Şıpsevdi. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Şıpsevdi - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Şıpsevdi - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

ve işaretlerden yapılma bir çeşit lisan peyda olmuştur. İcabında kamçının o şakırtılı ucu belagatli ve tesirli cümleler söyler. Dikkat edilse hayvanların da aynen arabacı gibi, hareket için öttürülecek düdük sesini bekleyerek kulak kabarttıkları görülür.

      Düdük ötünce beşi birden gayretle vazife görmeye girişirler. Geçim derdi o adamı bu hayvanların gördüğü işin başına geçirmiş. Biri sürecek, ötekiler çekecekler. Kaderin hikmeti bunları işte ortak etmiş. İspir yaşamak, belki birkaç çocuğunu da yaşatmak için kırbacı eline almış, o esirliğe mahkûm hayvanları yürütüyor. Ekmek parası sağlamaya uğraşıyor. Düdük ötünce bunun yürümeyi emrettiğini beşi de biliyor. Ama beygirler, gezgin bir eve benzeyen o koca arabayı akşama kadar belli bir yere niçin getirip götürdüklerini biliyorlar mı? Bu hayvanları bırakalım da kendimizi düşünelim. Başlangıcından sonuna kadar bu yaşama güçlüğünü niçin çektiğimizi biz biliyor muyuz? Varlığımızı, yokluğumuzu baştan ayağa kuşatan yaratılışın halli güç sırlarından hangi birini halledebiliyoruz? Tahammül derecemizi sormaksızın bizi beladan belaya götüren kaderi ispire, zayıf sırtımızdaki hayat yükünü tramvaya benzetirsek bizim de o hayvanlardan hiç farkımız kalmaz.

      İnsanlar bir düşkünlüğe, bir üzüntüye uğradıkları vakit olanca öfkelerini kendilerinden aşağı durumda bulunan zayıf kimselerden çıkarmak, güçleri erdiği mahlukları o kızgınlık ve düşmanlıkla insafsızcasına ezmek yaratılışındadırlar.

      İspirin dişi, başı ağrıdığı, bir şeye canı sıkıldığı, manen ve maddeten ızdırap duyduğu günler kaderine karşı kızgınlığını beygirlerden çıkarmak ister, o gün kamçıyı fazla vurur. Zavallı hayvanlar, çekme vazifelerini her günkü gayretle yapmaya çalıştıkları hâlde, o gün dayağı niçin fazla yediklerinin sebebini anlayamazlar. Akıl ve anlayışça kendi aşağısında gördüğü bazı kimselerin nasıl olup da talihin müsaadesiyle refaha eriştiklerinin sebebini de ispir anlayamaz.

      İspir, bu beş on dakikalık istirahat fasılasına kavuşmaktan gene de bahtiyardır. Zavallı biletçi için hiç nefes alacak vakit yoktur. O biçare, tramvay durunca doğru idare şubesine, hesap memurunun karşısına gider. Bu hesap, ahiret hesabından daha güçtür. Çünkü ahiret hesabı ne kadar ince olursa olsun, bir tek defa sorulacaktır. Bu, her gün, hem de tekrar tekrar sorulur. Çantada bulunan para satılan biletlerin sayısıyla karşılaştırılacak. Bu ince hesap kontrol memurlarının cetvele al, mor, hasılı renk renk kalemlerle teftişi gösteren işaretlerine uygun düşecek… Çıkacak noksanı keseden ödemekten başka çare yok.

      İspir, yalnız idare ettiği hayvanlara meram anlatacak. Zavallı biletçi, her seferde sayısını kestirmek kabil olmayan garip tabiatlı, meram anlamaz birçok adama söz dinletecek, nefes tüketecek.

      İspir kahvesini içmekle, biletçi hesabını vermekle uğraşırken hayvanların idrarından meydana gelen gölcüklerden uçan ağır kokuların, sineklerin içinde, güneşin altında dinleniyor gibi duran tramvaya tek tük müşteri binmeye başladı: Evvela iki kadın bindi. Bunlardan biri erkeklerle kadınlar tarafını ayıran tahta bölmenin kirli keten perdesini indirerek “Her zaman da bu perdeyi açık bırakırlar. Ne zaman tramvaya binsem mutlaka elimle ben kaparım. Bu tramvaycılar ne tembel adamlardır. Yalnız tırınk tırınk para almasını bilirler. İş görmesini değil… Bunlar maliye kâtipleri gibi veresiye çalışmazlarmış, aylıklarını peşin alırlarmış. Bizim mahallede bir biletçi var, karısına bir kâtipten daha iyi bakıyor. Evceğizini bilsin, getirsin, götürsün de varsın biletçi olsun. Ne var? Sanki ben kızı mümeyyize verdim de ne oldu? Senede dört defa aldığı aylığı tıraş parasıyla fotininin lostrasına yetişmiyor. Bizim paşalar bu tramvay direktörleri kadar olamıyorlar. Bak o nasıl ediyorsa ediyor, hep bu çalışanların aylıklarını zamanında veriyor… Hanım, duydun mu? Bizi idare etmek için buraya Frenk getireceklermiş.”

      “Aman sus kardeş… Kıyamete alamet… Deccal çıkacak diyorlardı. Sakın bu, işte o gelecek Frenk olmasın?”

      “Yok canım, Deccal meccal değil… Bihikmetillahi Teala, bizimkilerin aklı işe bir türlü Frenkler kadar eremiyormuş…”

      Birinin kucağında kundak, iki kadın daha bindi. Bu Deccal bahsine iştirak ettiler. Beş dakikada söz sekiz on kalıba girdi. Hiçbiri dinlemiyor, hepsi söylüyordu.

      Orta yaşlı, fakat yaş nispetine göre yaraşığı aşar derecede süslü bir hanım, pek ziyade modaya uyma merakıyla süslenmesini garip görünecek dereceyi de aşırarak gülünç bir hâle getirmiş bir taze… Bir Rum hizmetçi matmazel, bezenmeye özenmiş lakin şık olmaktan ziyade tuhaf olmuş guguruklu bir zenci kadın… Lekelenmiş, tarazlanmış, vücuduna küçülmüş pembe atlas elbiseli dört beş yaşında bir kız çocuğu, ellerinde bohçalar, kutular, paketlerle tramvaydan çıktılar. Bunlar binip ellerindekileri oraya buraya yerleştirdikten sonra dışarıdan, beyin redingotu vücuduna uzunca gelmiş, başındaki illeti örtmek için kulaklarına kadar koca bir fes giymiş sünepe bir uşak, hanımlara birtakım eşya daha verdi. Tramvaydaki kadınlardan biri: “A, a, kuzum bu ne kadar eşya? Bunlar nereye sığacak?”

      Arap, hiddetle:

      “Elbette bir tarafa sığacak! Bu koca trompoyu sani keyfi için mi yaptiler ayo?”

      Kadın: “E, sözümü geri aldım. Ne öfkeli Arap bu? Uysan kavga olacak…”

      Arap: “Arap mi? Ağzına topla… Bani adıni sen mi koydu öyle? Ben Pehlelizade hanımefendini kalfasiyim, beğenemedi mi?”

      Diğer bir kadın: “Kehlelizade14 mi diyor? O nasıl ad öyle?.. O dediğinden, Arap’ın üstünde de varsa vay hâlimize… Bir topalı yedi mahalleyi dolaşırmış…”

      Bir diğeri: “Sus kardeş sus… Arap öfkeci… Babalı mıdır nedir?”

      “Babalı mı? O babalı ise biz de babalıyız. Dünyada hiç babasız insan olur mu imiş?”

      Kucağında, kundaktaki çocuğunu emziren kadın kedi gibi etrafı koklayarak:

      “Ay, kardeş, burnuma mis gibi bir şey koktu… Nedir o?”

      Kadınlar pencereden dışarıya bakıp:

      “A… Şey bak, bak… Şurada kambur kahveci mangalı dükkânın önüne koymuş, ızgarada cızbız köftesi pişiriyor.”

      Kadının biri birkaç defa yutkunduktan sonra:

      “Hay yetişmesin pişirmeye… Sokak ortasında böyle şey mi olur?.. Koskoca cadde bu… Fukarası var… Gebesi var… Aşereni var… Emziklisi var… Kokuta kokuta âlemi böyle imrendireceğine ta dükkânın içinde pişirse de gizlice ziftlense olmaz mı?”

      Kadının biri emzikliye hitap ederek:

      “İçin çekti mi kardeş?”

      Emzikli, sıkılarak önüne bakar. Diğer bir kadın onun tarafından cevap verip:

      “A, ne demek, hiç emzikli olur da imrenmez mi? Söyle kızım, söyle için çekti mi?”

      Emzikli, biraz kızararak:

      “Ne yalan söyleyeyim, çekti… Söylemesi kabalık, böyle göbeğime kadar

Скачать книгу


<p>14</p>

Kehlelizade: Bitlioğlu. (e.n.)