Genç Rahmi’nin Hikâyesi. Emin Göncüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Genç Rahmi’nin Hikâyesi - Emin Göncüoğlu страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Genç Rahmi’nin Hikâyesi - Emin Göncüoğlu

Скачать книгу

BÖLÜM

      Rahmi annesinin son söylediklerini dinlemeden kitaplarını aldığı gibi kendisini apartmanın karanlık ve kirli merdivenlerinden dışarı atmıştı. Evde, bir arada, ama pek de konuşmadan, birbirlerini dinleyemeden kopuk kopuk yaşıyorlardı. Rahmi öfkeliydi. “Birbirini anlayamadıktan sonra aynı evi paylaşmak ne ifade eder ki?” diye içinden söylendi. Çıkarken acele ettiği için kalem ve silgisini almayı unutmuştu. Ara sokakta gözleri hâlâ uykulu, kendisi gibi okula geç kalmış birkaç öğrenci hızlı hızlı yürüyordu. Okula geç kaldığını düşünerek, kendi kendine kızdı. Saatini kontrol ederek adımlarını açtı. Ara yolları dolanarak ana caddeye ulaştı. Epeyce ötelerde köşedeki küçük dönerci dükkânına, kaldırımda yürüyen insanların arasından bakınca Sinem’i anımsadı. Hafifçe tebessüm ederek heyecanlandı. Sinem’i düşünmek hoşuna gidiyordu. Uzun cadde, çam ve akasya kokuyordu. Havayı derin derin soluyarak içine çekti. Ferahlamıştı azıcık. Caddeyi ortadan ikiye bölen, yaşlı çam ve akasya ağaçlarının arasından okullarının bol güvercinli, kiremitli çatısını görüyordu. İlk iki ders Kuru Kafa Celal’indi. Çok sert ve acımasız bir adamdı. Orta yaşlı ve kısa boyluydu. Güneş yanığı esmer başında döküle döküle neredeyse hiç saç kalmamıştı. Matematik öğretmeniydi. Dersi bağıra çağıra anlatırken öğrenciler nefeslerini tutarak kendisini izlerlerdi. Çocuklar için onunla göz göze gelmek bir iki yaş birden yaşlanmak gibi bir şeydi. Öğrenciler, Kuru Kafa Celal tahtaya bir şeyler yazmasa bile ürkek bakışlarla duvarda asılı tahtayı izlemeyi sürdürürlerdi. Hele oturduğu masadan kalkıp bir şeyler anlatmak için sıraların arasında dolaşmaya başladığı zaman, öğrenciler yerlerinde daha çok siner, âdeta mum kesilirlerdi. Bazı zamanlar bir şey anlatır veya tahtaya bir şey yazarken birdenbire durur, fakat sonra acelesi varmış gibi kararlı adımlarla sıraların arasından geçerek bir öğrencinin önünde dikilirdi. “Kalk ayağa!” diye sesi duyulunca koca sınıf âdeta taş kesilirdi. Bundan sonrasını kestirmek kolaydı çocuklar için. Biraz sonra tık çıkmayan, sessiz ve dili olmayan sınıfın içinde arka arkaya tokat sesleri patlayarak birbirini takip ederdi. Bu durumu göremeyen öğrenciler başlarını çevirip bakamazlardı bile. Bakanların başlarına ne geldiğini ya yaşamışlar, ya görmüşler ya da sohbetlerde dinlemişlerdi. Rahmi, okula geç kalmanın verdiği endişe ile yolda koşar adım yürürken, kulaklarında hâlâ tazeliğini koruyan annesinin sözlerini düşünüyordu. İlk iki dersin. Kuru Kafa Celal’e ait olduğunu hiç aklına getiremiyordu. Pazartesi olduğu için İstiklal Marşı okunmuş, herkes sınıfa girmişti. Okul kapısının önüne nefes nefese geldiğinde koca bahçenin bomboş olduğunu gördü. Geniş kapıdan içeri girdi. Bahçede yapayalnızdı. Ayak seslerinin az çıkması için çaba sarf ederek ürkek adımlarla yürüyordu. Oldukça uzun, taş binanın ortasındaki birkaç basamağı çıkarak binadan içeri girdi. Tam karşısında da Atatürk köşesi duruyordu. Binadan içeri girmeden, merdivenlerden önce burası görünüyordu. Uzun taş binanın içindeki hafif serinlik yüzüne çarpmıştı. Atatürk köşesinin önünden sola doğru kısa, sağa ise epeyce uzun bir koridor uzanıyordu. Sol taraftaki kısa koridorun başında müdür odası, yanında yardımcılarının odası, öğretmenler odası ve kullandıkları tuvalet vardı. Rahmi o tarafa doğru hiç bakmadan, sağ tarafta sınıfların olduğu uzun koridora girdi. O gün nöbetçi olan öğrenci, sınıfların birinden çıkarak hızla yanından geçti. Uzun koridorun sağ tarafına dört beş metre aralıklarla sınıf kapıları dizilmişti. Onların karşısında, okulun arka bahçesine bakan içi kare taşlarla örülü derin pencereler bulunuyordu. Sabah güneşinin parlak ışıkları arka bahçeden süzülerek pencerelerden içeriye vuruyordu. Her pencerenin önünde havadaki toz zerreciklerini parlatarak yere düşen ışık bulutları vardı. İnce uzun koridorda dışarıdan süzülen ışıkların havada parlattığı, pencere sayısı kadar olan toz bulutlarının içinden geçerek ilerliyordu. Koltuğunun altına sıkıştırdığı kitaplardan birini yere düşürdü. Bomboş olan koridorun duvarlarından yankılanarak çıkan sesten irkildi. Yere düşen kitabını telaşla eğilip aldı. Parmaklarının ucuna basarak yürüyordu. Kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Sınıf kapısının önüne gelince çarpıntısı daha da arttı. Diğer sınıf kapıları gibi bu da kapalıydı. Koyu kahverengi yağlı boyayla boyanmış kapıya kulağını yaklaştırarak içeriyi dinledi. Hiç ses gelmiyordu. Fakat birden Kuru Kafa Celal’in “Herkes kâğıt ve kalemini çıkarsın!” diyen sesini duyunca, olduğu yerde hafifçe titredi. Kuru Kafa Celal habersiz yazılı yapıyordu. Rahmi’nin boğazı kurumuştu. Vücudunun daha çok ısındığını hissetti. “Şimdi yandım!” dedi kendi kendine. Yazılı olacağını bilmese, ders Kuru Kafa Celal’in olduğu için içeri girmeyecekti. Sınıf kapısını zayıfça iki üç kez tıklatarak, kor bir ateşin içine girer gibi kapıyı açarak içeri girdi. Kalabalık sınıfta, Sinem ve diğer kız öğrenciler ön sıralarda oturuyorlardı. Sınıfın içi sıcak ve aydınlıktı. Rahmi sınıfa girdiğinde Berrin ve Gülnur’dan önce yanlarında sıra başında oturan Sinem’le göz göze geldi. Sinem’in iri mavi gözleri ışıltılı, ama yüz hatları kaygılı ve gergindi. Rahmi bunu durduğu yerde hissetti. Bütün sınıf, nefesini tutmuş onu izliyordu. Pencereden içeri vuran aydınlık, büyük bir soğukkanlılıkla oturduğu yerden Rahmi’ye bakan Kuru Kafa Celal’in başının saçsız, çıplak, esmer tepesini parlatıyordu. Rahmi gözlerini Sinem’den alıp yere indirirken biraz sonra başına ne gelebileceğini hesaplar gibiydi. Yıl sonu yazılısı olduğu için hem çok önemliydi hem de Kuru Kafa Celal yazılıya girmeyenlere sıfır verip ayrıca kanaat notunu da düşürüyordu. Rahmi hem Sinem’in, hem de bütün sınıfın önünde küçük düşürüleceğini bile bile içeri girip şansını denemeye karar vermişti.

      “Özür dilerim hocam!” dedi Rahmi, sesindeki titremeye engel olmaya çalışarak.

      Koca sınıfta çıt çıkmıyordu. Rahmi’nin buğday tenli yanakları al al olmuştu. Berrin, Gülnur’un yanında oturan Sinem’i yandan manalı bakışlarla süzdükten sonra gözlerini Rahmi’ye dikti. Onun kendisini hiç fark etmeden Sinem’e sevgi ve şefkatle bakmasını hazmedemiyordu. Oturduğu yerde huzursuz bir şekilde kıpırdandıktan sonra yanında oturan Gülnur’a azıcık yaslandı. Gülnur, “Üstüme ne yıkılıyorsun?” der gibi Berrin’e hafifçe dönüp baktıysa da düşünceleri Sinem ve Rahmi’yle bir hayli meşgul olan Berrin bunun farkına varmadı. Sinem kaygıyla Rahmi’ye bakmaya devam ediyordu. Fakat Kuru Kafa Celal yerinden kalkıp Rahmi’ye doğru emin ve yavaş adımlarla gidince, kaygılı bakışlarını Rahmi’den alarak önündeki sıranın üstüne düşürdü. Kuru Kafa Celal, Rahmi’nin karşısına gelince durdu. Başı önünde eğik durarak yere bakan Rahmi’yi bir süre tepeden sertçe seyretti. Gür siyah dalgalı saçlarına, ince zayıf yüzüne, kızarmış yanaklarına tek tek baktı. Rahmi de Kuru Kafa Celal’in astarı çektiği için yandan büzüşmüş siyah ceketinin kenarlarını, ütüsü bozuk eski siyah pantolonunu, boyasız ve giyile giyile bir hayli yıpranmış siyah renkli makosen ayakkabısını görüyordu. Sinem korkusundan gözlerini sıranın üstünden kaldıramıyordu. Üzerindeki baskıdan dolayı neredeyse ağlayacak gibiydi. İri mavi gözlerinden sıranın üstüne dökülen bakışları orada ne kadar kazınmış sözcük ve çizik varsa hepsinde tek tek dolaştı. Oturdukları sıranın öbür başında oturan Berrin, ayaklarını sıranın altında oynatınca çıkan sesten irkildi. Az sonra da sınıftaki sessizliği bozan tokat sesleri ile göz pınarlarında biriken yaşlar küçük damlalara dönüşerek bir bir düşüverdi siyah önlüğünün üstüne. Onun ince ve zayıf yüzüne çarpan her tokatla yerinde titriyordu. Rahmi’nin bu çarpmaların etkisiyle kolunun altında tuttuğu kitap ve defterleri, yan tarafına savrulmuştu. Rahmi yediği tokatların etkisi ile yüzünün yandığını hissediyordu. Kulakları kıpkırmızı olmuştu. Başı önünde öylece duruyordu. Kuru Kafa Celal,

Скачать книгу