Hatıralar. Ebubekir Hâzim Tepeyran

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran

Скачать книгу

muhabbetle elini öperek gösterdiği sandalyeye oturdum. Meclis; haftada bir defa pazar günleri valinin konağından başlayarak bütün azanın mevsime göre evlerinde, bağlarında, bahçelerinde, külfetli bir öğle yemeğinden sonra müzakereye başlardı.

      Bu haftalık ziyafetin başlıca gayesi, hayır eserlerinin izlerinin kalmamış oldukları tetkiklerle anlaşılan ve yeniden yapılmalarına hacet olmayan çeşit çeşit eski zaviye (tekkelerin vesairenin; her kapanın elinde kalmış olan kilitlerini, ilk mektepler maarifine karşılık olmak üzere Maarif İdaresi adına zapt etmek olduğu hâlde, azadan birçoğunun uzaktan yakından alakadar oldukları bu meselenin meclisin umumi heyetinde müzakeresi, işi lüzumundan ziyade uzatmıştı. Aradan epeyce uzun bir müddet geçtiği hâlde bir şey yapılamaması, Vali Paşa’nın dikkatini celp ettiğinden, geceleri mektupçunun evinde toplanarak, yapacakları incelemelerin hulasasını pazar günü meclise arz etmek üzere heyetten bir komisyon seçildi.

      Bu komisyon muntazaman devam ederek, altı gecede yaptığı inceleme neticeleri de, pazar ziyafetlerinin doldurduğu midelerle iki üç saat bile müzakereye tahammül edemeyen umumi heyette yine türlü türlü itirazlarla uzamaktan kurtulamıyordu.

      O sırada İstanbul’da çıkarılan Tarik adlı gazetenin hoş üsluplu bir Konya mektubu, azanın, harap olmuş vakıflarla alakasız kısmını pek haklı olarak sinirlendirdi. Ben de tabii onlara katılıyordum.

      Bu mektup, meclisin devam tarzı ve gördüğü işler hikâye edildikten sonra “İş için toplandılar, oturdular, konuştular; kalktılar.” manasına gelen meşhur Farsça beyte “konuştular” demek olan “guftend” kelimesi yerine “yediler” demek olan “hurdend” kelimesi konularak beyit:

      “Pey-i maslahat encümen sâhtend

      Nişestend-ü hurdend-ti berhâstend”

      şekline ve manası da “İş için toplandılar, oturdular, yediler, kalktılar.” mealine konulmuş bulunuyordu. Bu vakıf meselesinin uzamasına başlıca bir sebep vardı. Kesin surette hatırlamıyorum. Ya Buğday Pazarı yahut Buğday Hanı adlı bir harap vakıf, talimat hükümlerince en evvel zapt edilecek ve geliri, nispeten, en ziyade iken çelebilerden birine veya bizzat postnişin Safvet Çelebi’ye ait olduğu için, onun ricası üzerine Vali Paşa her nasılsa müzakeresinin sonraya tehirini emretmişti. Gelirlerine el konacak vakıflar listesinde ilk isim, ehemmiyetinden dolayı bu Buğday Pazarı olduğu hâlde, el konmasının tehir edilmesi haklı itirazlara sebep oluyordu.

      Vali Paşa’nın konağındaki bir toplu yemekten sonra mektupçu ve diğer bazı zevat başka bir odada sigara, kahve içtikleri sırada: “Buğday Pazarı listenin başında dururken, altındaki ehemmiyetsiz şeylerle uğraşmak gülünçtür. Birçok itirazlar da bundan doğuyor.” diye konuşurlarken İngiliz Ali Bey odaya geldi. Neye dair konuşulduğunu öğrenince:

      “Ben…” dedi. “Bu meseleyi bir an evvel hallettirebilirim. Fakat Safvet Çelebi ile zaten aramız o kadar iyi değil, doğrudan doğruya ben açarsam aramız büsbütün açılır, iyi olmaz. Fakat içinizden birisi mecliste, yalnız bir Buğday Pazarı dese bile kâfidir, ben gerisini getiririm.”

      Memurlardan hiçbirisi buna cesaret edemediklerinden “Ben açarım.” dedim. Ali bey:

      “Bravo!” dedi. “Nasıl açacaksın?”

      “Bu isim listenin başındadır.” dedim. “Okurum. Paşa bir şey derse yanlışlıkla okudum diyerek altındaki isme geçerim.”

      Ali Bey:

      “Bu çok iyi! Aferin. Fakat düşmanlığın yalnız bana yönelmemesi için içinizden hiç olmazsa bir ikisinin benim söyleyeceğim sözleri teyit yollu “Evet efendim; bu Buğday Pazarı meselesi neticelendirilse iyi olur.” gibi bir iki söz söylemesi de lazımdır. Siz bu yardımı bana kesin surette vaat ederseniz, bu mesele bugün hallolunur.”

      Orada hazır bulunanlar kendisine katılacaklarını vaat ettikten sonra Ali Bey:

      “Meşhur bir fil hikâyesi vardır, bilir misiniz?” diye sordu.

      Hiç işitmediklerini söylediler ve hikâyenin nasıl olduğunu sordular. Ali Bey: “Onu şimdi söylemem.” dedi. “Şark Meselesi’ne dönen Buğday Pazarı meselesinin alacağı şekle göre söylerim. Yani Ahır-köy imamının yaptığını yaparım.”

      Heyet salona toplanıp geçen içtima zaptı okunduktan sonra sıra vakıf listelerine gelince, ben listeye başlayarak:

      “Buğday Pazarı!” dedim. Vali Paşa derhâl: “Bunun tehir edilmesini söylemiştim.” dedi.

      “Listenin başında bulunduğu için yanlışlıkla okudum.” dedim, aff-ı devletlerini istirham ederim.”

      Ali Bey:

      “İntak-ı Hak diye bir söz vardır. Bu yanlış okuyuşta ilahî bir isabet olsa gerek. İlk mektepler acil yardıma muhtaçtırlar…”

      Vali Paşa Ali Bey’in sözünü keserek:

      “Bu vakfı biraz sonra tetkik etmeye karar vermiştik. Bugün başkalarını tetkik edelim.” dedi. Ali Bey kendisine yardım vaat edenlere manalı bakışlarla birer birer baktıktan sonra Vali Paşa’ya:

      “Efendim!” dedi. Aff-ı devletlerini istirham ederim. Ben sözümü bir tecrübe maksadıyla söyledim. İlk mekteplerden ne çıkar? Asıl ilim ve irfan Mevlâna Celaleddin Rumi kuddise sırrehu hazretlerinin mesnevi şeriatıyla neşrettiği, dünya ve ahirette selamet ve saadeti mucip olan ilim ve irfandır. Binaenaleyh Mevlâna evlat ve ahfad-ı kiramının rızklarını ellerinden almak çok büyük bir günah olur…”

      Ali Bey’e vaat ettikleri yardımda bulunmayanlardan başka Vali Paşa, bütün aza ve hatta ben gülümsemekten kendimizi alamadık.

      Meclis işini bitirdikten, vaatlerini yerine getirenler ve Çelebi ile hocalardan bazıları gittikten sonra Ali Bey, fil hikâyesini şu suretle nakletti:

      “Vaktiyle…” dedi. “Hint racalarından biri seyahat suretiyle İstanbul’a gelerek padişah tarafından hakkında gösterilen ağırlamadan dolayı Hindistan’a dönünce bazı kıymetli hediyelerle beraber bir de fil yollamış. Padişah ilk defa gördüğü bu hayvanı harem bahçesine bağlatmış. Padişahın çok sevgili cariyelerinden biri, hayvana çuvaldız batırdığı için hortumunun bir darbesiyle kolu incinmiş olduğundan hünkâr filin hemen saraydan ve İstanbul’dan uzaklaştırılmasını emretmiş. Başmabeyinci ‘Padişahtır bu, yarın yine ister.’ diyerek çok uzaklara değil, Edirne’nin sulu, hayvanlı Ahırköyü’ne gönderir. Başıboş bırakılan filin köyün yerdeki, ağaçtaki mahsullerine saldırmasını günden güne arttırdığı hâlde: ‘Padişah malıdır.’ diye ahali sabreder. Fakat bir iki sene geçtiği ve halkın sabrı tükenmeye başladığı sırada Rumeli’den muzaffer ordusuyla dönen sadrazam, Ahırköyü’nün geniş çayırları üstünde otağını kurdurur. Bunu gören köyün zeki imamı: ‘Ey köylü ağalar! Bu fil belasından kurtulmak için iyi bir fırsat peyda oldu. Hep birden şu paşaya gidip filin başka köylere gönderilmesi için yalvaralım. Ben yalnız da giderim amma, tehlikelidir.’ der.

      ‘Bak şu haddini bilmez imama, padişahımızın fili hakkında söze cesaret ediyor!’ diyerek beni asar, keser, her şeyi yapar. Fakat bir fil için bütün bir köy ahalisini öldürtemez. Ne

Скачать книгу