Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat. Şemseddin Sami

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat - Şemseddin Sami страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat - Şemseddin Sami

Скачать книгу

maşallah! Adem ufak akilli, buyuk da akilli. Amma ufak akilli değil buyuk da…” demeye başlar başlamaz, Saliha Hanım, “Sözümü kesme, dinle ne söyleyeceğim.” dedi. “Mektepteki oğlanlardan ise en iyi bilen ve hepsinden büyük Rıfat Bey’di.”

      “Kim Rıfat Bey? Bizim merhum efendi?”

      “Evet ama sözümü kesme dedim, hepsini söyleyeceğim.”

      “Subhanallah!”

      “Rıfat Bey ile bir derste idik, beraber okurduk. Ben onu çok severdim. Hiçbir başka kız veyahut çocukla konuşmazdım, onunla konuşmaya can verirdim. Başkalarının söyledikleri sözler bana bütün bütün saçma görünürdü, beni sıkardı. Rıfat Bey’in sözlerini ise pek manalı bulurdum. Hocanın sözlerinden de Rıfat Bey’in sözlerini daha akıllıca bulurdum. Gündüzün onunla söylediğim sözleri gece tekrar tekrar dilime zikir gibi getirirdim. Rıfat Bey’in hayali bir dakika zihnimden eksik olmazdı. Gece daima rüyamda Rıfat Bey’i görürdüm. Kendi kendime ders okumaya başlardım, içim sıkılırdı. Ama Rıfat Bey’le beraber okuduğum vakit ders bana büyük eğlenceydi. Anlamıştım ki Rıfat Bey dahi beni severdi. Çünkü o da hiç başka çocuk, başka kızla konuşmazdı. Sabah bize gelirdi, beni de alırdı; beraber mektebe giderdik. Çok defa mektebe erken giderdik de başka çocuklar gelinceye kadar biz iki üç defa dersimizi okurduk, sonra tenhada tatlı tatlı konuşmaya başlardık. Ah Rıfat Bey’le yalnız konuşmayı ne kadar severdim! Başka çocuklar olduğu vakitte, birisi Rıfat Bey’e bir söz söyleseydi, Rıfat Bey başkasına bir baksaydı, benim içim rahat etmezdi; merakım kalkardı. Cuma günleri gâh Rıfat Bey bana ve gâh ben Rıfat Bey’e gidip bütün gündüzü beraber geçirirdik.”

      GÖNÜLDEKİ SIRRIN AÇIĞA ÇIKMASI

      Bir cuma günü Rıfat Bey bana gelmişti. Peder de evde bulundu. Rıfat Bey gitti pederimin elini öptü. Peder ne okuduğunu, yazdığını sordu, anladı. Onun güzel hareketini, güzel söylemesini pek çok beğendi, tahsin etti. Rıfat Bey gittikten sonra, akşam, odaya girdim; baktım ki babam anamla konuşuyorlardı ve bir çocuğu methediyorlardı. Anladım ki Rıfat Bey’i methediyorlar, gönlüm tiz tiz vurmaya başladı. Kızardım, sarardım, nihayet oturdum; işitiyorum ki şu konuşmayı ederler. Babam diyor:

      “Ah pek güzel çocuk, pek uslu çocuk Allah’a emanet! Öyle babadan öyle çocuk kim umardı? Ah biçare çocukcağız, kim bilir o da o uğursuz babadan ne çekiyor!”

      “Babası öyle bir musibet midir? Ah zavallı Kâmile ah!.. Ah biçare kadıncağız! O kadar iyi kadın, o kadar uslu kadın… O kadar akıllı, o kadar güzel, elmas parçası gibi zavallı da öyle bir hayırsız kocası olsun! Vah vah vah!.. Çok keder ettim, çok acıdım biçare Kâmile’ye.”

      “Aa, çok hayırsız, pek berbat bir heriftir; gece gündüz sarhoş, müsrif, kumarbaz, hasılı her fenalık üzerinde. Pederinden şu kadar mal buldu, karısından da aldı; hepsini yedi, bozdu. Biraz şey kalmışmış evde karısının sayesinde. Dün kahvede işittim, karısı keseyi almış da kocasına her gün belirli bir şey verirmiş ama geçmiş ola, şimdi bir şey kalmadı ki… Bir de o kadar iyi karısı var. Aaa… Belli… Çocuğuna baksana, terbiye elbette validesindendir. Ah biçare, o çocukla teselli bulur, Allah bağışlasın!”

      “Ha, onun için biçare Kâmile bakarsın ki şimdi güler, söyler, lakırtı eder; bir de ansızın bir hüzün ve keder perdesi yüzüne çekilir, düşünmeye dalar. O kırmızı yanaklarında, dudaklarında bir beyaz renk peyda olur, gözlerini bir yere dikip kımıldatmaz, bir şey sorsan da cevap vermez… Ah zavallı!.. Ben çok defa merak etmiştim Kâmile Hanım’ın bu kederini… Vah vah! Lakin bak ne namuslu kadın! Benimle çok teklifsiz konuşur da bir defa kocasından şikâyet etmemiş! Buna ne dersin? Öyle namuslu olmayaydı iş kolay; evlendiği günün ertesi feraceyi alıp babasına giderdi, nasıl ki halkın çoğu yapar, lakin onu kabul edemez: Namusu var, tabiatı öyle alçak değil, onun için o uğursuz çapkının cefalarını çeker. Allah koruya! Allah koruya! Namuslu karı da çapkın kocası olsun, fena kocası olsun, işte onun cehennemi! Ah biçare biz karılar!.. Bizi hiç insan sırasına koymazlar! Babalarımızın istedikleri adamlara bizi hediye verircesine verirler; o adamların tabiatını sormazlar; biz o adamlarla geçinecek miyiz orasını hiç düşünmezler. Bize bir defa ‘Filan adamı koca ister misin?’ yahut ‘Kimi koca istersin?’ diye bir sormak yok. Bize derler: ‘İşte seni filan adama vereceğiz.’ Biz sükût ederiz ama gönlümüz ne der? Ya Rabbi, babamın bu söylediği efendi genç olsun, güzel olsun, iyi tabiatlı olsun. Gerçekten bazı defa öyle çıkar; lakin bazı kere de bütün bütün zıddına… Gider bakarız ki, bize koca olacak adam altmış yaşında yahut bir gözden kör yahut burunsuz yahut sarhoş yahut ahmak… Ah siz erkekler ne zalimsiniz! Bir kızcağızın bir gözü biraz şaşı olsa yahut ayağı azıcık topal olsa biçare evlenmeksizin ihtiyar gider; kimse almaya tenezzül etmez. Amma sizin en fenası, en uğursuzu, en sakatı bakarsın ki kızların en güzelini, uslusunu alır da biçareyi esir eder.”

      Babam da anamın bu sözlerine cevap verir. Nihayet bir iki saat bunun üzerine konuştuktan sonra babam bana dedi ki:

      “Kızım şu çocuğun adı nedir?”

      “Rıfat Bey.” dedim. Ama bu adı söylerken yüzümde ne renkler peyda oldu, bir Allah bilir! Hem de sesim bir türlü titriyordu, kesiliyordu ki ancak üç dört defa söyledim de babam işitebildi.

      “Derste nasıl? O senden iyi okur değil mi?”

      “Yok, bir dersteyiz, beraber okuyoruz; bizden iyi bilen yok. Hem de çok usludur. Hiçbir vakit biz ikimiz hocayı kızdırmayız; birbirimizle çok sevişiriz. Dersi birlikte okuruz.”

      “Sevişiyorsunuz! Sen onu seviyorsun demek olur.”

      “Evet, çok severim.”

      Babam: “Öyle mi? Maşallah, hiç, bir kız bir çocuğu severim diyebilir mi? Yoksa şimdiden koca mı istiyorsun? Hakkın var a, çünkü sen de ananı dinliyorsun ki öyle diyor: ‘Kız bir güzel beğenmeli, almalı.’ İşte, ananın düşüncesi bu; sen de öyle yapıyorsun, değil mi?”

      Ben babamın bu sözünü işittiğim gibi, belime dek pancar kesildim, ter içinde kaldım; ne diyeceğimi bilemedim. Anam beni bu hâlde gördüğü gibi, pederime “Aaaa, bırak şimdi Allah aşkına! Kızımı utandırdın. Niçin sevmeyecek? Beraber mektebe giderler, beraber okurlar da sevmesin mi?.. O zaman hasetçi bir kız, fena bir kız olacak.” diyerek benim yanıma geldi ve beni okşayarak, öperek “Yok kızım yok, sen utanma, baban seni kızdırmak için söyler. Sen mektepteki arkadaşlarını sevmelisin; kız olsun, oğlan olsun, hiçbir zararı yoktur.” dedi.

      Ben anamın bu sözlerinden biraz teselli oldum ise de pederimin yüzüne bakmaya cesaret edemem, anamdan da utanırım, gözlerimi dizime dikip dururum; babam anam da sükût ederler. Biraz sonra, yavaş yavaş kalkıp gözlerimi kımıldatmaksızın savuştum. Kapıdan çıktığım gibi o utanmadan kurtuldumsa da gayriihtiyari gözyaşlarını dökülüp hüngür hüngür ağlayarak dadıma gittim.

      Dadım ihtiyar bir kadındı. Beni çok severdi. Ağladığımı gördüğü gibi “A kızım, ne oldu, ne var; baban bir şey mi söyledi sana? Hiç böyle olduğun yoktur. Gel bana, ağlama, gözlerini sil. Söyle bana şimdi, ne oldu? Yoksa bir şeyden mi korktun?” diyerek beni kucağına aldı.

      “Ah dadı, babam bana neler söyledi!.. Sen işiteydin sen de ağlayacaktın. Baksana terime…”

Скачать книгу