İnsanın Macerası. Piero Scanziani

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsanın Macerası - Piero Scanziani страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İnsanın Macerası - Piero Scanziani

Скачать книгу

bazıları hoş ve bu oyuna dâhil edilebilirken bazıları deneye karşı dayanıklı ve tehlikelidir. Zihin, her şeyin uzun gerekçeli fihristini yazmaya başlar.

      Sonra çocuk bir coğrafyacıya dönüşür ve elleri sayesinde kendi uzuvlarında keşfe çıkar. Onları avuçları ve parmaklarıyla kavrar, vücudunun haritasını oluşturmak için yeterli olacak şekilde onları yavaş yavaş ve titizlikle test eder. Bununla birlikte bazı bölgeler kısa kollarına ulaşmaz. Örneğin; koltuk altı, ayak tabanı, sırt. Bu bölgeler sonsuza dek fethedilmeyecek ve böylece vücudun geri kalanının kaybedeceği epidermal duyarlılığını koruyacaktır. Bazı bölgelerde aşırı gıdıklamadan muzdarip olanlar, kendi coğrafyasına çok hâkim olamamış bebeklerdir.

      Üç yüzüncü güne doğru ayak dönemi başlar. Üç ayda bebek başını yastıktan kaldırmayı başarır, altı aylıkken oturabilir ve dokuz aya gelindiğinde bacakları üzerine dikilebilir. Artık macera dolu fethine hazırdır. Çocuğu yürümeye teşvik eden hayati dürtü, insanı da dünyayı işgal etmeye teşvik edecektir.

      Yalnızca olağanüstü bir dürtü çocuğun ayaklarını vitese geçirir, küçücük ve kısa bacakları buna destek vermekte ve tüm karın bölgesi ile ağır kafatasının yükünü taşımakta zorlanır. Eğer üç ya da dört ayağımız olsaydı, adım atmak daha kolay olurdu. Bunun yerine sabit dikilirken bile vücudun kırılma eğilimindeki dengesini yeniden inşa etmek için sürekli çaba sarf eden iki tanemiz var. Bunun yanında yürürken tüm vucudumuz her taraftan sallanır: Kalça dikey olarak, gövde yandan, omuzlar eksen içinde, baş ileri, kollar bir o yana bir bu yana sallanır. Ayak, zavallı ayak, olması gerektiği gibi dimdik durmamızı sağlar ve çökmemizi önler.

      Mars’ta yaşayan bir mühendis insanın yürüyüşünü imkânsız, bebeğin yürüyüşünün ise abuk olduğunu düşünürdü. Ancak tellinayı hareketsiz ve kırlangıcı uçarken isteyen hayat abuk olanı gerçek yapmakla eğlenir. Yaşama göre bebeğin uzaktan umutsuzca baktığını kendisine erişir kılan mucizevi ayak dönemidir.

      Tüm dürtülerin derinlerinde bir mutluluk yatar. Bu nedenle ilk adımlarda çocuğun boğazından küçük sevinç çığlıkları çıktığı duyulur. Muzaffer bir şekilde ona doğru gelirken ve o şeylere doğru yürürken zafer dürtüsü onu sarhoş eder.

      Beyin dönemi görünmez bir şekilde kafatasının kapalı kutusu içinde ve submusküler karanlıkta gerçekleşir. Ruh (ayaklarını, ellerini, ağzını nasıl kullanacağını öğrendiği sırada) dünyayla temas kurması için elzem olan sinir sistemini kullanmayı öğrenir. Ancak doğumda, miyelinin yokluğu nedeniyle sistem eksiktir.

      Miyelin, sinirleri saran beyaz, parlak, sümüksü, kaygan bir maddedir. Hepimiz onu ya kasap dükkânında ya da en azından mutfakta görmüşüzdür. Miyelin kılıfı olmadan sinirler hareket edemez. Yeni-doğanlar sinir sistemi yok denilebilecek bir düzeydedir bu nedenle de sistem verimli çalışmaz. Ancak dikkatini dünyaya çevirdiğinde (şaşkınlıklar ve parıltılar arasında) çocuk ruhu heyecanla miyelini giyinip çalışmaya koyulan sinirleri uyarır. Bu nedenle yavrunun tavırları günden güne değişime uğrar. Miyelin olmadan sinirlerin hareket ettiremediği bacaklar yavaş yavaş uzanmaya başlar. Belli bir anda çocuk onları acımadan büker durur, bu işte o kadar ustalaşır ki ayak başparmağını ağzına bile götürebilir. Ellere gelince, artık küçücük parmaklarıyla yumruğunu sıkmayı bırakır ve onun yerine başparmak ile işaret parmağını buluşturana kadar daha serbestçe hareket ettirmeye başlar. Bu kullanılabilirlik, insana nesneleri aletlere dönüştürmesine ve kendisini dünyanın efendisi kılmasına yetecektir.

      Yüz yirmi günde miyelin kılıfı kortikal liflerin çoğunu kaplar; beş yüz günde görsel, işitsel merkezler ve motor merkezleri tamamlanır; onu takip eden iki yüz gün içinde de tüm sinir sistemi kurulur. Sinirlerin efendisi olan ruh, dünyevi düşünmeyi öğrenir.

      Düşünmenin birçok yolu vardır ama temeli iki derin düşünce oluşturur. Yanardöner, sezgisel, topyekûn, ne imgelerle ne de kelimelerle yüklenmiş, saf, soyut ve semavi bir düşünce. Bir de daha dünyevi, somut, bedensel deneyimlerden edinilmiş, çocuğun emme, yakalama, hareket etme sorunlarına pratik ve yararlı çözümler bulma girişimlerinin sonucu olan bir düşünce. Çocuk ruhu zaman zaman bulduğu yararlı çözümleri kaydeder ve bir sonraki sefer kullanmak için onları muhafaza eder. Bu düşünce biçimi, şematik, organik ve rutindir, miyelinin beyinde ve sinir sistemi boyunca yayılması ile ilgilidir. Ancak sadece cehalet safra ve karaciğer gibi beynin düşünceyi salgıladığını söyleyebilir. Oysa beyin, televizyon setinin hertz dalgası üzerinde olması gibi zihindedir. Gerçek şu ki beden hayatın bir nedeni değil, bir sonucudur.

      Kalçaların dönemi lazımlık dönemidir. Lazımlık ilk çocukluk günlerinde en önemli sırayı işgal eden ve Latinlerin matula ismini verdikleri bir ev eşyasıdır. Zaten ancak bu eski isim ona bir asalet vermeyi başarır. Hoş sohbet için böylesi konuların sessiz kalması elzemdir ancak yaşam hakkında konuşmamız gerekirse, yaşamın içindeki yontulmamış ancak bir o kadar da samimi hâllerimizi de konuşmamız gerekir. Dahası, özellikle kalça döneminde bu küçük insan samimi ile yapmacık olan arasında bir uzlaşma aramaya başlar ve bu yaşam boyu asla sona ermeyecek bir arayıştır.

      Üç ya da dört yüzüncü günler civarı, anne ilk defa kalçalarını kullanması için bebeği lazımlığa oturtmaya zorlar. Tüm amatör fotoğrafçılarınn en az bir kez canlandırdığı bu komik pozisyon, bebeğin bilinçsiz rahatsızlığının aldığı görünüm yüzündendir. Bununla birlikte, kalça dönemi komik, ahlaksız veya nafile olmaktan çok uzaktır. Zıtlıklarla dolu bir çağdır ve rezonansları yaşam boyunca yankılanacaktır.

      Kalçasını lazımlığa uzatmaya zorlandığından, çocuğun günleri derinden değişir ve daha karmaşık hâle gelir. Yetişkinler (iktidar sahipleri) kendisinden o zamana kadar fren yapmadan serbestçe kullandığı bu viseral uyaranları kontrol altına almasını talep ediyorlar. Ve yalnızca bu da değil, aynı zamanda sevinçlerinin ve acılarının bağlı olduğu zorlu bir durum bu. Lazımlığın göründüğü veya kaybolduğu durumlara göre kendini tutmayı veya bırakmayı başarırsa, yetişkinler onu alkışlar, şımartır, ödüllendirir, kısaca sevgi, koruma ve övgü ihtiyacını karşılarlar. Şayet başarısız olursa, yetişkinler bağırır, suçlar, duygusal olarak kendilerini ondan ayırır ve onu akut bir yalnızlık duygusuna terk ederler.

      Despotizm tarafından sıkıştırılan küçüğün nihayetinde sabrının taştığı bir an vardır: Lazımlık çağında isyan etmek için üzerini kendi ishaliyle baştan aşağı kirletmeyen hiçbir çocuk yoktur. Tüm bebekler bunu yapmadıysa da mutlaka girişiminde bulunmuşlardır. Dünya sakinleri arasında tek devrimci insandır.

      Her dönem kendi hazlarını ve acılarını sunar, kendi hassasiyetine sahiptir, kalça dönemi bile. Viseral hareketlerini kontrol etmekte zorlanan çocuk kısa sürede tutmanın ve bırakmanın verdiği hazzı fark eder. Bazı durumlarda bu zevkler çocukluk ve ötesinde devam eder.

      Yalnızca beş yüz günlük bir bebeği iyi tanıyanlar lazımlığın ne kadar önemli olduğunu bilirler. Küçük insana fizyolojik ve biyolojik değerlerin yanında sosyal ve ahlaki değerler kazandırır. Dürtü dalgalarını tutan barajın yükseldiği yer onurun ana karasını kurtarır, hiçbir insan onsuz yaşayamaz, suçlular bile; onlar da onayı yasaklayan ve sessizliği zorunlu kılan kendi kurallarına saygı duyarlar.

      Lazımlık bebeğin içinde iki kişilik bulunduğunu ortaya çıkarır: temiz, mis kokulu, erdemli, saygın ve pis, kötü niyetli, suçlu, zulmeden. Bu iki

Скачать книгу