Gödeli Mehmet. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gödeli Mehmet - Мемдух Шевкет Эсендал страница 4

Gödeli Mehmet - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

Hamilelikle bu hastalık kadını fena yapıyordu. İsmail Efendi, komşulardan yaşlıca bir kadından yardım istedi. Bu yaşlı kadın, zevcine bir ana gibi bakıyordu.

      Doğum sancıları başladığında zevci iyice kötü olmuştu. Bütün gayretler semere vermiyordu. Nihayet bir sabah, doğum oldu. Ama karısı, doğan kızını göremeden gözlerini yumdu. İsmail Efendi’nin çırpınmaları semereli olmadı. Bütün bu gayretleri, o ihtiyar kadın bilir. İsmail Efendi’nin hayatını, izdivaçlarını, evdeki çabalarını, çocuğuna bakmak için çırpınışlarını, üzüntülerini, ağlayışlarını da bilir. Delikanlılık günlerindeki İsmail ile şimdiki İsmail Efendi’yi de iyi bilir. Fakat ondan ziyade bunu bilen bir ihtiyar Çerkez dadı idi, bu kadın da aynı konaktan çırak edilmiş eski bir kalfa idi. Onu vaktiyle bir adama vermişler, üç-dört sene onunla birlikte yaşamış, sonra o adam ölmüş, bu kalfa da üvey kızıyla eski efendilerinin evine dönmüştü. Bu kalfaya Emsal Kadın ve daha sonraları Emsal derlerdi. Üvey kızı Talât da on iki-on üç yaşına girdikten sonra babasının uşaklık ettiği efendilerinin yanına dönmüş ve üvey anasını terk etmiş idi; ancak ara sıra gelir, yoklar ve bütün bütün onu da bırakmazdı.

      Kadının vefatına İsmail Efendi ağlamadı, zaten hiçbir şeye ağlamazdı; onun için bundan mükedder veya memnun olduğunu kimse anlayamadı, kızını baktırmak için bu ihtiyar kadını yanında alıkoydu.

      Bu esnada Acıbadem yolunda ve Çamlıca’nın eteklerinde hali12 arsalar arasında bir de köşk yaptırmış idi. Güya neticeyi biliyormuş gibi bu tenha yerde tabına pek muvafık olan bu evi de yaptırdıktan biraz sonra Nezaret’te13 onca pek mühim bir değişiklik vuku buldu ve hiç de anlaşamadığı bir amir ile çalışmak mecburiyetinde kaldı. Bir müddet idare edecek gibi iken ve yavaş yavaş ümitleri de var iken günün birinde ona gizlice bir haber gönderildi ve istifa teklif olundu. Çehresinde hiçbir değişme yoktu, derin derin düşündü, kösece olmasına rağmen babasının sakalına benzeyen sakalını karıştırdı. Çünkü izdivaç ettikten sonra sakal salıvermişti ve çabucak silahını teslim etmedi. Ara yerde birçok haberler gitti, geldi; anlaşılan onun da tehdit edecek, korkutacak otları, tüfekleri varmış lakin pek az bir şey koparabildi ve tekaüde sevk olundu. Takriben elli beş yaşlarında bulunuyordu. Esmer, kuru bir adamdı ve saçlarında karadan ziyade ak vardı.

      Bu köşk tozlu bir yolun kenarında ve birtakım boş arsaların ortasında yapılmıştı. Nadiren, tek bir uzun arabanın, perdeleri sallanarak yolun bozuk taşları üstünden geçip aşağı Kadıköy tarafına yahut Çamlıca’ya bir müşteri götürdüğü ve arkasında büyük bir toz bulutu bıraktığı görülüyordu. Yoldan insanların ayakları, arabaların tekerlekleri ile yahut rüzgârın savurması suretiyle kalkan bu toz bulutu, yazın sıcak günlerinde bir müddet havada kalır, sonra yavaş yavaş ağaçların yapraklarına, yolun kenarında çıkan otların, civardaki ekili bahçelerin sebzelerinin üstüne yahut odalarına, dolaplarına, çekmecelerine hatta kutularına kadar nüfuz eder ve onları hastalandırırdı.

      Bu yapışkan ve nüfuz edici bir şeydi; bir-iki yağmurla bu otların, yaprakların üstünden çıkmaz ve onları cılızlaştırırdı.

      Bu köşke taşındıktan sonra artık bütün günleri birbirine benzedi. Kız, ihtiyar dadının odasında büyüyordu, babası onu okşamaz, yüzüne gülmezdi ve evin içinde çocuk gürültüsü yoktu. Besime ya bahçede köşk kapısının önünde yahut dadının yaz kış içinden mangal çıkmayan sıcak odasının köşesinde kendi kendine oynar, söylenir bir çocuktu.

      Evde daima bir hizmetçileriyle bir de aşçıları bulunurdu. Besime’nin çocukluğunda hesapsız aşçılar, uşaklar ve hizmetçiler bu evden gelip geçtiler; içinde az duranlar, çok duranlar oldu ancak hiçbiri buranın mutat olan sükûnunu bozamadı.

      İsmail Efendi ayrı yemek yerdi. Sabahleyin kalkınca kahvesini kendi pişirir sonra bahçeye çıkardı. Bu bahçe şimdi artık onun yegâne eğlencesi, işi. Patlıcan karıklarının arasında gezer, kabaklarını, fasulyelerini dolaşır, saatlerce onlarla oynar ve dünyada en ziyade köstebeklerle uğraşırdı. Onu, civardan geçenler, ekseriya başı açık, arkasında uzun bir entari, belinden kuşağı bağlanmış, gözlerini açarak köstebeğin yeni oynadığı topraklara dikmiş, fevkalade mühim bir heyecan içinde, âdeta çenesi titrerken görürlerdi. Köstebeklere, onun bakla tarlalarının arasında eşinen kedilere cezası pek şiddetli idi. Bazısını ökçesinin altında çiğner, doyamaz; birtakımını diri diri ateşte yakardı.

      Onu Tophanelioğlu’nda, yolun kenarındaki arabacıların kahvesinde, arkasında Şam hırkası ve hâlâ asker püskülüyle sallanan rengi uçuk fesiyle, elindeki ekşi elmadan dikenli bastonuna dayanmış su terazisinin önünde otururken görenler, kendisinin hayvanata karşı gösterdiği nefreti, hele böyle onun tarlalarının içinde oynayan köstebeklere gösterdiği cezayı hiç tahmin edemezlerdi.

      Öğle zamanları, ekseriya, bu kahveye çıkıp akşamüstüne kadar oturuyor, kışın ise ya bahçesinde geziniyor yahut odasından dışarı bile çıkmıyordu.

      Odasında ne yapardı? Bunu kimse bilmez. Parası nerededir? Ne kadar maaş alır? Nerelere saklar, kimseye göstermez. Odasında yerli kilitlere inanmayarak bir de asma kilit kullanırdı.

      Dadıya gelince; o da acayip bir Çerkez’di. Burnunda gözlüğü, ekseriya bir şey dikmeye uğraşır ve pek muntazam bir hayat sürerdi. O da bir büyük hanımefendi olduğuna memnun görünüyor ve fazla bir şey istemiyordu. En ziyade dikkat ettiği şey vaktinde yatmak ve kalkmak, vaktinde yemek yemektir.

      Kış, etraftaki harap bağ yerlerini karla örtüyor, uzaklar, Gazhane’nin üstünden görünen Maltepe’ye, Kayışdağı’na kadar bütün manzara zaman zaman dumanlanıyor; yazın, bütün uzaktan kırmızı kiremitleri görünen evlerin damlarından dalgalanan sıcak bir havanın olduğu belli oluyordu.

      Besime yedi-sekiz yaşında Altunizade’de mektebe gidip gelmeye başladı. Her sabah, yaz kış köşkün arka taraf kapısından çıkar, koşa koşa duvarın yanında uşakların ve bahçıvanın oturduğu kulübeye gider, elindeki çantayı, sefer tasını verir, sonra kestirme olsun diye arka taraftaki tel kapıdan çıkıp boş arsalardan arka yola çıkar, gider, akşam da hemen aynı yoldan döner gelirdi.

      Onun için mektep, sıkıntılı bir yer değildi. Otuz-kırk kadar kız erkek çocuk karışık oturuyor ve okuyorlardı. Dersler güç değil ve hoca pek müsait bir adamdı. Mektepten dönüp geldikten sonra bir parça daha serbest, biraz daha şen görünüyor, dadısına hevesle bazı şeyler anlatıyor ve bazen babasına bahçede tesadüf ettikçe bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açıyor lakin hiçbir şey diyemiyordu. Bu gevezelikler bir-iki saat bu evin mutat olan sükûnunda boğulur kalırdı. Yalnız, mektepten dönerken ve ekseriya mektepten aldığı neşeyle uşakları lakırtıya tutar, onlarla konuşur hatta şakalaşır ve gülerdi. Yaşı büyüdükçe, uşaklara karşı olan bu meyil ve heves, bu konuşma ve şakalaşmalar da arttı ve hepsinden ziyade Nail isminde genç bir çocuktan memnun olmaya başladı. Hatta ilk defa onun elinden tuttu, belki o zamana kadar diğer birinin de elinden tutmuş idi; ancak herhâlde bu defa onda başka bir hâl vardı. On bir yaşında bir çocuk olduğu hâlde kendisinde garip bir hâl husule geliyordu, bu heyecan bir iptila, bir meyil ve arzu-i deruni14 idi ki onun sahih sebebi, hakiki amili asla keşif olunamaz.

      Besime, Nail denilen bu uzunca boylu, kuru yüzlü, irice sivri

Скачать книгу


<p>12</p>

Boş veya tenha.

<p>13</p>

Bakanlık.

<p>14</p>

İçsel arzu, kalpten isteme.