Dar Sokakta Ayak Sesleri. Emin Göncüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dar Sokakta Ayak Sesleri - Emin Göncüoğlu страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Dar Sokakta Ayak Sesleri - Emin Göncüoğlu

Скачать книгу

bilemem ama kendimi, hayatımı düşünüp duruyordum yine.

      Dıştan bakıldığı zaman dikkat çekecek bir yanım yoktu. Yani beni tanıyanların bildiği gibi sıradandım. Bu sözümü açmam gerekir mi bilmiyorum ama insanlarla karşılaştığım zaman kimsenin bana dikkatle, şaşırmış gibi baktığını hatırlamıyorum. Bilakis, günlük hayatlarında her gün onlarca kez gördükleri eşyalarına, tanıdıkları şeylere bakar gibi baktıklarını, rahat davrandıklarını kolaylıkla söyleyebilirim.

      Çok konuşkan, sokulgan birisi olmadığım için, arada bir de olsa komik bir fıkra, ilginç bir hikâye anlatıp karşımdakileri güldürdüğüm veya farklı şeyler söyleyip kimseyi şaşırttığım da söylenemezdi. Yani gerçekten de sıradandım.

      Durakta bekleyen hoş kokulu, uyku mahmuru genç kadınları, genç kızları, genç erkekleri ilgiyle izledim ama hiç kimse bunun farkına varıp oralı bile olmadı. Oysa ben de oradaydım.

      Dolmuş gelmekte gecikmişti. İşe geç kalacaktım. Tedbir olsun diye hep beş dakika ileri ayarladığım saatime kaygıyla baktıktan sonra, tekrar dolmuşun geldiği yöne dikkat kesildim.

      Beklerken yeniden içime döndüm. Aslında yalnızlığı seven biriydim. Arkadaşlıklarım yok değildi ama çok yüzeyseldi. Kimse için pek kaygılanıp üzüldüğümü hatırlamıyorum. Biraz da kuru bir adamdım herhâlde. Gerçi küçük, yoksul bir çocuk görsem üzülmüyor değildim ama hepsi o kadardı sanırım. Belki de hayatımda kendimi yeterince tanımam için önüme pek bir fırsat çıkmamıştı ve hakkımda yanılıyordum…

      Beklediğim dolmuş gelince duraktaki kalabalık hareketlendi. İçeri girmek için kapının önünde itişerek biraz da birbirimizi dürterek araca güçlükle binebildik. Bu, yadırgamadığımız, sabah akşam alışık olduğumuz bir durumdu.

      Neyse ki arka tarafta boş yer vardı da oturabildim. Yoksa iki büklüm canım çıkacaktı. Küçük şehirlerden İstanbul’a süren yoksul, işsiz güçsüz insan göçü bu şehri iyice yaşanmaz hâle getirdi artık.

      Dolmuşun içi yeni binenlerle dayanılmayacak kadar kalabalıklaştı. İnsanlar ne yapsınlar; benim gibi bir şekilde işlerine yetişmek zorundalar… İyi ki karşıda oturmuyorum, yoksa bir de vapurla bu tarafa geçme eziyeti yaşayacaktım.

      Kirli sakallı, kaba görünüşlü şoförün görüntüsü ve teypten etrafa yayılan müzik çok can sıkıcıydı. Dünya değişti; dolmuşlarda bu durum maalesef bir türlü değişmiyor. Dolmuşun içindeki kalabalık şayet azalmazsa nasıl ineceğimi aklıma getirince mutsuz oluyorum. En iyisi dışarıyı seyredip güzel şeyler düşünmek.

      Havalar iyice ısındı, tatile çıkmanın planını yapmak lazım. İzin koparmak o kadar zor ki bakalım bu sene kısım şefimiz Meral Hanım’ı nasıl ikna edeceğim? Kendimi şimdi iyi hissediyorum ama siz beni akşam görmelisiniz. Yorgunluktan sürünerek dönüyorum eve.

      Yalnız yaşadığımı söylemedim sanırım. Babam ilköğretim müfettişi Mesut Bey’le, ilkokul öğretmeni Nazlı Hanım’ın tek evlatlarıyım. İkisi de emekli artık. Silivri’de yazlıktalar.

      Ailenin tek çocuğu olmak iyi mi ya da kötü mü hâlâ karar verebilmiş değilim. Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum ama bu durum bazen bana çok sıkıcı geliyor. Babam için neyse de anneme göre hâlâ dünkü çocuğum. Bazı hafta sonları yanlarına gidiyorum yetiyor bana. Ama onlara kalsa her akşam dizlerinin dibinde görmek isterler o başka… Dokuzdan önce işe yetişemezsem Meral Hanım’dan çekeceğim var.

      Kirli sakallı şoför, yolcu almak için sertçe fren yapınca insanlar kuzular gibi birbirinin üstüne yıkılmalarına rağmen kimseden ses çıkmadı. Herkesin benim gibi çok öfkelendiğini biliyorum. Bir iki kişi ağzıyla “cık cık” türünden sesler çıkarıp başını her iki yana salladıysa da daha ötesinde bir tepki verme cesaretini hiç kimse gösteremedi.

      “Tepkisiz toplumuz” diyorlar ya bundan iyi örnek olur mu? E bir de gazeteler yazıyorlar, koca koca adamlar konuşup duruyorlar, demokrasimizin eksiği çok diye. Yahu bir dolmuş şoförüne bile davranışının yanlış olduğunu söyleyip tavır koyamayan insanların ülkesinde “demokrasinin” ne işi var Allah aşkına! Yine moralim bozuldu ve canım sıkılmaya başladı fakat en iyisi bu konudan çıkmak.

      Babam dün akşam aradı, yazlığa hafta sonu mutlaka gelmemi söyledi. Yazlıktaki komşumuz Ruhi Amca’nın kayığı ile balığa çıkacakmışız. Fakat kendisi gibi emekli müfettiş olan Ruhi Amca’nın çenesi açıldı mı kapanmak bilmiyor ki! İnanın bıkıyor insan aynı teftiş hikâyelerini dinlemekten. Babamın tansiyonunu yükseltmemek için “Ben gelmiyorum.” gibi bir şey söyleyemedim. “Gelmeye çalışırım.” diyerek kapıyı tümden kapatmadım ama kararım kesin gitmeyeceğim.

      Dün akşam, tepesindeki saçlarının epeyce bir kısmı döküldüğü için başını fötr şapkayla örten, profesörden çok vücut şampiyonuna benzeyen, fırsat verilse her gece televizyonda bir başka kanala çıkıp konuşmaya hevesli olan, öğretim üyesini dinledim; içim karardı! Bildiğiniz gibi konu depremdi.

      En iyisi gidip Mardin’e yerleşmek; fay hatlarına en uzak yer orası sanırım. Ama terörü unutuyorum işte… Dünya çok tehlikeli bir yer değil mi? Ne zaman bu deprem konusu açılsa işte isem işe yoğunlaşamıyorum; evde isem uyuyamıyorum. Berbat bir durum yani…

      Koca İstanbul oturmuş kaderine razı topluca ölümünü bekliyor. Doksan dokuz depreminin acısı, yarattığı korku unutulmadı tabii. Silivri’de annem ve babamla birlikte yazlıktaydım. Yer altından gelen ürkütücü bir gürültü ile uyandığımı, korku içinde kendimi dışarı atarken Bu kadar genç yaşta da ölünür mü? diye düşündüğümü, o sıcak gece yarısı annemin dayanamayıp babamın omzunda korkudan ağladığını, komşularımızın yüzlerindeki paniği hiç unutamıyor bugünkü gibi hatırlıyorum. Ölümün bizi nerede ne zaman yakalayacağını nasıl bilebiliriz ki?

      Az önce Dolmabahçe’den inerken Boğaz muhteşem görünüyordu. Depremden korkuyorum ama siz öyle söylediğime bakmayın yaşayamam bir başka şehirde. Kabataş’tan, Karaköy yönüne trafik ağır da olsa ilerliyor.

      Salı Pazarı’nda inenlerle dolmuşun içerisi biraz rahatladı. Beni sıkıştıran adam da indi; omzunda çantası ile alımlı bir genç kadın bindi. Yanımdaki boş koltuğa oturup oturmamakta tereddüt etti bir süre.

      Ben dışarıya bakarken aslında göz ucuyla onu izliyordum. Biraz kararsız kaldıktan sonra gelip oturdu yanıma. Bana değmemek için çaba gösterdiğini biliyordum. Böyle yaparak kendini çok daha değerli hissediyordu sanırım.

      Karaköy’e geldiğimizde onun hakkında pek fazla bir şey düşünmeme fırsat kalmadan dolmuştan inerek Tünel yönüne doğru hızla ilerledi. Ben de son durak olan Eminönü’nde indim. Boğaz’dan esen temiz havayı içime çekerek yürümeye başladım. Yaklaşık beş dakika kadar yürüdükten sonra çalıştığım iş yerine ulaşmış olacağım.

      Her yer insan kaynıyor. Arada bir öten yolcu vapuru düdükleri Eminönü Meydanı’nı inletiyor. Etrafta uçuşan, yerde yem arayan güvercinlerin çıkardığı uğultular, martı çığlıkları, çığırtkan seyyar satıcıların sesleri ve motor gürültüleri arasında ilerlerken midemin kazındığını fark ediyorum.

Скачать книгу