Cinci Hoca. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cinci Hoca - M. Turhan Tan страница 19

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cinci Hoca - M. Turhan Tan

Скачать книгу

göğsünüze, eteğinize musallat olan cinler kaçıp gittiler. Onların ayak yeli valide sultan hazretlerine ağırlık vermiştir. Telaş buyurmayın, şimdi uyanır. Güzel güzel düşler gördüğünü bilmesem küçük bir öksürükle kendisini ben de uyandırırdım.”

      “Ay annem düş mü görüyor şimdi?”

      “Belki babanızla bir aradadır. Ben öyle seziyorum.”

      O sırada Sümbül Ağa içeri girerek müneccimbaşının pusulasını uzattı. Yıldızların dilini çok iyi bilmekle tanınmış olan Hüseyin Efendi, güneşin esed burcunda birinci dereceye hulul etmekte bulunduğunu yazıyordu. Cinci Hoca, pusulayı okur okumaz kaşlarını çattı.

      “Âlâ!” dedi. “Hemen muskayı yazayım. Siz de kuyumcubaşına haber yollayın, hazır bulunsun, göndereceğim resmi altın bir levhaya geçirsin.”

      Bu muhavere, Kösem Sultan’ı uykudan uyandırmıştı. Lakin örtüyü başından atamıyor, sesini çıkaramıyordu, geniş bir nefes alabilmek için Cinci Hoca’nın müsaadesini bekliyordu.

      Molla Hüseyin, kadıncağızın uyandığını sezerek bu müsaadeyi verdi.

      “Ey ulu hatun!” dedi. “Oğlun selamete çıkıyor, gözün aydın! Sen de artık serbestsin, örtüyü at, yanımıza gel.”

      Ve valide sultan, havasızlıktan ter içinde kalan tombul yüzünü açarken çapkın bir tebessümle ilave etti:

      “İyi bir düş gördün, rahmetli eşinle oynaştın, değil mi?.. Bu iyiliğimi unutma, beni hatırından çıkarma.”

      Yirmi üç yıl süren bir dulluk devresinin her heyecanlı gecesinde kocasını rüyasında görmeyi -tabiri caizse- itiyat edinmiş olan Kösem, bir iç çekilmesinden, bir ımızganmaktan ibaret olan deminki dalgınlık sırasında da aynı düşün hazzını tatmıştı. Hocanın bu en mahrem hakikate parmak koyuvermesi kadıncağızın yüzünü pembeleştirmekle beraber Cinci Hoca hakkında henüz mütereddit duran düşüncelerini de düzeltti, içine sarsılmaz bir iman getirdi. O, düzenci mollanın çok basit bir sözden, “Dervişin fikri ne ise zikri de odur.” meselinden ilham alarak keramet tasladığını ve keşfinin doğru çıkmaması hâlinde hiç sıkılmadan “Sen şeytani rüyalar gördün. Uyanınca unutman tabiidir!” deyip işin içinden sıyrılacağını takdir edemezdi, o sebeple herifin gaipten haber verebildiğine inanıvermişti.

      Molla Hüseyin bu pek sade buluşla zeki Kösem’i de hayrete düşürdükten sonra meşhur talii esed muskasını çizmeye girişti. Cine, periye inananlarla fala, remile, cifre, havasa ait risaleleri, kitapları okuyanlarca malum olduğu üzere bu muska kuyruğu kabarmış ve bir çakıl taşını ısırarak iki parçaya ayırmış bir aslan resmini ihtiva eder. Aslanın önünde bir yılan bulunur ve yılan, o kuvvetli mahlukun ayaklarından yüzüne doğru süzülmüş, ağzını onun ağzına doğru açmış olarak tasvir olunur. Yılanın arkasında bir akrep bulunmak da şarttır.

      Cinci Hoca, Rafaillerin, Leonardoların, Hansların, Peterpollerin ruhunu azaba, ızdıraba düşürecek bir liyakatsizlikle ve pis bir kâğıt üstünde bu gayritabii sahneyi çizmeye çalışıyordu. Aslan onun beceriksiz kalemiyle yarı öküz, yarı keçi gibi bir sima alıyordu. Yılan yapraksız bir dal şeklinde vücut buluyordu, akrep de sümüklü böceğe benzeyerek teressüm ediyordu.

      Fakat o, vakur bir pervasızlıkla bu kepazeliği yaratmakta devam ediyordu. Bir çiçek resmi yapıp da ona “aslan” dese inandıracağına emniyeti vardı. Çünkü ecinni diyarında aslanların çiçek kılığında yaşadıklarını söylemesine mâni yoktu.

      Nitekim Kösem’le oğlu da onun yarattığı aslanla yılanı ve sümüklü böcek biçimindeki akrebi, küçük bir itiraza cüret edemeden, hayran hayran seyrettiler ve lütfen yaptığı izahı da tam bir imanla dinlediler. Molla Hüseyin, muskanın manasını şöyle anlatıyordu:

      “Buradaki aslan, esed burcuna giren güneşin remzidir. Şevketlu hünkârın da timsali aslandır, talihi güneştir. Yılan, insücinden velinimet efendimize düşmanlık edecekleri gösterir. Akrep, yılana zehir veren mahluktur, burada düşmanın meramı demektir. İlm-i azayime göre okuduğum dualarla yılanı aslanın karşısında felce mahkûm ettim. Akrep de can çekişmek üzeredir. Şimdi kuyumcubaşı bu resmi altın bir levhaya geçirip bana verecektir. Ben de onu kırk bir bin salavat, doksan dokuz bin İsmi Azam duası okuyarak gül suyu içinde halledilmiş zafrana sokup çıkaracağım, sarı atlasa sarıp daire-i kübranın ortasında cinnî teşrifatla şevketlu efendimizin mübarek boyunlarına asacağım. Ondan sonra yanınıza ne cin gelir ne peri!”

      Resim, besmelelerle tutularak ve baş üzerinde taşınarak kuyumcubaşına götürülürken Deli İbrahim sordu:

      “Ya benim odadaki cinler ne olacak hoca efendi?”

      “Onları ben şimdi süpürge sopasıyla kovacağım.”

      Deli İbrahim, bir iki kere yutkundu, gözlerini sağa sola çevirerek uzunca ve muzdarip bir düşünce geçirdi, sonra çekine çekine Molla Hüseyin’e sokuldu:

      “Cariyeleri hizmetime çağırmaya izin var mı? Cinlerle bu işi de konuşmayacak mısınız?”

      Molla Hüseyin, koynundan bir parça çördük daha çıkardı, bir bardak su ile hünkâra yutturdu ve valide sultanı “Siz taşraya buyurun.” sözüyle odadan uzaklaştırarak kadıncıl deliyi karşısına oturttu, bir sürü şeyler okuyup üfürdü, adamcağızı nefesinin kuvveti ve sıcak yeli altında bir iyi bunalttıktan sonra ellerini tuttu:

      “Mehlikayi Efsuni yanımızdadır. İradene ram olacak cariyeyi benim gözümde sana gösterecektir. Sıdk ile, hulus ile gözüme bak.”

      Deli İbrahim, zayıf gözlerini mollanın kıvılcımlı gözlerine dikti, orada mutlaka bir kadın yüzü göreceğine inanarak uzun uzun baktı ve birden haykırdı: “Gördüm hoca efendi, gördüm!”

      “Kimi?”

      “Kör Süleyman Paşa’nın yolladığı mavi gözlü kızı!”

      “Adı ne bu kızın?”

      “Turhan.”

      “Öyle ise bu gece onu hizmetine çağır. Mehlikayi Efsuni’den söz aldım. Sana yetmiş yedi erkek kuvveti verecek. Artık merak etme.”

      Cinci Hoca’nın keşfi doğru çıktı, Deli İbrahim o gece Rus güzelliğinin müstesna bir numunesi olan Turhan’la baş başa kalmaktan memnun oldu. Molla Hüseyin’in yaman bir bilgiç olduğuna inanmakla beraber oğlunun hüsrandan kurtulacağını henüz şüpheli bulan valide sultan, cin imparatoriçelerinden birinin işaretiyle sekiz yüz halayık içinden seçilip gerdeğe koydukları Turhan’ın son günlerde birçok halayığa yapıldığı gibi dayak atılarak kapı dışarı edilmesini bekliyordu. Fakat genç Rus kızı girdiği yerden kovulmadı, sabaha kadar omzuna yükletilen vazifeyi gördü ve ancak gün doğarken efendisinin yanından ayrıldı, kızıl bir yorgunluk içinde Kösem’in yanına gelip el öptü.

      Bu hadise saray halkını sevinç içinde bıraktığı gibi Kubbealtı’nı da neşeye boğmuştu. Herkes cinler elinde kudretini kaybeden hünkârın selamete ermesini canla başla alkışlıyordu,

Скачать книгу