Can Pazarı. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

payı olarak işte bugün karnını doyuruyorum ya…”

      “İhsanını ballandırma… Bir ciğer tavasıyla yarım porsiyon pilakiye insan karnında bu kadar büyük sır saklayabilir mi?”

      “Vallahi Muhsin gece gündüz hiç boş durduğum yok. Vücuttan düşüyorum. Bir mahallede ne kadar çok ırzı bozuk karı olursa delikanlıları o kadar güçten düşüyor. İstersen elimdeki avlardan birkaçını sana ciro edeyim.”

      “Hımbıl, karı hususunda beni kendi cömertliğine muhtaç mı sanıyordun? Karı çok… Fatih Parkı’na doğru yürü, hepsinin göğüslerinin eliflerine kadar suratları açık… Beğen beğen de beğendiğini al. Fakat onlar bana para vermiyorlar, benden istiyorlar. Bu yosmaları sızdırmaya senin gibi benim suratım tutmuyor. Bak sana bakılınca ne ahlaklı çocuğum.”

      “Maşallah, peh peh…”

      “Sen bu nazlılara ne kantin atıyorsun6 bilmem, ben de senin gibi irat7 karı istiyorum. Kuru sevda ile karın doymuyor.”

      “İnsan gönlü için sever, kesesi için sever, öteki için sever.”

      “Ben böyle senin gibi hesapla biçim biçim sevemem. Ben sevmeden duramam. Ne rast getirebilirsem onu severim. Gönlüm tıpkı döner kebabına benzer, durunca yanar.”

      O aralık, delikanlıların yanı başında lavaboda ellerini yıkayan bir müşteri bütün genzinin kaba kuvvetiyle sümkürerek gırtlağını kökünden kazıya kazıya, koyu koyu birkaç defa tükürür.

      Yakın masalardaki suratlar iğrenerek ekşileşir. Muhsin bu terbiyesizliğe dayanamaz, herkesin nefreti namına ağız açarak: “Çüş be herif… Lokantada olduğunu unuttun galiba… Kendini başka yerde sanıyorsun.”

      Lavabo başındaki müşteri burnunun bir deliğini parmağının ucuyla tıkayıp ötekiyle iğrenç bir zurna daha öttürdükten sonra:

      “Ne olmuş?”

      “Herkesin lokması boğazında kaldı. Âlemi kusturacak mısın?”

      “Vay anasının nazik evladı… Ulan senin ağzın burnun yok mu? Sen sümkürüp tükürmez misin?”

      “Benim ağzım burnum var, daha başka aletlerim de var. Lakin her birinin kullanılacağı yer başkadır. Bunu şehirde yaşayan her insan bilir, yalnız eşekler bilmez; ahıra mahsus nesnelerini dışarıda insanların önünde kullanmak küstahlığına kalkarlar. Herkesin ağzı, burnu vardır. Fakat bir lokantanın, bu iki deliğin iğrenç gürültülerle boşaltılacak bir yer olmadığını bilmeyenlere terbiyesiz denir, hayvan denir.”

      “Hayvan babandır.”

      “Babam benden bir gömlek hariçtir. Sen hayvanın ta kendisisin eşek herif…”

      Lokanta müşterileri iki taraf olur. Az bir kısmı sümküreni affeder, çok kısmı Muhsin’e hak verir.

      Prostelalı,8 koca karınlı, beyaz pos bıyıklı aşçı, elindeki kepçe ile her porsiyonu dirhemine kadar tartarak tabaklara yemek koymakla uğraşırken: “He efendim, lavaboya su yetiştiremiyoruz. Bazı müşteriler bilirsiniz sanki bunda yarım bir banyo ederler. Dirseklerine kadar ellerini yıkarlar. Kabil olsa, utanmasa ayaklarını da yıkayacak. Bu kimselerin evlerinde su yoktur acep? Bunda cami musluklarını görmezler? Sessizce yıkansa babasının canına rahmet… Hayır, burnuyla zurna çalar, boğazıyle hır hır eder. Ne pis balgamlılar vardır canım… Müşteridir ne dersin? Cebinde iki kap yiyecek kadar paran vardır ama kafanın içinde böyle temiz bir lokantada oturup taam yemeğe kâfi terbiyen yoktur deyi suratına karşı suval olunur hiç?”

      Herkes fikrini söyledi. Gürültü şiddetli devrini geçirdi. Kapıdan içeri genç bir müşteri girdi.

      Muhsin, tabağının içindeki son salçaları ekmeğine içirmekle uğraşan arkadaşını dürterek:

      “Bak, kim geliyor?”

      Veysi başını kaldırarak: “Maşuk Ahmet…”

      Gelen, kendisine sırıtan bu iki suratı gördü. O tarafa yürüyerek sordu:

      “Yanınızda yer var mı?”

      Muhsin: “Şuraya, uca sıkışırsan…”

      Maşuk Ahmet: “Yahu, bütün lokantalar dolu… Yol üstüne kadar iskemle atıp masa koyuyorlar, yine oturacak yer bulunmuyor.”

      Veysi: “Bunun neden olduğunu bilmiyor musun?”

      “Açlıktan başka neden olabilir?”

      “İstanbul’da aç çoktur ama hepsi lokantaya gidemez. Bu kalabalık dün aylık çıktığı içindir.”

      Muhsin gülerek: “Ulan sen aylık çıktığı için mi geldin? Parayı dün akşam karıdan aldın.”

      “Hacının aylığı çıktı. Ben karıya ay başlarında uğrarım.”

      Veysi, yemekten şişmiş yarım avurduyla: “Hoş geldin Maşuk, nasılsın? Keyfin dızlak mı?”

      Maşuk, duvar ile masa arasına sıkışıp yemek listesini süzerek: “Bir terbiyeli paça gel…”

      Bu emri gürültüye karışır.

      Paçayı bekleme arasında Veysi:

      “Maşuk neredesin? Gözükmüyorsun.”

      Maşuk, dalgın dalgın:

      “İşim var da…”

      “Ne işi?”

      Muhsin dudak ucunun alaylı gülümseyişiyle: “Ay bilmiyor musun? Onlar şimdi tavcılığa başladılar. Anası babası hep evcek çalışıyorlar…”

      “Alay etme be… Kanun, nizam dairesinde bir iş… Buna tavlacılık9 mı denir?”

      Muhsin: “Yakında on bin liralık bir paraya konuyorlar…”

      Maşuk: “Yok canım, işi büyültüyorlar. Üç, dört bin lira belki…”

      Veysi: “Üç dört bin lira fena mı ulan? Beş lira için ananın saatini rehine koyduğunu unuttun mu? Şimdi neden böyle paket dolusu paraya dudak büküyorsun?”

      Muhsin: “Zenginlik öyledir. İnsan buldukça bunar. Kocakarı ölmedi mi daha?”

      Maşuk: “Bırak Allah’ını seversen… Ben hiç böyle kertenkele karı görmedim. Şimdi ölüyor sanıyorsun, diriliyor. Bize, bir hafta yaşamaz dediler, iki ay oldu. Cadı gittikçe sırımlaşıyor. Ölmeye hiç niyeti yok.”

      Veysi: “Bu ne iştir? Birisinin ölümünü mü üstünüze aldınız?”

      Muhsin: “Hah, işte şimdi iyi buldun. İşte

Скачать книгу


<p>6</p>

Kantin atmak: Palavra, yalan söylemek, aldatmak. (e.n.)

<p>7</p>

İrat: Gelir getiren. (e.n.)

<p>8</p>

Prostela: Önlük. (e.n.)

<p>9</p>

Tavcı: Yurt dışından geldiğini söyleyerek üzerindeki değeri düşük altın veya mücevherleri çok değerli gösterip dolandırıcılık yapan kimse. (e.n.)