Felatun Bey ile Rakım Efendi. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Felatun Bey ile Rakım Efendi - Ахмет Мидхат страница 3

Жанр:
Серия:
Издательство:
Felatun Bey ile Rakım Efendi - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

Bizim Rakım Efendi’nin babası ise Salıpazarı tarafında üç odalı, çürük, kümes gibi bir ev ile Arap bir cariyeden başka geride hiçbir şey bırakmamıştı.

      Validesi gayet kadın ve Fedayi adlı Arap cariye ise belki validesinden de daha kadın olduğundan; kocasını yıllar önce kaybeden validesi, acılarını bir tarafa bırakarak, “Fedayi! Artık aramızda hanımlık halayıklık kalmadı! İkimizin de çalışıp kendimizi ve şu yavrucağı beslemekten başka çaremiz yoktur.” dediğinde sadık Arap, “Ah hanımcığım! Sen niye çalışacaksın? Ben çalışırım hem seni hem de küçük beyimi, evladımı beslerim.” diye bütün idareyi kendi üzerine almayı dahi göze almıştı. Gerçi validesi bütün işleri Fedayi’nin üzerine bırakmadı. Kendisi de el işi, oya, çevre, uçkur işleri yapar ve bunları Salıpazarı’nda Fedayi’ye sattırırdı. Sair günler ise Fedayi’yi büyük yerlere, çamaşıra, tahtaya gönderir, arada bir kendisi de giderdi. Kısacası aile, kendi el emekleriyle kimseye muhtaç olmadan geçinirdi.

      Rakım büyüdü. Beş yaşındayken Salıpazarı’ndaki Taş Mektepe verildi. On bir yaşındayken İstanbul tarafında bulunan Valide Rüşdiye Mektebine alındı. On altısında oradan çıkıp Hariciye Kaleminde kendisine bir iş buldu.

      Aman bu çocuk ne kadar çalışıyordu! Hani ya “Gece gündüz çalışıyor.” derler ya! İşte gece gündüz gerçekten çalışan buydu. Validesi, tam oğlunu bu boya getirdikten sonra vefat etmesin mi!..

      Ama bu durum bile onun için şükretmeyi gerektiren bir nimet sayılırdı. “Ah! Rakımcığım, bir kere insan içine karıştığını görsem hiç gözüm arkada kalmazdı.” derdi ve işte arzu ettiği bu nimete kavuştuktan sonra vefat etti.

      Rakım’ın henüz maaşı yok. Sadık Fedayi hâlâ dikiş işleriyle uğraşır, mendil, çevre işler; kahve torbası diker; çamaşıra, tahta silmeye gider. Aldığı paradan evinin zaruri ihtiyaçlarını az da olsa karşılardı. Bir de “Delikanlıdır parasız kalmasın.” diye kalan parasının tamamını Rakım’a verirdi. Fakat Rakım’ın cep harçlığına o kadar da ihtiyacı yoktu. Sabahleyin Süleymaniye’deki medreseye gidip saat dörtte oradan çıktıktan sonra iş yerine geçerdi. Sonra iş yerinde aldığı Fransızca dersini geliştirmekle beraber bu konuda bir kat daha ileriye gitmek için Galata’daki bir hekime uğrardı. Bunlarla birlikte akşam saat birde evine gelen ve yemekten sonra Kazancılar Mahallesi’nden Beyoğlu’na çıkıp, Hariciye Kaleminden arkadaşı olan bir Ermeni’ye Türkçe okutmak ve bu hizmete mukabil onun birçok Fransızca kitaplarını karıştırmak ile vakit geçiren bir çocuğa paranın ne lüzumu kalır ki?

      Hatta Rakım cumaları bile zikrettiğimiz Ermeni arkadaşının kütüphanesinden çıkmazdı. O kadar ki ev halkınca ve ailece Rakım’a tam güvendiklerinden, pazar günleri Hariciye Kalemi tatil olunca Rakım yine dostunun evine giderdi. O gün eğer ailece bir yere gidilecek ise Rakım’ı kütüphane odasında bırakıp giderlerdi. Rakım için böyle bir gün ne mesut gündü…

      Bizim Rakım Efendi bu şekilde tam dört yıl daha tahsiline devam etti. Koca Fedayi ise halk mutfaklarında çalışarak, hanımın kendisine emanet bırakmış olduğu göz nuru Rakım’ı hor ve hakir bırakmak şöyle dursun, âdeta hâli vakti yerinde olan bir aile gibi onun bütün ihtiyaçlarını giderdi. Gerçi Rakım Efendi’nin aldığı terbiye ve gördüğü tahsil de öyle her hâli vakti yerinde olan aileye nasip olmaz. Kendi gayreti ve bir de dadısının sevk ve teşviki neticesinde Arapçadan, sarf ve nahiv ilminden başka, “Risale-i Erbaa”yı şerhleriyle beraber layıkıyla gördü. Hele mantık yönünü sonuna kadar pek kuvvetli bir şekilde tahsil etti. Hadis ilmi ile tefsir konusunda oldukça başarı kazandı. Fıkıh ilmini de gözden geçirdi. Farsça eserlerden “Gülistan”, “Baharistan”, “Bostan”, “Pend-i Attâr” ile “Hafız” ve “Sâib” divanlarının tamamını okumakla birlikte en seçme beyitlerini de ezberledi. Fransızcaya gelince, bir kere bu lisanda büyük başarı kazandı. Sonra Galata’daki dostundan fizik, kimya ve tıp bilgisini iyice geliştirdi. Beyoğlu’ndaki Ermeni dostunun kütüphanesinde de coğrafya, tarih, hukuk ve devletler arasındaki antlaşmalara dair önemli bilgiler topladı. Hele okuduğu Fransızca roman, tiyatro ve şiirlerin haddi hesabı yok gibiydi. İki gece kendisinde kalmak üzere bir kitabı evine götürmek için müsaade alabilecek olsa onu yalnız okumakla yetinmeyerek en güzel parçalarını, kendinde kalmak üzere kopya bile ederdi. İşte Rakım Efendi’nin önceki hâli bundan ibaretti. Parasızlık ise neredeyse yirmi yaşına kadar devam etmişti. O zamana kadar çalıştığı iş yerinden aldığı maaş yüz elliye kadar varmış idiyse de yirmi yaşında olan bir hariciye memuru için bu paranın pek de fazla bir şey olmadığı herkesçe bilinir.

      Bir gün Rakım Efendi’nin dostlarından bir matbaacı, kendisine Fransızca bir kitap getirdi. Bunu Türkçeye tercüme ederse yirmi altın kadar verebileceğini arz etti. Kitap yüz elli, iki yüz sayfalı olduğundan Rakım bunu bir haftada çevirme cesaretiyle kabul etti. Gerçi bir hafta değil, on iki günde kitabı bitirip götürdü. Matbaacı da buna karşılık bir seferde yirmi lirayı verdi.

      Haydi bakalım, bu parayı aldığı zaman şu Rakım Efendi’nin ne kadar sevinmiş olduğunu kim hesap edebilir?

      Boşuna kimse hesap etmeye kalkmasın. Biçare Rakım o zamana kadar bu kadar parayı Galata’da sarraf kutularından başka bir yerde görmemişti. Hele bir gün kendi el emeği olarak bu kadar paraya sahip olabileceği ihtimalini -gerçi arzu eder idiyse de- hiç düşünmemişti. Şimdi bu serveti, bu hazineyi avcunun içinde görünce hâlâ kendisinin olduğuna inanamamıştı. Bir hayli düşündükten sonra bu hazineye gerçekten sahip olduğunu anlayınca sevincinden gözlerinden dolu taneleri gibi akan gözyaşlarını tutamamıştı.

      Ne o? Şaşırdınız mı? Hey kardeşim hey! İçinizde Rakım gibi büyümüş adam varsa düşünsün baksın. El emeği olarak ilk kazandığı paraya ne kadar sevinmiştir, bir hatırlasın. Bir adamın yirmi lirası olamaz mı? diye düşünmek boşunadır. İşte ömründe yirmi lirayı görmemiş, yaşamak için ne lazımsa yerine getirmiş ve ömründe çalışmaktan hiç geri durmadığı hâlde ilk defa olarak bu parayı kazanmış olan kişi, bizim Rakım Efendi’dir.

      Biçare oğlan paraları alınca hemen evine koşup sadık dadısının önüne koydu. Ne dersiniz? Dadı kalfa bunları görünce çok bozuldu ve “Aman beyim! Bunları nereden buldun? Sakın!..” diye âdeta onun bunları bir yerden çalmış olabileceği zannına düştü. Ancak Rakım paranın kaynağını ve nereden aldığını dadı kalfaya anlatarak onu kendisinden daha ziyade memnun etmişti. Bunun ardından dadı kalfa, “Ah! Validen sağ olsaydı da senin böyle dört kese parayı birden kazandığını görseydi! Mevla rahmet eylesin!” dediği zaman kendini tutamayıp ağlamaya başladığı gibi, Rakım dahi yine ağlamıştır.

      Sonra şu ilk servetin nasıl harcanacağını düşünmeye başladılar. Zira biz Rakım’ın bu kadar paraya ilk defa olarak malik olduğunu söylediysek de kendisini açgözlülük gibi bir şeyle itham etmemiştik. Bilakis Rakım fakirliği içinde tok gözlü olarak büyüdüğünden eline para geçtiği zaman onu kısmayarak yerinde harcardı. Parayı bir saadet kaynağı olarak bilir ve böylece mutlu olma yolunda sarf etmek için kazanmayı da severdi. Kendi dadısı, “Beyim! Bana kalsa bu para ile birkaç kat elbise alırdık da halk içinde temiz temiz gezerdik.” dediyse de Rakım, “Hayır dadıcığım! Benim üstüm başım bana yeter, birinci iş seni artık halka hizmet etmekten kurtarmaktır. Zira sen artık ihtiyarladın.” diye paranın yarısıyla ayda iki yüz elli kuruş vermek üzere dört aylık taksitle onun borcunu ödemişti. Diğer yarısıyla da pek ziyade haraplaşmaya başlamış olan evlerini tamir ettirdiler.

Скачать книгу