Erken Uyanan Adam. Hevir Tömür

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Erken Uyanan Adam - Hevir Tömür страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Erken Uyanan Adam - Hevir Tömür

Скачать книгу

bakıp şöyle dedi, -öyleyse sana soralım bakalım, sen kaç harf biliyorsun?

      Abdülhaluk Uygur zor duruma düşmüş gibi alnını silip, yanında oturanlara baktıktan sonra cevap verdi:

      –Tahminimce üç dört bin vardır.

      –Üç dört bin! Bu da az değil, çokmuş, iyi öğrenmişsin. Dünyada birçok kişi mektepte temel atıp, sonra çalışmasına dayanarak kemal buluyor. Sen de öyle yap, oğlum. Çalış olgunlaş.

      Söz sona ermeden bir anda avluya iki atlı girip, misafirhanedekilerin dikkatini dağıttı. Ekberhan avluya çıktığında ihtiyar da yerinden kalkıp:

      Ben de çıkayım, ikindi vakti geldi, dedi, asasını tıkırdatarak içeri avluya doğru yürüdü.

      Çok geçmeden Ekberhan Yemşili Tömür Şanyo7’nun oğlu Abdusemi Bay beraberinde girdi. Onun hizmetçisi dışarıda kaldı. Zevkine düşkün ve kibirli bu büyük toprak ağası misafirhaneye girer girmez göz açıp kapayana kadar kısaca gülüp, misafirlerle tek tek tokalaşıp görüştü.

      Beni davet etmemiş olsanız da duyup geldim. Gelmemde bir sakınca var mı, dedi? Her bir kişinin gözüne çivi gibi sokuldu. O güya evdekilerin gözlerinden kendi sorusunun cevabını bulmaya çalışıyordu.

      –Gelmen iyi oldu, dedi onlar gelen misafirin geri çevrilmeyeceğini bildiklerinden.

      –Aslında uyusam rüyamda da görmeyeceğim bir iş bu. Geç saatte haberim oldu. Gelmek istedim. Gelmeyeyim desem gönlüm razı olmadı, dedi o gösterilen yere oturma aralığında. Oturup Fatiha okuduktan sonra, sözünü devam ettirdi, kardeşim Abdülhaluk bayveççeyi8 Kadir Cengi’ye tercüman oldu Kuça’ya gidecek diye duydum. Bu söz doğru mu, kendim öğreneyim diye geldim. Kardeşim, sen gerçekten Kuça’ya gidecek misin?

      Bu söz Abdülhaluk Uygur’a öyle çirkin geldi ki, bunun yerine sopayla ona vurmuş olsa, o sesini çıkarmazdı. Abdusemi’nin sözlerinden tiksinip, vücudu titremeye başlayan şair kendini zorlukla sakinleştirdi.

      –Abdusemi ağabey, dedi hınçla, -canın çıkacak olsa bile, bana bayveççe, tercüman deme, Abdülhaluk Uygur de! Ben bu Uygur ismini, sana benzeyen kişiler adımı zikrettiğinde Uygur demeye alışsın, kendi milletlerinin Uygur olduğunu bilsin diye aldım. Sen bilmeden nasıl konuşursun? Ne zamana kadar böyle bir şey bilmeden yaşayacaksın? Milletin ne, denilse? Biz Çentu9’yuz deyip geçiyorsun. Bu doğru değil! Böyle yapma! Paka Bulak ormanlarını sahiplenerek, dünya bu deyip, çiftçilerin gücüyle dağlar kadar pamuk, susam harmanlarını kaldırıp, emek sarf etmeden zahmetsizce yaşarım diye düşünme! Dünyada nasıl işler, nasıl değişimler, nasıl ilerlemeler oluyor, bunları da öğren!

      –Ha ha ha… Ben yanlış söyledim, ha ha ha…

      Abdusemi Bay soğuk gülüşüyle yine içeriyi soğutup, sonra durdu.

      –Yanlışın çok, sizlerde hata çok, dedi şair, sonra onun ağır gövdesine bakıp şu mısraları okudu:

      Cennet gibi dağ ve nehri bezemeye insan yok

      Yastığı kat kat koyup gamsız yatanımız vardır…

      -Abdusemi ağabey, sizlerde hata çok, sizler servet sarhoşu olup, bütün milletin alın teriyle kesenizi dolduruyorsunuz. Sizin maksadınız bu!…

      –Kardeşim çok ağır şeyler söylüyorsun, dedi Abdusemi şairin sözüne karşılık verecek takat bulamayarak. –Olur, bundan sonra sana Abdülhaluk Uygur diye seslenirim.

      O kısa kısa gülüp bir söze başlamak üzereyken, avluya yeni misafirler girip, onların dikkatini üzerine çekti. Evdekiler gelenlerin Mehsutbay, Hesamidin Zuper, Mümin Efendi gibi kişiler olduğunu görüp, avluya çıktılar.

      Mehsutbay yaşı kırkı geçmiş, yapılı, kuvvetli, yuvarlak yüzlü, büyük gözlerinden akıl nurları saçılan, düşüncesi çevik bir kişi olup, bu yıllarda parlak bir eğitimci, terakkiperver bir aydın idi. O, medresede ve yeni okullarda okuduktan sonra, ticaret ve seyahatle Rusya’da Semey, Moskova, Leningrad’a kadar gitmiş, bakış açısı genişlemiş, aklı fikri açılmış, kendiliğinden Rusça öğrenip belli bir bilim seviyesine ulaşmış, bu zamanın önde gelen ceditçi aydınlarındandı. Feodalizm hükümranlığında dini hurafelerin zirveye ulaştığı cehalet devrinin kara perdelerini yırtıp atıp, engelleri yıkıp, terakkiyat yoluna adım atan Mehsut Muhiti halkı uyandırmak için 1913 yılında Kazan’dan eğitimci Haydar Efendi Seyrani10’yi davet edip, Turfan Astane’sinde ilk yeni fenni okul açan, sonraki yıllarda o yine okulun yetersiz kaldığını nazara alarak 1917 yılında Habibulla Efendi, Gülendam Avustey11, Eli İbrahim12, Hüsamidin Efendi gibi altı Tatar hocayı Moskova’dan (onlar Moskova Üniversitesini bitirmişlerdi) davetle Doğu Türkistan’a getirip, masraflarını kendisi karşılayarak; Çöçek, Guçun, Turfan şehirlerinde “Mekteb-i Mehsudiye” isimli okulları açıp, eğitim işlerini gözler önüne sermişti. Bunun için Mehsut Muhiti terakkiperverliğiyle ve eğitimciliğiyle mutlak nüfuz ve hürmet sahibi idi.

      Gelenlerin ikincisi orta boylu, yuvarlak yüzlü, gözleri parlayıp duran, yapılı, neşeli, genç Hesamidin Zuper olup o, bu yıllarda meşhur zengin Zuper Hacı’nın ticaret işlerini yöneten, alışveriş, ticari anlaşmalarıyla meşgul olup, geniş içtimai münasebetleri olan bir aydın idi.

      Gelenlerden uzun boylu, esmer, burun kemiği iri olan Mümin Efendi de yeni okullarda okumuş belli bir ilim seviyesine sahip, coşkulu, neşeli bir aydın idi.

      Hepsinden önce misafirhaneye giren Mehsutbay önceki gelenlerden, alçak gönüllülükle:

      –Sizleri beklettik, diye af diledi. Sonra Abdülhaluk Uygur’un gözlerine bakarak, uzun zamandır doğru dürüst konuşamadık değil mi, diyerek gülümsedi.

      –Doğru, öyle oldu, dedi Latif Efendi Mehsut Muhiti’nin maksadını anlayarak, ne zaman bir söze başlansa, yeni bir misafir gelip sözün belini kırıyordu. Hal böyle olunca sohbet gönülden geçtiği gibi olmadı.

      Misafirler oturup Fatiha okudular, kendi aralarında hal hatır sorup konuştular. Bu arada sofra örtüsü serilip, tatlılar, meyveler dizildi, ekmekler bölündü, çaylar koyuldu. Sofra zengindi. Mehsut Muhiti çay içip otururken kendi arzularından söz açtı:

      Birkaç gün önce Çin’in yirmi dört tarihi hakkında söz başlayınca, misafir gelip sözü kesti. Benim bu yirmi dört tarih hakkında Moskova’da bir Rus tarihçiden duyduğum bazı şeyler çok ilgimi çekmişti. Şimdi de öyle ilgimi çekti, dedi o sofra üstündekilere göz atarak.

      –Bizim tarihimizi Ruslar nasıl biliyor? –dedi Abdusemi Bay acelecilik yapıp. O güya yerinde bir söz söyleyip söylemediğini anlamak için onun bunun gözüne baktı.

      Mehsut Muhiti ona soğuk bir bakış attı ve fikrini söyledi:

      –Çin’in yirmi dört tarihi dünyada meşhur olan bir tarihtir. Bu tarihi yalnız Ruslar değil, İngilizler, Fransızlar ve Almanlar dahi çok araştırıyor.

      –Biz

Скачать книгу


<p>7</p>

Şanyo:Azatlıktan önceki vakitte şimdiki köy hakimine eşit memurluk ve bu memurluğu yapan kimse. Bu tür memuru hükümet yerli halktan belirleyip şanyo, köyü hükümete vekâleten yönetirdi.

<p>8</p>

Bayveççe: Zengin ve mert oğlan.

<p>9</p>

Çentu: Sarıklı.

<p>10</p>

Haydar Efendi Seyrani: Uygur Seyrani’nin babası.

<p>11</p>

Gülendeam Avustey: 1917 yılında gelen altı öğretmen arasındaki kadın öğretmen olup, Avustey sözü Tatarca muallime manasındadır.

<p>12</p>

Eli İbrahim: Doğu Türkistan’da elli yıldan fazla öğretmenlik yapan eğitimci, bu kişi 1975 yılında Urumçi’de Şincan Üniversitesinde vefat etti.