Can Pazarı. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

avantanın içine girmişsiniz ya… Zihni açık, ayağı tetik, eli çabuk bir yardımcı isterseniz o da benim.”

      Maşuk: “Teşekkür ederiz, yardımcı lazım olacak bir iş değil.”

      Veysi: “Kârınızı kimse ile paylaşmak istemiyorsunuz… Pekâlâ… İşi anlat da bakalım, dünyada neler oluyor öğrenelim.”

      Maşuk: “Şimdi karnım aç, canım hiç laf etmek istemiyor. Bizim terbiyeli paça nerede kaldı? (Haykırır) Paça nerede?”

      Garsonun biri ötekine bağırır:

      “Beyin paçasını…”

      Muhsin gülerek: “… Köpek ısırdı.”

      Maşuk: “Alay etme be… Karnım o kadar aç ki şimdi bir tarafından kavrarım ha…”

      Muhsin: “Benim sinirli vücudumun neresinden kavrayacaksın? Yamyamlığın varsa (Agavni’yi göstererek) şu matmazelin gevrek bir tarafını seç…”

      Maşuk bütün açlığıyla kıza bakarak: “Ah anam, onun her tarafı köftelik, her tarafı ilik…”

      Veysi: “Maşuk, doğru söyle, matmazeli yemene izin verseler, ne tarafından başlarsın?”

      Maşuk: “Bilmem, pek oburluğum var. Gerdan söğüşünden mi?”

      Muhsin: “Tatlı dilinden mi?”

      Veysi: “But kızartmasından mı?”

      Maşuk: “Vallahi açlıktan ağzım sulanıyor, imrendirip durmayınız be… (Agavni’ye haykırarak) Matmazel, hani bizim paça?”

      Agavni, aşçıya seslenerek: “Beyin paçası…”

      Muhsin: “… Boklu …”

      Kız, bu iğrenç kelimeyi işiterek yüzünü ekşitip kaçar.

      Maşuk: “Yut be… Lokantanın içinde böyle laf söylenir mi? İşte kızı kaçırdın.”

      Agavni, uzaktan: “Sirke sarımsak ister?”

      Maşuk yavaşça: “Gel de şimdi buna ‘minimini mintoni’ deme bakalım. (Hızlı) İster ister, terbiyeli dedik a…”

      Sonunda paça gelir. Maşuk, yutkuna yutkuna kızın yüzüne bakarak: “Bak, bunlar bana ne diyorlar?”

      Agavni: “Kıyak bir laf ediyorlar?”

      “O kadar karnın açsa matmazeli ye diyorlar.”

      Agavni yapmacık bir korku ile yüzünü avuçları içine alarak: “Ah aman ‘mega’10 ben bu ağzı kullanan adamlardan korkarım. (Uzaklaşarak) Aman kaçayım bana yiyecekler.”

      Muhsin: “Kaçma kaçma. O, pisboğazlılığından söylüyor. Tencerede erkek kıvırcık eti dururken maryayı ne yapacağız!”

      Veysi haykırır:

      “Matmazel bir şarap getir.”

      Agavni tencerelerin başındaki patrona: “Bunlara şarap vermeyelim.”

      “Ne için vermeyecekmişiz?”

      “Çünküm bu ipsizler zaten saroşa benziyorlar, birkaç da şarap atarlarsa bilirsin dükkânın dibini üstüne getirirler.”

      “Boş laf etme Agavni… Ben onların midelerine acıyacağım? Ben şarap satacağım, ben aksatama bakarım. Ver şu tezgâhın altındaki bozuk şaraptan… İstedikleri kadar içsinler. Ne bok olurlarsa olsunlar. Meyhaneci müşterinin sıhhatini düşünür hiç?”

      “Bu çapkınlardan biri beni yemek istedi.”

      “Bu ne biçim laftır? Sen kendini listeye koydun matmazel? Porsiyonun kaçadır?”

      “Dur ki lafımı bitireyim, biri beni yemek istediyse öteki de ‘Tencerede kıvırcık eti varken hiç marya yenir?’ deyi cevap etti.”

      “Çok hımbıl şeylerdir, tenceredeki etleri kıvırcık sanorlar? Bozuk şarabı götür ‘fino’ içkidir diye daya onlara…”

      “Çapkın oğlan beni yemeyi bir kerek (kere) fikrine koydu, iki kadehten sonram ya bir tarafımdan hap ederse?”

      “Agavni sen de cilveyi pek ileri götürdün a… Lop tarafından birkaç hap ederlerse ben de sana oh diyeceğim.”

      “Yağma yok kuzum.”

      “Bilirim, bilirim… En tatlı tarafını belalı sevgilin Agop’a saklarsın. Türklere çerezliklerini peşkeş verirsin.”

      Agavni kadehleri doldurup götürür.

      Muhsin, ikinci yudumdan sonra:

      “Matmazel yanlış getirdin be… Şarap koyuyorum diye sirke şişesini boca etmişsin.”

      Agavni: “Yanlış değildir efendim, yıllanmış fino şaraptır. Herkese vermeyiz. Bunları dostlar için ayırt etmişizdir. Sen ağzının tadını bilmiyorsun. Şaraba bahana bulorsun.”

      3

      Üçü de Kaspar Ağa’nın bozuk şarabıyla lokantadan oldukça çakırkeyif çıktılar. Bir sıraya kol kola girdiler, fesleri eğdiler. Bir şeyler aramaya gidiyorlar; “bir para” diyenin üstünde kalacaklardı.

      Rastladıkları birkaç kadına sulandılar, kendi hâlinde giden bir iki kişiye omuz vurdular.

      Kuyumculardan geçerken camekânlarda pırıldayan gerdanlıklara, broşlara, bileziklere, küpelere, yüzüklere bakarak Maşuk dedi ki:

      “Memlekette emniyet yok, emniyet yok diyorlar. Bu iddiaları doğru olsa yüzlerce lira değerindeki bu elmaslar böyle pırıl pırıl sokakta durur mu?”

      Muhsin, dirseğinin ucuyla arkadaşının böğrünü kakıştırarak: “Ulan, böyle hıyar gibi laf etmesene…”

      “Hıyar ile lafımın arasında ne benzerlik buluyorsun bal kabağı?”

      “İkisi de tuzlanmadan yenmez.”

      “Tuzlayayım da buyur bakalım, lafımı nasıl tenavül11 edeceksin göreyim.”

      “Elmaslar sokakta değil, cemekânın içinde duruyor.” “Camekân nerede duruyor?”

      “Dükkânın önünde…”

      “Dükkânın önü nerede duruyor?”

      “Ananın örekesinde…”

      “Anamı lafa katarsan işe ben de babamı sokarım.”

      Veysi ikisini de omuzlarından tartaklayarak: “Haydi be… Haydi be… İkiniz

Скачать книгу


<p>10</p>

Mega: Aman Tanrı’m. (e.n.)

<p>11</p>

Tenavül: Yemek, yutmak. (e.n.)