Aytmatov Araştırmaları. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aytmatov Araştırmaları - Анонимный автор страница 17
Cengiz Aytmatov’un hayatı, babaları zorla evlerinden kopararak geride eşleri dul, çocukları yetim bırakan XX. yüzyılın en büyük trajedilerinden beslenir. XX. Yüzyıl iki büyük dünya savaşına sahne olmuş, özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında, milyonlarca insan Stalin terörü sonucunda hayatlarını kaybetmiştir:
“1937-1939 yıllan arasında uygulanan bu imha politikası sebebiyle, Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk topluluklarından bir milyondan fazla şair, yazar, gazeteci, din adamı, fikir adamı, eğitim görmüş okur-yazar olan her sınıftan insan, bu üç yıl içinde “halk düşmanı” ilan edilerek öldürülmüştür. Öldürülen şair ve yazarların adını anmak, eserlerini okumak ve bulundurmak şiddetle yasaklanmış, buna uymayanlar da aynı şekilde cezalandırılmışlardır. Sovyet rejimini ve ideolojisini benimsemeyen bütün insanların yok edildiği bu soy kırımı, tarihe “kızıl terör”, “kızıl kırgın”, “katağanlık” (yasak) yılları” ve “repressiya” olarak geçmiştir.”83
Modern/medenî dünyanın o zamana dek karşılaştığı ve bugün de yaptığı gibi sadece uzaktan seyretmekle yetindiği en büyük trajedilerden biridir bu. Aytmatov’un yaşadığı coğrafya “ölüm saçan makineler dünyası” haline gelmiştir. Bu büyük trajedi karşısında Albert Camus “Başkaldıran İnsan” adlı eserinde: “Kardeş insanların bu katliamı ile karşılaşan ozanlar bile, kendi ellerinin temiz olduğunu kıvanç ve övünçle haykırıp açıklıyorlar.”84 Derken, Aytmatov da Camus’un haykırdığı gerçeklerin dünyasında bulmuştur kendini.
Kapısını çaldığı her eve ölüm, kıtlık, yoksulluk, kan ve gözyaşı getiren II. Dünya Savaşı yıllarında, Stalin diktasının kendisinden olmayanı dışlayarak, devlet sobasında tüketeceği yakıt insan bulma ya da mankurtlar/modern mankafalar yaratma projesi içinde, milletinin varoluş sorunu ile yüzleşen bir yazar. Babası Törekul Aytmatov, 1937’de Stalin’in Kızıl kırgınında gözaltına alınır. Yıllarca kayıp babanın yolu gözlenir. Gözaltına alınışının üzerinden 20 yıl geçtikten sonra İçişleri Halk Komiserliği’nden gelen bir mektupta: “Törekul Aytmatov’la ilgili bilgi istemişsiniz, gelip cevabını alın” yazmaktadır.85 Cengiz Aytmatov, annesinin heyecanını görünce ağlamaya başlar: “galiba, kendisinden ziyade sevdiği insana için dua eden gerçek sevgi gücü budur.” Der. Kendilerine uzatılan “lanet olasıca kara kâğıt”ta ölmüş olan Törekul Aytmatov’un itibarının iade edildiği yazmaktadır. Dünyanın bütün anlamı uçmuş ve artık yaşam istekleri sönmüştür.
Aytmatov, sadece bu trajedilerden beslenmez. Aynı zamanda halk hikâyelerinin, destanların, masalların, efsanelerin halen canlı olduğu ve yaşandığı, kahramanlarının ruhlarının halk arasında dolaştığı bir çevrede yetişmiştir. Eserlerine bu güzellikleri taşıyan Aytmatov, eserlerinde politik propaganda kaygıları içerisinde olmadan sadece güzelliğe yürümüş ve geçmişten güzellikler derlemiş, eserlerinde millete ait en küçük bir hassasiyeti bile ihmal etmemiştir. Eserlerine atılacak küçük bir bakış bile onda asıl bünyeyi yapanın Kırgız milli kültürü olduğunu gösterecektir. Kendi milletini, coğrafyasını bilmeye, tanımaya, sevmeye başlayan Aytmatov için bu çaba milli edebiyat dediğimiz muammanın kendiliğinden halledilmesidir. Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’da 1940 yılında verdiği “Milli Edebiyata Doğru” adlı konferansta da Aytmatov’la aynı hassasiyeti paylaşmak ve evrensel yazar nasıl olunacağının da altını çizmektedir:
“Anadolu’nun her şehrinde, her kazasında ruhun nefha nefha estiği yerler var. Daha hiç kimse onlardan bahsetmedi. Hâlbuki Türk peyzajı, unsurlarının sadeliği ve telkin ettiği hislerin kesafeti itibariyle bahse değen bir şeydir. Bizi Avrupalıların kendilerinden aldığımız şeyler için beğenmesi ve bize hayran kalması mümkün değildir. Olsa olsa aferin der geçerler, bizde asıl bizim olan şeyleri tanıttığımız zamandır ki, bizi beğenip seveceklerdir; çünkü o zaman güzelliğin, kendi kendini tahakkuk ettirmenin yolunda kendileriyle müsavi göreceklerdir.” 86
Babasızlık, Batıda modernliğin önemli bir parçasıdır. Thoma’nın ifadesiyle, özellikle, Fransız İhtilali’yle başlayan babaların dünyasından kopuş/uzaklaşma, giderek etkisini arttırır ve ihtilal sonrası dönemde ataerkil babanın geçmişten gelen krallığını tamamen ortadan kaldırmak istenir.87 Ancak söz, babasızlıktan açıldığında, akla sadece modernlik değil, kapısını yokladığı her eve yokluk, kıtlık, ölüm getirmekle kalmayıp, ailenin temel direği olan babaları zorla evlerinden kopararak geride yetim çocuklar bırakan İkinci Dünya Savaşı gelir. Savaş meydanlarında hayatını kaybeden binlerce askerin her biri birer baba, savaş sonrası büyüyen çocukların her biri de birer yetimdir. Bu yetimlik sadece cismani/fiziksel anlamda değil, aynı zamanda zihinsel anlamda da bir yetimlik ya da kaybediştir. Aytmatov romanlarındaki kayıp babaları ve yetim çocukları da bu savaşın açtığı bu pencereden değerlendirmek doğru olur. Bu durum Korkmaz’ın ifadesiyle aynı zamanda bir varoluş problemidir: “Stalin diktasınca zorla evinden koparılıp katledilen ama yolları hep beklenen kayıp bir baba imgesi, İkinci Dünya Savaşı’nın her eve yokluk ve ölüm bırakan uğursuz yılları, soğuk savaş döneminin yakıt insan bulma ve mankurt yetiştirme paranoyası gibi felaketler, Cengiz Aytmatov’u gerçek anlamda varoluş sorunu ile yüzleşmeye yöneltmiştir.”88
Cengiz Aytmatov’un romanlarının önemli izleklerinden biri olan babasızlık ve yetim çocuklar; birbirine yakın bir kaç kaynaktan beslenir. Bu kaynaklardan ilki, Türkistan coğrafyasının 1917 Ekim İhtilali sonrası büyük sıkıntılarla ve hak etmediği bir şekilde karşıladığı yeni ve karanlık dönemdir. Bu yeni dönem, evlerinden/yurtlarından koparılan insanların “Ölüm ve Korku Günleri”yle dolu yok ediliş tarihidir. Kolektifleştirme, köylerde kolhozlaştırılma, dünyanın dört bir tarafına gönülsüz sürgünlük, hapis ve ölümler, ihtilal sonrası çekilen acıların kâğıda dökülen kısa listesidir sadece. Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov “1937 yılında repressiyalanıp hakkında hüküm verilmiş”89 ve Stalin döneminde kızıl kırgına kurban edilmiş bir babadır, yazarın kendisi de yıllarca döneceği günü bekleyen bir yetim çocuktur.
İkinci kaynak, 1917 sonrası egemen olan ideolojinin, yerini sağlamlaştırmak adına dayatmaya çalıştığı yaşam biçimidir. Thoma’ya göre, Sosyalizm, aileye düşmanlığı gizleme ihtiyacı duymaz. Sovyetler birliğinin kuruluşundan sonra bu düşmanlığa uygun bir biçimde kolektif eğitimle kitlesel deneyler yapılır. Bunlar ideolojik direktiflere uygundur, ne var ki, bu durum aynı zamanda zaruretten doğar, çünkü savaş ve devrim milyonlarca çocuğu annesiz ve babasız bırakmıştır. İlk Sovyet yılları aynı zamanda büyük eğitim deneyleri, çalışma komünleri ve çocuk yurdu laboratuvarlarının devridir. Başlangıçta bir zaruret olan tüm bu kurumların ilerleyen yıllarda aileyi zayıf düşürmek amacına hizmet ettikleri bilinmektedir. 1918 yılında Milli
83
Şuayıp Karakaş, “Türkistan’da Kızıl Kırgın Kurbanları”,
84
Albert Camus.
85
Cengiz Aytmatov ve Muhtar Şahanov, “Yüzyılların Kavşağındaki Dostluk”,
86
Ahmet Hamdi Tanpınar,
87
Dieter Thoma,
88
Ramazan Korkmaz,
89
Abdılcan Akmataliyev,