PANDEMİ. Seher Tanidik

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу PANDEMİ - Seher Tanidik страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
PANDEMİ - Seher Tanidik

Скачать книгу

ya da sevdikleriyle tehdit ettiklerinde neler yapabileceğini tahmin etmek kolay değildir.”

      Defne “Anlıyorum,” dedi yavaşça. Daha on sekiz yaşındaydı. Bu yaşlarda ya doğru vardı ya da yanlış. Bu yüzden ne olursa olsun iyi birinin böyle bir şey yapmaya mecbur kalmasını kabul edemiyordu içten içe.

      “Virüsün insandan insana bulaşması damlacık yoluyla oluyordu. Yani tehlike, nefes aldığımız her yerdeydi. Bilinen diğer virüsler dış ortamda genellikle iki-üç saat canlı kalırken bu virüsün çok daha uzun süre canlı kaldığı anlaşıldı. Hatırlarsan, toplu taşıma araçları ülkemizde ilk vakalar görülür görülmez yasaklanmıştı. Okullar da tatil edilmişti. Tüm bu önlemler çok yerindeydi ama maalesef yeterli olmadı. Kısa bir süre sonra sokağa çıkma sınırlaması başladı. Ancak bundan sonra yeni hastaların görülme hızı gözle görülür düzeyde azaldı.”

      “Evet, ne korkunç günlerdi baba. Haberlerde kısaca geçilen hastalık, birkaç hafta içinde tüm dünyayı saran salgına dönüşüvermişti. İyi ki bunlar olmaya başladığında biz buradaydık. Burası o kadar ıssız bir yer ki virüsler bile gelmemiş.”

      Son sözlerini o kadar safça söylemişti ki Deniz, neden buraya geldiklerini hiç anlatmadığını hatırladı. Kesin talimatı vardı çünkü Nermin’in. Kendisinden hiç beklenmeyen bir tarzda ve kendisinden hiç duyulmamış bir şekilde söylemiş, neredeyse emretmişti. “Seni bugün aradığımı hiç kimseye söyleme!”

      Ama şimdi işler değişmişti. Defne’ye her şeyi anlatması gerekiyordu.

      Dört ay öncesine kadar monoton bir hayatları vardı. Ev, iş ve okul üçgeninde yaşayan, sıradan bir aileydiler. Deniz ne kadar da özlüyordu şimdi o “monoton” günleri. Eskiden de öyle çok televizyon seyretmezlerdi ama televizyon tamamen hayatlarından çıkalı aylar oldu. Salgın başladığında çoğu kanal “yayınlarımıza geçici süreyle ara veriyoruz” duyurusuyla yayınlarını durdurdu. Bir süre sonra “Ne olursa olsun, habercilik devam etmeli” diyen birkaç kahraman televizyoncu da hastalığa yenik düşünce tamamen sessizliğe gömüldü ekranlar. Son zamanlarda, haftada iki kez verilen radyo yayınlarına şükrediyorlardı. Yoksa Mert’in dediği gibi, evlerinin ıssız adadan farkı kalmayacaktı. Sessizliği yine Defne böldü:

      “Daldın yine baba. Ne düşünüyorsun? Bazen kendi kendine konuştuğunu duyuyorum. Beni korkutuyorsun.”

      “Yok be yavrum, korkacak bir şey yok.” İkisi de güldü. “Sana söylemem gereken bir şey var,” dedi Deniz. Nereden başlayacağını bilmiyordu.

      “Biliyordum, biliyordum işte,” diye oturduğu yerden fırladı Defne. “Benden bir şeyler gizlediğinizi biliyordum. Anlat artık baba.”

      Tepesi attığı zaman hep yaptığı gibi ellerini beline dayamıştı yine. Bu duruşu Deniz’e Nermin’i hatırlatmıştı.

      “Peki o zaman. Sen istedin. Hazır mısın bu gece uykusuz kalmaya?”

      Kocaman gülümsedi Defne. Gülünce bütün yüzü gözlerinden başlayarak aydınlanırdı.

      “Hayatımız seni telefonla aradığım o öğleden sonra alt üst olmuştu. Nisan ayının ilk günleriydi hani. Salgının başladığı ilk zamanlardı. O gün öğle yemeği için odamdan çıkmak üzereydim ki annen aradı. Telefonu açtım. Annenin sesini hayatımda ilk defa bu kadar endişeli duyduğumu hatırlıyorum. Sakin olmaya çalıştığı belliydi ama çok hızlı konuşuyordu.

      ‘Hayatım, sabahtan beri Sağlık Müdürlüğü’nde toplantıdaydık. Ancak şimdi arama fırsatı bulabildim. Söyleyeceklerimi çok dikkatli dinle, tekrar etme fırsatım olmayacak. Hemen eve geç. Bu arada Defne’yi ara, Mert’i okuldan alıp mümkün olduğunca çabuk eve dönsün. Evde buluştuğunuzda hızlıca bir plan yapın. Yakınlardaki birkaç küçük markete çocuklar gitsin. Büyük marketlere de sen git. Uzun zaman, belki aylarca yetecek kadar gıda depolamanızı istiyorum. Anladın mı?’ İyice meraklandım. ‘Peki, ama neden?’ diyecek oldum ama o aynı hızla konuşmaya devam ediyordu, ben de sustum.

      ‘Açıklama yapacak zaman yok Deniz. Tüm bu alışverişi acele yapmalısınız. Makarna, konserve, kuruyemiş, bisküvi, uzun süre bozulmayacak şeyler, balık, peynir gibi protein ağırlıklı yiyecekler seçin. Sen bilirsin işte. Yanınıza sadece hayati eşyaları alın; para, ilaç, kışlık giysiler. Herkesin yalnızca bir bavulu olacak şekilde hazırlanın. Sonra da hemen Edremit’teki eve doğru yola çıkın.’

      Nermin anlatırken ben altüst olmuştum. Ama itiraz kabul etmeyeceği belliydi. O konuşurken ‘Tamam,’ diyebildim birkaç kez. ‘Dağdaki eve mi gidelim? Neden kaçıyoruz?’ diyemedim.

      ‘Beni beklemeden çıkın siz, oyalanmayın. Bir saat içinde hazırlanın. Sen beni sakın arama. Ben seni ilk fırsatta tekrar ararım. Çocuklar sana emanet. Onları koru. Bu arada bundan sonra kimseye yaklaşmayın. Çocukları sıkı sıkı tembihle. Alışverişte mümkün olduğunca insanlardan uzak durun. Özellikle hasta görünenlerden. Yüzünde sivilce, leke olanlara asla yaklaşmayın. Eve gider gitmez mutlaka ellerinizi yıkayın, üstünüzü değiştirin. Hemen yola çıkın. Sana bu anlattıklarımı kimseye söyleme. Hiç kimseye. Anladın mı? Çocuklarımızı korumalısın. Kapatmak zorundayım. Sizi seviyorum. Çok seviyorum,’ demişti ve bir anda konuşma kesilmişti.

      O an uzayan bir sessizliğin içine düştüm.”

      Deniz sustu. Bunları anlatırken o günü yeniden yaşadı. Açık pencereden serince bir rüzgâr esiyordu. Usul usul yağan yağmurun sesi duyuluyordu. Pencereyi kapatmak için kalktı. Bir zamanlar bu pencereden dışarıya bakınca köyün sokaklarını ve doğayı hayran hayran seyreden turistleri görür, hallerine gülerdi. Şimdiyse terk edilmiş evler ve kimseye değmeden esen rüzgârın hırçın sesi vardı.

      Defne’den ses gelmeyince dönüp baktı, kızı yatağa uzanmış, dizlerini karnına doğru çekmiş, kollarını göğsünde kıvırmış, elleri yastığına yaslanmış öylece uyuyakalmıştı. Kalkıp dolaptan ince bir çarşaf aldı ve “Hava çok sıcak baba,” diyen gece gündüz askılı tişörtler giyen kızının üzerini örttü. O zaman gördü yanağında asılı kalmış gözyaşını.

      “Ah benim güzel kızım. Çabalarımız hep sizin ağlamayacağınız bir dünya içindi ama beceremedik,” dedi.

      Buraya geldikleri o ilk günden itibaren çocuklar bir sürü soru sorup durmuşlardı. Deniz babalık otoritesiyle hemen hepsini savuşturmuştu. Sonra Defne sormuştu ilk defa o en zor soruyu. Annesinin nerede olduğunu, ne zaman geleceğini. “Bilmiyorum,” demişti Deniz, inandıramamıştı.

      Bir süre sonra sormayı bıraktı Defne, her halinden belliydi; hem babasına hem de annesine küsmüştü. Sonra zamanla babasının bu hallerine alışmıştı ama annesine olan kızgınlığı gün geçtikçe artmıştı. Gençti daha. Hayatta bazı soruların cevabının ne kadar zor olduğunu bilmiyordu henüz.

      4 Nisan 2024, Can

      “Günaydın abicim. Erkencisin yine. Dışarıda güneş doğdu mu bari?” dedi Can, suratında yılışık bir gülümseme vardı.

      “Doğdu tabii tembel çömez. Ben erken gelmedim. Benden başka bütün dünya güne

Скачать книгу