dolabına koşulmuş bir at gibi, küçük bir daire içinde döner durur. İlerleme ve olgunlaşma yolunda bir adım mesafe ilerleyemez.”

      Müşir Paşa’nın bu samimi ihtarı beni son derece duygulandırmıştı. Gözlerim yaşardı:

      “İkaz ve irşad-ı devletlerine kemal-i minnetle teşekkür ederim; bundan sonra hem şiir yazmayacağım, hem de mutlaka bir ecnebi dil öğreneceğim.”

      Bugün, yani bu konuşmadan aşağı yukarı yarım asır kadar sonra bu satırları yazarken hatırıma geldi: Acaba paşanın beni şiir yazmaktan vazgeçirmek istemesinde Kadı Emin Efendi’nin de tesiri olmuş muydu? Kadının gazetede gazeli okur okumaz soluğu vali makamında alarak, paşaya: “Bu çocuk şiir namıyla küfürler savurup duruyor. Bu gidişle mutlaka başına bir bela getirecek, yasaklarsanız iyi olur.” demiş olması muhtemeldir. Zira kadı, paşanın hakkımdaki teveccühünü yakından biliyordu. Hatta bu gazelin yayınından birkaç hafta evvel paşa Maarif Meclisinde bana bir talimat not ettirmişti. Ben bu uzun talimatı bir hafta sonraki toplantıda okuyunca paşa, heyete:

      “Bakınız!” demişti. “Hâzim Bey söylediklerimi ne kadar iyi kaleme almış.”

      Bu iltifatı ilk tasdik eden Kadı Emin Efendi idi.

      Fransızcayı öğrenmeye karar verdim; fakat Konya’da basılı bir alfabe bulamadım.

      Bir müddet sonra Osmanlı Bankası müfettişlerinden Mihran Efendi Konya’ya geldi. Kendisiyle tesadüfen görüşülerek Fransızca bildiği anlaşıldığı için ona yazdırdığım alfabe ile işe başladım.

      İngilizce öğrenmek istesem Said Paşa bana muntazaman İngilizce ders vermek lütfunu da esirgemezdi. Kendisi yıllarca İstanbul’daki askerî mekteplerde riyazi ilimler okutmuş olduğundan öğretmenliğe alışıktı. Yazık ki ben utanarak kendisine bir şey söyleyemedim.

      Maarif Müdürlüğü ve Maarif Müdürü

      1882 yılında vilayet, liva, kaza merkezlerinde maarif meclisleri teşkil olunduktan bir müddet sonra bazı vilayetlere maarif müdürleri tayin edileceğini gazeteler yazdı. Konya Vilayeti Müdürlüğüne tayinim Vali Paşa tarafından Maarif Nezaretine teklif olunarak: “Şimdilik tecrübe maksadıyla yalnız üç vilayete müdür tayin olunacağı ve Konya’nın bu vilayetler arasında bulunmadığı…” şeklinde cevap verildiğini mektupçu Nâzım Bey’den duymuştum. Konya’ya bir müdür gönderilecek olsaydı bile, benim gibi rüştiyeden yeni çıkmış bir gencin tayini doğru olmazdı. Teklifin reddinden ziyade, paşanın bu yolda yüzsuyu dökmüş olmasına üzüldüm.

      Fakat bir sene sonra Bursa Rüştiyesindeki muallimliğinden, kötü huyları sebebiyle azledilmiş bir adam Maarif Müdürü olarak Konya’ya gönderildi. Paşa bu adamdan hiç hoşlanmamıştı. Mamafih paşanın başkanlığındaki büyük meclis devam etmek üzere, müdür efendinin reisliğinde, dört azadan mürekkep küçük bir meclis kurularak kâtipliği bana yükletildi.

      Hükûmet konağı yandığından dolayı hükûmet dairelerinin her biri bir yerde bulundukları gibi, vali ve mektupçu da küçük bir evde bulunuyorlardı. Bununla beraber onlardan ayrılmamam için aynı binanın küçük bir odası, bu küçük Maarif Meclisine verildi. Koltuklar ve yazıhaneler ısmarlandı. Müdür, marangoza kendi koltuğunun ve yazıhanesinin ötekilerden on parmak yüksek ve geniş yapılmasını istemiş, geldiği zaman koltuğu ve yazıhanesini sokabilmek için kapının sövelerinden birinin sökülmesi lazım gelmiştir.

      Hâzim Tepeyran bunları odanın enine ve boyuna en uygun şekilde koydurttuğu hâlde Müdür Efendi bu tertibi bir türlü beğenmeyerek Hâzim’in koltuğunu kapı yanına koydurttu. Hâzim Tepeyran:

      “Sadr-ı izzet görünür saff-ı meal olsa yerim

      Kasr-ı devlet sanılır ca-yı melal olsa yerim”

      diye başlayan bir gazel yazıp mektupçuya gönderdi. Bu sırada Müdür Efendi gelerek defterleri istedi. Sonra evrak-ı müsbite sordu. Bu gazel üzerine iş Vali Paşa’ya aksetmiş ve Maarif Müdürü kâtiplik hizmeti kendisine verilmiş bulunan Hâzim Bey, riyaseti altındaki meclisin azasından olduğundan hakkında ona göre muameleye “dikkat olunmasını” bildiren bir ihtar almıştı. Ne yapacağını bilemez bir hâl ile masraf defterinin ilk sayfasındaki masrafların senetlerini istedi.

      “O masraflar bizzat Vali Paşa tarafından, ben Konya’ya gelmeden evvel kaydedilmiştir, bana verdikleri evrak-ı müsbite arasında yoktu, ben de kendilerine soramadım.” dedim.

      Müdür Efendi: “Ben isterim.” diyerek, usulsüz bir muamele keşfi sanarak âdeta sevindi.

      “Sizin kefalet senedinizi de bu evrak arasında göremiyorum!” dedi.

      “Benim kefalet senedimi ben saklayacak olursam onun manası kalmazdı.” dedim. “Bununla beraber bir kefil bulmak ve senet yaptırmak hatırıma gelmediği gibi benden kefil ve senet isteyen de olmadı. Bu külfete değecek kadar meydanda büyük bir para da yoktur.”

      “İsterse

Скачать книгу