Efsuncu Baba. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Efsuncu Baba - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Efsuncu Baba - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

iner. Yine durur.

      Etrafına bakınır. Dinler… Dinler… Sanki sanırsın ki boşluk içinden ona laf söyleyen hayaller vardır. Arpa içine dalmış kumru gibi düşünür… Mır mır eder. Haydi babam, bakarsın ki indiği basamaklardan telaşe ile tekrar yukarı çıkar. Yanlış bir iş etmiş olduğunu o zaman ağnarım. İşte böyle iner çıkar. Sabahleyin gelmiş ise müezzin hoca minarede öğleni bağırır. Seninki nihayet aşağı inebilir. Yine çıkar keyf sarfoş gibi yalpalanarak etrafını tuhaf tuhaf dikiz eder. Yine görünmez adamlarla konuşur. Ne dediğini işitmem. Yalnız dudakları oynadığını görürüm. Sonram bu mahzenin duvarlarında bir şeyler okur… Direkleri birer birer sayar. Ağnamak ister ki cümle-i âlemin dediği gibi bin bir tanedir? Yoksa eksiği vardır. Kıyafetlerine bakılırsa akıllı sanılır bazı efendiler de bu hesabı benden sordular. Dediler ki:

      ‘Usta kazaz, bu direklerin hiç hesabına oturdun? Bin birdir?’ Doğrusunu söyleyim. Hiç saymadım. Anam bana dedi ki: ‘Agop sen Binbirdirek’te yer altında çalışorsun. Sakın aklına uyup da direkleri saymayasın. Uğur değildir.’ Kırk yılda bir kocakarı sözü dinlemek lazımdır, derlerse işte ben de dinledim. Saymadım. Zo ben bu direklerin çetelecisiyim? Gelen geçen sayısını benden sorar, işte görünüyor ki üç yüz dane bilem yoktur. Yedi yüz biri nerede? Tevarihte öyle yazor imiş. Ağnadım ki tevarih denilen düzme kitapta çok boş laflar vardır. Gözlerimizin önündeki bu direklere ‘bin bir’ deyi bir iddia kor ise gözlerimin önünde olmayanlar için ne kantinler atmaz… Bazen buraya Yahudi tercümanlarla beraber seyyah Frenkler gelirler… Hepsi de önlerine birer kitap açarlar. Bu direklerin diplerini karıştırırlar. Oralarını okşarlar. Tepelerine bakarlar. Sonra kitabı okurlar. Tercümana sorarlar. Yahudi onlara öyle martavallar atar ki hoşlarına gelirse avuçla bahşiş toka ederler. Bu bizim kazazcılık da bir zanaattır sankim? Vaktiyle neye Frenkçe öğrenip de bir tercüman olmadık?”

      “O Yahudilerden hiç sordun? Evvelden burası ne imiş acep?”

      “He sordum. Burası Ceneviz padişahlarının şarap mahzeni imiş…”

      “Vay köpoğlu herifler vaktiyle amma da şarap içmişler ahbar?”

      “Bunda içleri şarap dolu birkaç fıçı bırakmış olaydılar…”

      “Ahbar kaç bin senelik şarap… Yudumu alan ah aman aman bağırıp devrilir idi.”

      “Kirkor, işin şurasını iyice fikrinde sakla ki buraya bir Frenk gelüp de direkleri sayar ise bu hesabı boşuna yapmaz. Mutlaka bundan bir avanta çıkarır.”

      “Ahbar lafıma kanarsın? Bizim o divane dediğimiz herif de bu direkleri boşuna saymayor. Günün birinde bundan koskocaman bir iş çıkaracaktır. Divane o değil… Biziz…”

      “Öyle ağnayorsun?”

      “He…”

      Kirkor sesini indirerek dört yana gizli bakışla:

      “Antika para? Yani eski “meskûrat”?6 mücevherat, elmas? Ne çıkaracak acep?”

      “Zo ben bilirim?”

      “Bilmeyor isek bilmeye uğraşalım. Bu herif divane değildir de kendini âleme keenne7 o tarzda yutturmak ister olmasın?”

      “Düpedüz divanedir? Yoksam böyle gösteriş edor. Kefşemedim…”

      “Bakalım yeri kazacak? Duvarı oyacak. Nereden mal çıkaracak? Biz de kurnaz olalım. İşin dikkatinde olmayor gibi duralım…”

      “Şimdilik bir yeri kazdığı yok. Yalnız direklere okuyup okuyup püf edor…”

      “Eh bundan ne çıkar?”

      “Ne çıkacağını göreceğiz ahbar. Aman Yahudiler duymasın! Onlar kurnaz millettir. Efsunu bu herif okur. Defineyi çıfıtlar çıkarırlar. Sonram bize karşıdan parmak yalamak kalır…”

      “He Yahudilerin kurnazlıklarını bilirim. Ben cahil kaldım. Fakat büyükbabam Bedros ülâme bir adam idi. O, pek tevarih okurmuş. Bize ağnadır idi ki Çemberlitaş evvelden birinci boğumundan ta tepesine kıdar yekpare altun imiş…”

      “Sahi diyorsun Agop?”

      “Zo büyükbabam yalan söyler hiç?”

      “Ben şimdiyecek işte bunu hiç duymamıştım.”

      “Senin ne duyduğun var ki hımbıl!”

      “Benim bildiğim Çemberlitaş dibinden tepesine kıdar mor kırmızı bir kayadır… Bunun altunu nereye gitmiş? Yahudiler aşırmış?”

      “Patlama sabır ol, ağnatacağım…”

      “Aman çabuk et!”

      “Ta yeniçeriler zamanında Yahudiler bir gece herkes uyuduktan sonram Balat’tan kalkmışlar… Çemberlitaş’a gelmişler. Altunları erisin deyi Çemberli’nin altına ateş yakmışlar…”

      “Vay babasının canına be! Sonram?”

      “Sonram efendim bir tılsım varmış. Onu bozamamışlar. Ateşin hareketinden altun taşa dönmüş… Çemberli’ye dikkat edersen şimdi yukarıdan aşağı kadar kahve tavası gibi is içindedir.”

      “Bu işi eski Yahudiler etmişler?”

      “He… Şimdikilerin büyükbabalarının dedelerinin dedeleri…”

      “Yani Yahudiler Çemberlitaş’ın altına bir ateş daha yaksalar taşı yine altuna döndürebilirler acep?”

      “Yeni Yahudiler tılsım işiyle uğraşmorlar. Onlar maliyeye, piyasaya sokuldular. Altunun asıl madenini buldular.”

      “Agop, bu direklerin dibinde kaç altun vardır dersin?”

      “Kim bilir?”

      “Frenklerin kitabında buna dair ne yazılmıştır ki?”

      “Ben ne çakarım ki…”

      “Buna dair olan asıl bilgiler divanenin kitabında olmalı…”

      “Benim fikrime de böyle gelor…”

      “Ah ah, dur! Geçen günü burada ben yalnız idim. Bu divane herif yine geldise ta şuraya, dibe karanlığa gitti. Duvara bir şeyler yazdı.”

      “Hangi dilden yazdı?”

      “Hangi dil niyetine okur isen o çıkor!..”

      “Öyle şey olur hiç?”

      “He lafıma inan. Biraz Osmanlıcaya benziyor. Bir parça Ermeniceyi andıror. Rumcaya kaçıor? Çünküm ben her dilden birkaç hurufat tanırım.”

      “Bu lafların pek acayibime gelor. Şimdik sen bu yazılara okuyabilirsin?”

      “Ne kalın kafasın be!.. He dedik a!”

      “Ağnat

Скачать книгу


<p>6</p>

Doğrusu “meskûkât”: Sikkeler, maden paralar.

<p>7</p>

Güya, sanki, imiş gibi…