Falaka. Ahmet Rasim

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Falaka - Ahmet Rasim страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Falaka - Ahmet Rasim

Скачать книгу

bana böyle dese ben gider başlarım. Âlâ, yeni elbiseler, başta altınlı, nazarlıklı fesler, ayakta gıcır gıcır potinler… Yan tarafında sırmalı cüz keseler… Kim istemez! Sana yumuşak ve kabarık bir minder yaparım, oturdun mu başın tavana değer! Herkes de maaşallah der. Hem okuyanın ağzı misk kokar. Çünkü her gece uykuda melekler öper.” (Anneme dönerek):

      “Hanım, benim oğlum hiç istemez olur mu? Bakın ben okumadım da yüzüm böyle kapkara kaldı.”

      “İstersin değil mi oğlum?”

      Biraz evvel provasında bulunduğum, dayak, sopa, sille tokat görmediğim de yardım ettiği için:

      “İsterim.” dedim.

      Sütninem, burada “f” yi çift söyleyerek:

      “Afferin benim oğluma!” dedi. Galiba şımarmıştım:

      “Hem çabuk!” dedim.

      “Çabuk ya… Bu perşembe değil, önümüzdeki perşembe!”

      Anam sevinçle:

      “İnşallah…” dedi.

      ÂMİN ALAYI

      Mektebe başlayacağıma söz verdim ya, evde bir derece yükselir gibi oldum. Annemin, sütninemin, evin kiler, mutfak ortalık işlerine bakan Dilfeza Kalfa’nın bana karşı davranışları değişti. Şu bir iki güne kadar birinden biri bana eliyle yemek yedirirken elimle yemeye başladım. Yemekten sonra her zamanki gibi elimi silecekler, artık:

      “Gel buraya!” emri geldi. Kim silecekse, elinde sabunlu elbezi, bir tarafıyla, sini kenarında, boynunda sıkı sıkı boğazıma sarılı havlu, sanki biri:

      “Teslim ol!” demiş de, olmuş olduğumu göstermek için yukarıya kaldırmışım gibi havalandırdığım ellerimi birer birer bileklerimden tutup siler, öbür tarafıyla da ağzımı, burnumu, çenelerimi iyice temizlerdi. Şimdi gençler bu iyi davranışın manasını anlamazlar.

      Bundan başka, aradan birkaç gün geçer geçmez, sandıkta bulunan iki üç kat yabanlık, (misafirlikte giyilen) bayramlık elbiselerimden ortaya yenisi çıktı. Annem giydirdi. Pek değerli bir Lahor şalı, üzerime, boynumdan ve koltuğumun altından geçirip belimin üstünden, usulüne uygun olarak bağladı. Alındı alınalı bir bayram giydiğim fesimi üzerine armut şeklinde altınlı bir nazarlık takarak, kenarı sol tarafa biraz eğilmiş olarak başıma koydu. O vaktin modası potin üstüne giyilen, terlik biçimindeki kunduramı da bembeyaz çoraplarla ayaklarıma geçirdi. Bütün ev halkı, siyahi sütnineye varıncaya kadar cümlesi yaşmaklandı. Sokağa çıktık. Ben önde tin tin… gidiyoruz, nereye? Annemin efendilerinin konaklarına, cicibabama, cicianneme el, etek öpmeye…

      Konağa vardık. Anam önde, ben yanında, sütninem arkada, ciciannemin, yani büyük hanımefendinin odasına girdik. Beni evladı gibi sever, horozum diye okşar, öper, konakta kaldıkça geceleri koynunda yatırır, giyecek kuşanacak her şeyimi yapar, çil paralar verir, hakkımda pek büyük iyiliklerde bulunurdu. Görür görmez:

      “Gel bakayım horozum!” dedi, kollarını açtı. Koştum, eteğini öpmeyi unutmamakla beraber, kendimi, o kolların arasına bıraktım. Ay! Büyük hanım ağlıyor.

      “Çok şükür yetiştirene!” diyor, gözyaşlarının içinde beni sımsıkı göğsüne bastırıyordu. Bir aralık karşısında ayakta duran anama sordu:

      “Ne vakit?”

      “Emir buyrulursa bu perşembe günü… Receb i Şerif’in de ilk kandili hürmetine.”

      “Pekâlâ, pekâlâ.” dedi, kalktı. Beni elimden tutarak büyük beyefendinin yani cicibabamın odasına götürdü. Bir iltifat, bir maşallah bolluğu da orada. Cicibabam, cicianneme sordu:

      “Her şeyi tamam mı?”

      “Tamamlandı efendim.”

      O gece konakta kaldık. Haremde kalfalar, selamlıkta ağalar, seven sevene… Hatta Başağa – ki siyahi, gayet nazik, terbiyeli bir Harem ağası idi – bana:

      “Ben gelip seni midilliye bindireceğim.” dedi. “Hakikat söylüyorum, bu müjde değdi.”

      Ertesi gün konağın tek atlı arabasına hanımefendi, ben, annem bindik. Çarşıya gittik. Bir şeyler alındı, bir şeyler ısmarlandı. Zihnim geceden beri midilli ile meşgul olduğu için pek farkında olamıyordum. Araba hanımefendiyi konağa bıraktı; sütninemi, Dilfeza’yı evimize götürdü. Annem, galiba rengi rengine uyduğu için sütnineme diyordu ki:

      “Yarın Başağa gelecek, sen beraber gider, mektepte Hoca Efendi’yi gösterirsin…”

      Başağa gelecek ama acaba midilliyle beraber mi? Midillinin aklımdan çıkmayışı, pek beynimin hevesinden ileri gelmemişti. Her bayram, Felek derler bir kambur sürücü vardı, öğleye doğru midillisiyle beraber gelir, beni gezdirirdi. O günlerden pek çok evvel annemle bir âmin alayı görmüştük. Mektebe başlayan bir çocuğu midilliye bindirmişlerdi. Ben de pek beğenmiştim. Çocukluğa has, saf bir rekabet duygusu, beni durmadan bu hayvanla uğraştırıyor, yegâne bir arzu gibi henüz yürümesini bilmeyen ruhumu dörtnala koşturuyordu.

      Gerçekten, ertesi gün Başağa geldi, sütninemle beraber mektebe gitti. Biz de Sofular Hamamı’na gittik. Akşamüstü çıktık. Ben yemeği yer yemez, aygın baygın yatağa düştüm… Gözümü açtım ki herkes ayakta.

      Bugün ne?

      Perşembe!

      Biraz kahvaltı, silinti, haydi küçük odaya, tuvalet odasına. Annem bohçaları, paketleri açtı. Hiç unutmam, birinden koyu kahverengi elbiselerimi çıkardı. Yeni bir hilali gömlek üstüne ipekli bir mintan, yine beyaz, sakız gibi çoraplar… Yepyeni galoş potin… Fakat fes, hiç görmediğim bir fes. Tablası fırdolayı dolu. Büyücek, takımı ile bir nazarlık. Sağlı sollu, başları taşlı iğneler. Yuvarlak yan çeperinin önünde incili bir ay.

      Boynuma yine o değerli Lahor geçti. Bu ihtişamla sofaya çıktım. Herkes bana bakakaldı. Şehzade misin mübarek? Beni doğruca arabaya götürdüler. Araba da doğruca konağa gitti. Biz vardık varmadık, mektep de sökün etti. Meğer bizim mektep Tezgâhçılar Mektebi’nin ilâhici takımını tutmuş. Cicibabam öyle istemiş.

      Seven, öpen, ağlayan, dua eden, maşallah diyenler arasından beni süzdüler. Konağın selamlık avlusuna inen iki taraflı merdivenlerden indirdiler ki iğne atılsa yere düşmez. Belki yüz kişi var… Ne dersiniz, ben bu yüz kişiden hiçbirini görmeyeyim de dizgini Büyükağa’nın elinde duran midilliyi göreyim!

      Beni birdenbire bindirmediler, ilâhiciler bir fasıl geçtiler, âminciler bir gürültü kopardılar. Cübbesinin bol yenleri kalkık hoca, bir dua okudu, bir âmin koptu. Biraz sonra kendimi midillinin üzerinde kırmızı bir kolan geçmiş, yeşil ince altlıklı eğeri üzerinde buldum. Hakikaten Başağa midilliyi yedeğine almış, ağalardan ikisi de birer tarafına geçmişti. Arş efendim arş!

      Alayın ta önünde uzunca birinin başı üzerinde iri bir şey gidiyordu. Mavi

Скачать книгу