Davul Taşın Hikâyesi. Arslan Koyçiyev

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Davul Taşın Hikâyesi - Arslan Koyçiyev страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Davul Taşın Hikâyesi - Arslan Koyçiyev

Скачать книгу

içinde derin bir iç çekti. İhtiyarın akşam yemek yememesine üzülen yaşlı kadın, kanepede üzgün bir şekilde uzandı.

      “Eski Vaynşteyn-Maynşteyn diyenlere benzetip, ateş etmek nasıl görünmüştü?” diye homurdanarak mırıldanan emekli geriye doğru döndü.

      Vaynşteyn-Maynşteyn mi? Sakallı ve kıvırcık saçlı bir Vaynşteyn vardı. O Vaynşteyn mıydı? Hay anasını sakinleşemedi, hayallerini dinleyecek bir ruh bulamadı. Gecenin alacakaranlığında bu felaket nereden çıktı. Asla hatırlamayan kâfiri neden birdenbire hatırlattın? Sanki şeytan tarafından baştan çıkarılmış gibi akşam mırıldanan ve ismini doğru telaffuz eden Vaynşteyn-Maynşteyn kimdi? Vaynşteyn’ın vücudunun çok uzun zaman önce bulunan resmine bakarsanız, o zamanki olayları bugün gibi hatırlayabilir misiniz? Pek çok kez Davul Taş’a gittiğini hatırladı. Gecenin karanlığında gittiğini hatırladı, ay ışığında at üstünde gittiğini hatırladı. Atışların yapıldığı evin verandasında bir amirle tüfek tutmuşlardı. Yedi atar nagan5 tutmuştu, bu yedi atar naganla defalarca ateş etmişti. Sürülen insanlar derin bir uçurumun kenarına doğru koştular, elleri arkalarından bağlıydı ve onlara ateş edilmişti. Orada birçok kez bulunduğunu hatırladı. Hangisini söylüyorsun tüfeğini yüzlerine doğrultup on ikisini öldürdüğünü mü, arkası dönük on yedi kişiyi öldürdüğü günleri mi? Ayaktayken, alnına ateş ettiği, arkaları dönükken enselerine ateş ettiği günler oldu. Hangisini söylüyorsun…

      Kırgız’ın, Rus’un, Müslüman’ın ve kâfirin karışık olarak vurulduğu zamanda, sakallı, beyaz kıvırcık saçlı, uzun burunlu, geniş alınlı ve yuvarlak gözlere sahip bir Moskovalı aklını kaybetmiş gibi görünüyordu. Hala acı çığlığını hatırlıyorum: “Musa kötü biridir! Sözümden geri dönmeyeceğim! Musa kötü biridir!” diye bağırdı. Babasının bırak oraya gitmeyi, aklına bile gelmeyecek olan dağların arasında öldürülmesi, kâfirlerin cesurca bağırarak haykırması neden? Kiminle yüzleşti, kime bağırdı? Kim duysun istiyorlar? Diğerleri rahat bir şekilde merhamet beklemeden: “Ölsek de komünist olarak öleceğiz, partiyi satmadık” diye haykırırken yerdeki sakallı adam ise saçma sapan kimsenin duymadığı Musa’dan bahsediyordu. Alamadığı bir öcü, öbür dünyada da sönmeyecek bir öfkesi varmış gibi sinirle haykırışı dağlarda yankılandı. Kim ifşa etmek istedi, kim tanıklık etmek istedi ve kim itiraf etmek istedi? Bu Musa kimdi? Nasıl bir kötülük yapmış olabilir. Hiç ilgilenmiyorum, sorgulamıyorum bile. Hey, Kırgız çocuk! Kelimeleri işaretle! Musa …

      Çok bağırmadan, çenesini bir an önce kapatmak istiyorum, İki kaşının arasına nişan alarak pat diye vurunca “Kötü” diyemeyip, “k … k …” diye mırıldandı. Kanı aktı ve sırt üstü düştü. Daha sonra zavallı adamın Alman ya da Yahudi kökenli olduğunu ya da ikisinin karışımı olduğunu öğrenmişti. İşe yarayan saf Ruslardan değildi.

      Kaderlerindeki hangi yazgı için insanlardan ayrılıp, hangi suçları için ağır cezalar almalarının doğru olduğunu düşünenler var. Onlarla nadiren karşılaşırlardı. İnsanlardan biri ölüme giderken bağırarak şunları söyledi: Allah komünistleri insanlığın mutluluğu için yarattı! “

      Tek bir ampulün loş ışığında iç çeken emekli tüm bunların hemen hepsini hatırladı ve çöktü. “Halkın düşmanlarını ifşa etmek ve cezalandırmak için zamanımız olmalı! Vurulmalı ve sürülmeli! “ diye söylerdi şef.

      – Keşke bütün ulus Stalin’in adına inanıp, Stalin’in kültüne tapacak kadar başarılı olabilseydik! diye iç çekti emekli.

      – Hastayım dedi yaşlı kadın.

      –Boğazına bakayım, dedi yaşlı adam.

      – İyileşirim, dedi suçlu bir şekilde.

      Emekli başını salladı, koridordaki mutfak ışığını yaktı. Elleri titreyince bakır çaydanlığın kapağı elinden fırladı.

      IV

      Felaket! Yoldaş Vaynşteyn’i Arayanlar Kızıl Ordu’ya Gelmiyorlarmış

      Boğazından çıkan kokuşmuş tükürükten habersiz, kim bilir bu horlama ile daha ne kadar uyuyacaktı. Telefon çaldı ve sıçrayarak uyandı. Derin bir uyku çekmişti kafasını toparladı ve sabah pencerenin önünden geçen bir damperli kamyonun sesini duyup, güneşin yükselişini ve hayatın telaşını düşündü.

      Bu yaşımda tek başına bira beni bu hale getiremez. Tek başına bira böyle yapmaz. Sonunda kalabalık artmış ve arka arkaya üç veya dört kez içmişti. Votkayı karıştırırken, henüz gözlerini açmadığını fark etmişti. Yastıktan kalkarken başı ağrıyordu, başını yastıkta çevirirken başı siyah bir kayadan daha ağır gelmişti. Çok hastaydı.

      Aniden telefon çaldı ve sessizlik bozuldu. Yaşlı adam yerdeki kırmızı telefona uzanmak üzereyken yuvarlanmıştı.

      Sanki biri onunla gelmişti. Sanki ağzı açık geyik gibi yürüyen biriydi. Nerede bu? Kafam karıştı, yüksek sesle gülüp uzaklaştı. Başlarını yastıklara koyup kıpırdamadılar mı? Altı satır için ruhunu feda etmiş gibi miydi? Ne zaman kalkıp gitti? “Ya fahişe değilse?” dedi içinden.

      İlk önce giriş gerek. “Girişin düzenlenmesi gerekiyor!” diye düşündü. Dili boğazına kaçmıştı ve kanı donmuştu. Bir kâse soğuk su özlemi çekti. Musluk suyunu içip susuzluğunu giderip kendini dükkânlardan birine sürükleyerek, nefes almadan yüz gram votka içerse çirkin bir insan gibi görünürdü.

      Sanki telefon tekrar çaldı. Kimi arıyorlardı? Yazı işleri bürosu mu yoksa baş editörü mü? Ağır bir ücret ödemiş gibi görünen aptallar, sanki aramıyorlarmış gibi bugün nasıl yaygara koparırlar!

      Yarım dakika dayanarak bekleyip telefonu açmazsanız kapanması gerekir. Başını yün bir yastığa koyup uzandı. Yarım dakika, yarım dakika geçmesi için sabretti arayan kişi sıkılıncaya kadar çaldırıyordu. Bekledi, yine de bekledi. Hayır, salak inat edip aramaktan vazgeçmiyor, ısrarla beni arıyor.

      Telefonun uzun çınlamasının yakında kesileceğini ummuştu. Doğal olarak saçma sapan kötü sözler ağzına geldi. Telefona da telefonun diğer ucundaki kişiye de küfrederek başını kaldırdı. İki metre yerde yuvarlanarak telefonu aldı. Kaşlarını çatıp yüksek sesle:

      –Alo! dedi.

      Karınca sürüsü gibi Rus’un olduğu yerde Kızıl-Asker’in küçük kalabalık sokaklarında yaşayan gazeteci küçük evindeki kızıl telefonundan hiç Rusça konuşamamıştı. Hiçbir zaman Rus telefon etmemiştir. Rus işi düşüp hiç aramamıştı. Bu sefer telefonun diğer ucundaki yabancı birdenbire Rusça merhaba demekten korktu!

      – Merhaba, dedi kibar bir şekilde boğuk sesli biri.

      Rusça konuşmasını az bilen gazeteci:

      – Merhaba, dedi, kötü bir telaffuzla.

      – Moskova’dan rahatsız ediyorum.

      – Moskova?

      – Evet evet Moskova’dan.

Скачать книгу


<p>5</p>

Tabanca ismi.