Can Pazarı. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

dudaklarından fışkıran kahkahayı tutamayarak: “Sana saf demek artık az gelir. Zavallılığını anlatmak için dört ayaklı bir kelime arayacağım.”

      “Anlayamadım… Niçin?”

      Bedestenli sol elini yumup başparmağı ile işaret parmaklarının kıvrılmalarından peydah olan deliğin üzerine sağ avucuyla patadak vurarak: “Seni işte böyle mantarlamışlar da onun için…”

      Tacir büyük bir şaşkınlıkla: “Neremden mantarladılar? Ben hiçbir şey duymadım.”

      “Şimdi duyarsın… Bu broş camdır, altmış kuruş etmez…”

      Karadenizli birdenbire afallama ile burnundan soluyarak: “Sahi mi dersin?”

      “Sana yalan borcum yok…”

      Zavallı adam üzerine yıkılmak için yerde bir iskemle arayarak: “Neremden mantarlandığımı anladım şimdicik…”

      6

      Üç delikanlı karşıdan bu tavcılık faciasını seyrederken Veysi birkaç defa “Şu Karadenizliyi uyandıralım, herifçeğizi fena yakacaklar.” demiş fakat Maşuk’tan: “Bırak sen de… Mademki bu andavallı herif cebinde birkaç yüz lira ve bu akılsız kafasıyla buralarda dolaşıyor, nasıl olsa o, soyulmaya mahkûmdur. Şimdi bu dünyada aldanana, soyulana, yanana, ölene acıyan kaldı mı? Şimdi, herkes ne şekilde olursa olsun her gördüğü maceradan kendine bir pay çıkarmanın yoluna bakıyor. Adaletçilik sana bana mı kaldı? Böyle davalara bakmak için kanunlar yapılmış, daireler açılmış, nazırlar, memurlar tayin olunmuş. Buralarda tavcılar, mantarcılar sürü ile kol geziyorlar. Bunları çarşı polisleri de tanıyor, bekçileri de, esnafı da… Merkezlerin, müdürlüklerin, hapishanelerin bir kapısından girip öbüründen çıkıyorlar. Bu da hatırı sayılır bir meslek şekline girdi. Herifler büsbütün serbest işlerini görmek için neredeyse esnaf tezkeresi alacaklar. Sen elini pantolonunun cebine sokup da bir yoklasana… Bakalım ne tutuyorsun?”

      Veysi: “Dün akşam Necibe’den birkaç kuruş vurdum ama bugünlerde pek tırılım.31 Cebime sokunca elime geçecek şeyi ben bilirim, söyletme.”

      Muhsin: “Benden de al o kadar…”

      Maşuk: “Karşımızda beş altı yüz liralık bir dalavere dönsün de hayvan gibi seyirci kalıp biz buna parmak sokmayalım! Yazık bizim gençliğimize, şehirliliğimize, açıkgözlülüğümüze… Böyle bir iş karşısında polislik vazifesine kalkışmak ahmaklıktır… Lüpe bakalım yavrum… Var mı çırpıntı? Var mı anafor? Var mı aşırıntı? Şurada birini soyuyorlarmış. Koş hırsızı yakala… Neme lazım benim vurayım vurulayım! Polisin işine karışıp da ne alacağım? Bu herifler az mı polis yediler? Ben yaralanırsam büsbütün kim vurduya giderim. Bu asırda asri kafa lazım. Yoksa bayır turpu gibi dikilirsin baş aşağı kozalaklı tarlaya…”

      Muhsin el çırparak: “Anlayana sivrisinek sazdır, anlamayana davul zurna azdır. Evet, laflarının ehemmiyetini çakıyorum. Her ne olursa olsun evvela ceplerimizi, sonra karınlarımızı doldurmalıyız. Bunun için kâinatı bu gözlük altından görmek icap eder.”

      Veysi: “Öyle olsun, kabul ettik. Söyleyiniz bakalım bu mantarcı alayına nasıl çatıp da kârına ortak olacağız?”

      Bu üç delikanlı konuşmaya giriştiler. Belki dağ başlarında en azılı çetelerin çekirdekleri işte böyle meydana gelirdi.

      Karadenizliye cam broşu altı yüz liraya çaktıktan sonra mantarcılar polisin peşlerine düşmesinden kurtulmak için hemen dağılmak üzere iken Maşuk:

      “Şimdi ne yapalım? Üçümüz de bunların arkalarından giderek her birinin ayrı ayrı peşlerine mi düşelim?”

      Veysi: “Hayır. Paralar Boğmaklı Reşide’de. Ötekiler bu cennetlik hatunun peşinden gitmek zorundadır. Önce nereye dağılırlarsa dağılsınlar, sonra hepsinin bir yerde toplanacakları muhakkak.”

      Muhsin: “Ben öyle sanmıyorum.”

      Veysi: “Ne demek istiyorsun?”

      Muhsin: “Paralar Patlıcan Ahmet’te.”

      Veysi: “Sözü uzatmaya vakit yok. Öyleyse sen bizden ayrıl. Patlıcan’ın peşine takıl. Fakat herif çekirgeye benzer. Peşine düştüğümüzü anlarsa bizi bir paraya satar.”

      “Zor satar. Tavcılıkta onun kadar emeğim yok ama aklım daha ziyade erer, gözlerim daha ziyade seçer, bacaklarım daha iyi seker. Nerede olsa kaçırmam, enselerim, tayyareye atılsa billahi ayaklarından asılır, salıvermem.”

      Muhammin Sadık Efendi, namıdiğer Patlıcan Ahmet, bu yüzlü astarlı tavcı, Bedesten Kapısı’nda Karadenizliyi kolayca sattıktan sonra hemen Boğmaklı Reşide’nin arkasından yetişerek vurgun parayı onunla çarçabuk paylaşmıştı. Muhsin’in iddiası bu idi. Ötekiler bu iddiayı kabul etmeyerek paranın tamamıyla Boğmaklı’nın yanında bulunduğu hakkındaki kanaatlerinde inat edip duruyorlardı. Onun için Muhsin, Patlıcan’ın arkasından gitti. Maşuk ile Veysi, cennetlik hatunun adım adım peşine düştü. Şehla Safinaz ile Moloz Agâh’ın nereye savuştuklarına hiç ehemmiyet vermediler.

      Reşide, biraz evvel oynadığı ağır vücutlu kocakarı rolünün tersine çelik bacaklı bir tulumbacı kesildi. Kuvvetli adımlarla kalabalığı yararak koltuğunda ufacık bir bohça ile kaçıyordu. Çarşının yan sokaklarından Kalpakçılarbaşı’na çıktı.

      Maşuk ile Veysi kaçak kadını daima ortalarında bulundurmak için caddenin iki yanında yürüyorlardı.

      Karı bir dalga gibi çarşıyı boyladı. Dışarı çıktı. Nuruosmaniye Camisi’nin kapısından içeri girdi. Hemen sağa döndü. Umumi helaların birkaç basamak kirli basamaklarından atlayarak dışarıya ağır bir pis koku dağıtan kapıdan içeri girdi.

      Her eski şeyi altüst eden zamanın hâli, erkekler için olan helalara kadınların girmelerine engel olan utanma ve âdeti de yavaş yavaş ortadan kaldırıyordu. Buralara birkaç zamandır kadınların da aynı işi görmek için girdikleri görülmeye başlanmıştı.

      Veysi telaşla arkasına yaklaşarak “Boğmaklı’nın buraya sıkışarak girmediğine eminim. Görürsün bir şeytanlık yapacak… Sen burada kapı önünde bekle, ben içeri gireyim. Karı lağımdan fare gibi kaçmasın.” dedi, hemen yürüdü.

      Reşide, genç ihtiyar, elleri uçkurlarında birkaç erkeğin arasından geçerek ta köşedeki loş helaya koştu. İçerisini tamamıyla örtemeyen o yarım murdar tahta kapıyı üzerine kapadı. Öteki helalar tekmil dolu idi. Oraya önce gelenlerin sırasına göre bekleyenlerin arasında Veysi nöbet bekliyordu.

      Caminin yapıldığı zamandan beri birikmiş olan o dayanılmaz kokuyu önlemek için yenilenmesi düşünülmeyen o eski kuburlardan taşan kusturucu hava nefesleri tıkıyor, gözlere yaş getiriyordu.

      Buradan uçuşan sinek alaylarının yakınlardaki aşçı ve tatlıcı dükkânlarına yayılarak sağlığa aşıladıkları gizli hastalıklar, felaketler işle alakalı olanlardan acaba şimdiye kadar

Скачать книгу


<p>31</p>

Tırıl: Beş parasız, züğürt. (e.n.)