Gödeli Mehmet. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gödeli Mehmet - Мемдух Шевкет Эсендал страница 5

Gödeli Mehmet - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

yahut Nail’in odasında birbirlerine tesadüf ediyor, konuşuyorlardı. Şakalaşıyorlar ve bu sessiz kızın onu gördükçe yüzünde bir tebessüm dalgalanıyor ve damarlarında sıcak bir kan dolaşıyordu. Hatta o kadar ki biraz zaman sonra el şakası etmeye, vurup kaçmaya, kovalayıp tutmaya ve birbirini sıkıştırmaya bile başlamışlardı. Nail, on dokuz yaşında bir çocuktu ve her şeyi bilirdi. Besime’ye gelince, onunla olan muamelesini, evden, babasından, bahçıvandan, aşçı kadından âdeta bir günah gibi saklıyordu.

      O esnada münasip bir fırsat zuhur etti ve bahçıvan bir gün hastalanıp gitti. Besime, babasının Tophanelioğlu’ndaki kahveye gittiğini ve dadısının uykuya yattığını kollar ve Nail’in odasına giderdi. Bu odanın tavanı alçaktı ve Nail’in yatağıyla bahçıvanın yatağı karşı karşıya dururdu. Bu odada ona her şeyden evvel tesir eden şiddetli bir bekâr kokusu, keskin ter kokusuna benzer bir koku vardı ve onu tahrik ediyordu; bu erkek kokusu idi. Nail, şüphesiz çirkin idi lakin erkekti, kuvvetli ve şiddetli bir erkek. Orada kâh birbirine hücum edemeyerek yalnız oturup konuşuyorlar kâh âdeta birbirini inciterek oynaşıyorlardı. Yalnız günün birinde, bu latifeler, pek ciddi bir şekil almış bulundu. Besime, âdeta hayran ve bir şey bekliyormuş gibi görünüyordu. Taze, henüz gürbüz bir çocuk vücudu olan vücudunu onun kollarının arasında hissediyor, onun demir gibi kollarını, yanağına dokunan boynunu, kızgın derisinin altında kımıldayan adalelerini duyuyor ve bu genç çocuğu kızgın, katı, sanki onu uyuşturan bir zehir gibi bekliyordu.

      Besime, onun kolları arasında sıkıldığını hissetti ancak bu odanın kokusu, bu mekruh koku onu âdeta uyutmak istiyor gibiydi ve hiç hareket edemiyor, kendini bu ızdıraptan kurtaramıyordu. Birkaç lahza sonra, Nail birdenbire gevşedi, sanki latifenin hududunu tecavüz etmiş olduklarını anlar gibi. Birbirlerine hiçbir şey söylemeyerek, hatta yüzlerine bakmayarak ayrıldılar. Nail odanın arkasında fasulye sırıklarının arasına, Besime eve kaçtı. Besime, bu pisliği tamamen anladı mı? Mektep ona neler öğretti, herkes mektepte neler öğrendiğini elbette hatırlar. Ancak ertesi gün Nail’in hiçbir şey yokken, işlemiş gündeliklerini de almayarak savuştuğuna hiçbir mana veremediğine bakılırsa, herhâlde hiçbir şey anlamamıştır ve onu yalnız Nail’in orta yerden kaybolması müteessir etmiştir. Ondan sonra günler şiddetli iştiyak ile geçmeye ve arkasındaki zaif gömlek, vücudunu ateş gibi yakmaya başladı.

      Onun yerine gelen, uzun boylu, iri kulakları yelken gibi iki tarafa açılmış, yassı kafalı bir Arnavut delikanlısıydı ve Türkçesi hemen hemen hiç yok gibiydi. Mektebe beraber giderken başını kaldırıp gözlerini açarak, o iri kulaklarıyla, yanında yürüyen Besime’ye bir tuhaf bakışı vardı ki onu âdeta korkutuyordu.

      Ertesi sene, mektep terk olunmak mecburiyetini dadı ihtar etti, ondan sonra evde kaldı. Besime, kanlı, gürbüz ve güzel bir kız olmuştu. Daima vücudunda kuvvet hisseder ve bu hâl onu acayip bir surette rahatsız eylerdi. Yaz, uzun ve gayet sıcak gidiyordu ve bu evde günler hep birbirine benziyor ve derin bir sessizlik her tarafı ihata etmiş bulunuyordu.

      Burası, sanki şehirle, civarıyla alakasını katetmiş bir yerdi. Sebzenin ve ağaçların yaprakları hararetten gevşiyor, kendini bırakıyordu. Eski bağ yerlerinin kenarlarındaki taş döküntüleri arasından kuvvetli aylandız sürgünleri çıkmıştı. Bir tarafta böğürtlen çalıları kim bilir ne zaman dikilmiş, duvar gibi sık yeşil duruyorlardı. Yolun kenarında sakız ağaçları arasında yine bu çalılardan vardı. Geçerken bu ağaçların köklerinde, kayaların, otların arasında birtakım haşerat sürünerek kaçışırlar, otları çıtırdatırlardı. Böcekler gece gündüz, fasılasız cızırdıyor ve sesleri bütün oraları dolduruyordu. Etrafta, uzaktaki köşkler, sanki boş gibi dururlardı. Yolun karşısındaki arsanın içinde eski bir konak harabesinin yegâne şahidi kalan iri bir ocağın ve büyük bir bacanın altında kendine bir odacık ve ineklerine bir ahır yapan bir sütçü oturuyordu. Fakat onun inekleri de sanki bu yaz böceklerinin sesini dinlemek istiyorlarmış gibi bütün az bir defa olsun böğürmediler. Bu sütçünün karısı, bu evin bir tanecik misafiri ve komşusu idi; çarşafı başında hemen her gün dadının odasına gelir, yaz kış odadan kalkmayan, yalnız kış oldukça bir köşeye çekilen, yaz oldukça erkân minderinin önüne kadar sokulan mangalın başına çömelir, hatta bazen dadıya ve kendisine birer kahve pişirir, bütün civar köşklerin, bütün etrafın dedikodusunu, havadisini sayıp döker ve giderdi.

      Besime, onu yalnız dinler ve o Kadıköy’e gidecek oldukça ufak tefek şeyler sipariş ederdi. Besime’nin evde kimse ile konuştuğu yoktu. Nail’den sonra gelen Arnavut çocuğu az zaman durdu kaçtı, ondan sonra da ihtiyar iki adam tuttular. Babasıyla dargın gibi duruyorlardı. Bu baba kız, belki hayatlarının bütün imtidadınca16 beş-on kelime teati etmemişlerdir. Münasebetleri, hemen kandil geceleri, ramazanın ilk gecesi, bayram günleri elini öpmekten ibaret kalıyordu. Elini öptürüyor ve ağız ile burnu arasından birkaç kelime mırıldanıyordu. Yahut bazen bir şey soracak olursa ve tesadüf ederse lakırtı ederlerdi. Zaten hayat o kadar basit, o kadar sade ve külfetsiz idi ki çok defa aralarında konuşacak lakırtı bulamazlardı.

      Besime, akşama kadar yukarı odadan aşağıya iner çıkar, mutfak kapısına kadar gider, sabahleyin erken bahçede bulunur ve geceleri oturmayarak erkenden yatardı. Odasında kapalı, aç vakitler gezindiği, öksürdüğü duyulurdu; ne yapardı kimse bilmez. Bütün yaz böyle geçiyordu. Zaten bu sene daha kıştan uzun yağmurlar devam etmiş ve tabiat her nedense baharı hazfedip17 bütün çiçeklere ve kuşlara verdiği vaadi inkâr ederek birdenbire yaza intikal eylemişti. Şimdi her tarafta toz, her tarafta ter. Bir damla rahmet düşmüyor, bütün otlar, çiçekler kuruyor, yanıyor, bütün insanlar gevşek, kızgın, hasta geziyorlardı.

      Besime, hiç kimseye bir şey dememesine rağmen, onun bir minderin üstünde uzanıp kaldığını, sonra vücudunun kuvvet ve diriliğine rağmen gevşek adımlarla, ancak sessiz, aşağı yukarı inip çıktığını görenler, bir parça muzdarip zannederlerdi. O, hiçbir şey yapmıyor, ufak tefek dikişten başka hiçbir şeye elini sürmüyor ve hiçbir şey bilmiyordu. Sabahleyin erken kalkıyor, kâh bahçeye inip geziyor kâh pencerenin önünde yazmacıların rutubetini kokluyor, sonra dadının odasına iniyor, aşçı kadınla birkaç lakırtı ediyor ve dadısıyla yemeğini yiyip tekrar öğle uykusuna uzanıyordu; bu uyku geç vakitlere kadar sürebilirdi.

      Yalnız, bu âdet yaz ortasından sonra ufak bir vesileyle bozuldu. O vesile, onun ikinci alakası idi. Şu uzaktaki panjurlu köşke yeni bir uşak aldılar; bu çocuk, ihtimal kurağın devamından, kuyuları kuruyan köşke, inekçinin kulübesi yanındaki büyük bostan kuyusundan üstüne fıçı konmuş bir araba ile su taşırdı. Daha ilk gördüğü gün onun dikkatini celbetmiş idi; gürbüz, genç irisi bir oğlandı. Bacakları baldırlarına kadar sıvalı, ayağında bir ince pantolon, sırtında yalnız bir basma gömlek, başı açık, ayakları çıplak. Kovaları çekiyor, sonra arabanın tekerleğine basıp fıçının üstündeki büyük tahtadan yapılmış acayip bir dört köşe huninin içine döküyordu. Sonra tekrar tekne kovasını büyük kuyunun içine atıyor, ipi silkiyor, birkaç el çekip sonra tekrar atıyor, sonra tekrar fakat bu defa kuvvetle çekiyor ve kova ağza yaklaştığı vakit kulpundan yakalayıp arabanın tekerleğine basıp kendini yukarı kaldırdıktan sonra kovayı yavaş yavaş boşaltıyor, etrafa dökülen serin su damlaları tozları lekeliyor, otları canlandırıyor ve nihayet oralarını çamur yapıyordu. Besime, kafesin kenarına başını dayayarak uzaktan bu genç adamı seyretti. İnce mintanın göğsü açık, beyaz bir ten, sonra sıvalı kollarında, bacaklarında katı adalelerin şişip derisini kabarttığı belli oluyordu.

      Fıçı

Скачать книгу


<p>16</p>

İmtidat: Uzayıp gitme, sürme.

<p>17</p>

Hazfetmek: Çıkarmak, kaldırmak.