Mil. Sabir Şahtahtı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mil - Sabir Şahtahtı страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Mil - Sabir Şahtahtı

Скачать книгу

boyu rüzgârda savrulan göbek bağının parçalarını araya araya kıtaları geziyoruz. Bulunmuyor ki…”

      Ninem her zaman evde ibadet eder, beni dualar, masallar, içinde büyütüyordu. Günlerim kötü geçmiyordu. Ama annemin ölümünden sonra iki taraflı yetim kalmıştım. Çünkü Vera Marşal’ı seviyordum ve bir daha onu görebileceğime olan inancım, güneşin altındaki buz gibi hızla eriyip aniden kaybolmuştu. Üstünden yıllar geçmişti. Şimdi biz beklenmedik bir anda Moskova’nın merkezinde karşılaşıyorduk.

      Gözlerime inanamıyordum. Ama onun beni tanıdığına hiç şüphem kalmamıştı. Marşal, şahin gibi üstüme atıldı. Onun bu kadar çevik hareketlerle belime yapışıp ayaklarımı yerden kesmek isteyeceğini aklıma bile getiremezdim. Bir an için kalbime yağ gibi yayılan kızın bu hareketi, hemen telaşlanmama sebep oldu. Ben Albina’yı bekliyordum. Karşıma ise Vera çıkmıştı. Bu saatlerde Albina’nın buraya gelip ulaşmasının imkânsız olduğunu bilsem de içimdeki telaş gözlerimden okunuyor gibiydi. Vera omuzlarımdan tutup beni kendinden azıcık uzaklaştırdı:

      – Buraya bak, çok korkuttum seni ha? Galiba birini mi bekliyorsun? Rahatsız olma, vaktini çok almayacağım. Taksiye biniyordum. İşe gitmek için acele ettiğimde yaptığım şey bu. Seni görünce indim. Ne kadar hain biriymişsin, İlahi!?

      – Marş, seni gördüğüm için çok mutluyum. Vaktin varsa ya parka geçelim ya da kafeye. Rica ediyorum bana vakit ayır. Gerçekten de seni seviyordum.

      O sözünü kesince biraz kinaye ile:

      – Seviyormuş. Buna bak bir, o zaman mektuplarıma cevap vermedin? Sonunda da o yaramaz ifadeleri yazdın bana, değil mi? Haydi cevap ver şimdi. Görüyorsun, hayatta neler oluyor. Ne acelesi vardı böyle onuncu sınıfta nişanlanmanın? Yoksa kızlara kıran girdi diye mi zannediyordun. Mutlaka o sarı saçlıyla evlenirdin, değil mi? dedi.

      Ben gerçekten de hiçbir şey anlamıyordum. Yolun ortasında ona hiçbir şeyi açıklayamıyordum. Marşal’ı böylelikle yola getirip yeniden yolu onun geldiği tarafa geçtik. Bu fırsatı elden kaçırmadan koluna girdim. Hiçbir söz söylemedi. Yolun bozkır tarafında büyük ve ışıklı bir salonu olan restorana girdik. Vera kenar tarafta oturmayı teklif edince ben de pencerenin kenarını gösterdim. Kendime öyle bir yer seçtim ki Albina gelmiş olursa onu görebileyim. Bu hareketim kızın gözünden kaçmadı. Yine kinayeli bir sesle konuştu:

      – Karını bekliyorsan gidebilirim. Seni gördüm, sağ olman yeter. Korkma yoluna çıkıp engel olmayacağım…

      O an, diplomatik yeteneğim işime yaradı. “Ben evli değilim.” deyip ikinci soruya mahal vermedim. Bu sırada garson bize yaklaştı. Marşal’ın fikrini sormadan hemen kahve siparişi verip “Moskova’da mı yaşıyorsun?” diye sorunca o, önce saatine baktı. Zaten işe gideceğini söylemişti. Moskova’da işe gidiyorsa demek ki burada yaşıyordu. Ama acele ettiği için biraz daha rahatladım. Albina bizi birlikte görse muhtemelen beni bağışlamazdı. Ne olduğunu sormazdı da. Sakince gözümden kaybolurdu bence. Vera Marşal “Dış İşleri Bakanlığında çalışıyorum, güvenlik departmanında.” dediğinde birden ürperdim. Aslında bu kız bütün karakteriyle böyle bir iş için çok uygundu. Ama ben bu bakanlıkta böyle bir departman olduğunu ilk defa işitiyordum. Sanki o, benim şaşırdığımı gözlerimden okudu. Karşısındaki kahve fincanının kulpundan tutup fincan tabağının üstünde sağa sola salladı. Sonra saatine baktı. Bakışlarım kolundaki beyaz kasalı saatin akrebinden ayrılmıyordu. Geçmiş yıllarda birkaç milyar saniye kaybetmiştik. Marşal, dirseklerini masaya dayayıp güzel parmaklarını ovuşturarak elleri ile zarif bir rahle yapmıştı. Hafif bir buhar bileklerine sürtüne sürtüne avucunda toplanıyordu. Yukarıdan süzülen ışığın gölgesinde gittikçe azalan buhar parçalarını durmadan akan gri bulutlara benzettim. Gençliğimde yerli yersiz yapıştığım bu bileği yine tutmak istedim. Bir anda bu bilekleri okşayan buhara karşı kıskançlık hissettim. Bakışlarım kızın dikkatinden kaçmadı. Dirseklerini masadan ayırdı ve ellerini birleştirdi. Sonra ellerini umursamazca bana doğru çevirdi. Buhardan çiy güzelliğindeki elinin içini görünce hemen bir peçete çıkardım ve çiyi sildim. Vera yürek dağlayan bir iç çekti:

      – Ahh, Osman, Osman, hiç değişmemişsin. Aklımda seninle alakalı o kadar hatıra var ki…

      – Bu hatıralar arasında aşka, sevgiye yer var mı? Ben seni çok seviyordum Marş. Yıllarca gözüm yollarda kaldı. Çok aradım seni, inan buna…

      O, duygusallaştı. Fincanı dudaklarına götürürken elinin titrediğini gördüm. Dudakları büzüldü. Titrek bir sesle:

      – Ben de seni hep aradım! Hatta şimdi de arıyorum. Senin gibi sevgim geçmiş zamanda kalmadı. Yüz yüze oturduğumuza hiç inanasım gelmiyor. Bunun sen olduğuna inanamıyorum. Bir daha görüşebildiğimize inanamıyordum. Bu inançsızlıkların insanı ne hâle sokabileceğini hiç merak ettin mi? İçin için acı çekmekten eriyor insan.

      O sırada sessizlik çöktü. Gerçekten de onu sakinleştirecek bir söz bulamıyordum. Bu yaşa kadar sözün tam manasıyla iki kaya arasında sıkışmış vaziyete ilk defa düşüyordum. Marşal’ın elinin içinde gördüğüm çiyin kahve buharından değil, gözlerinden süzülerek gizlice avcunda tomurcuklanan yaş olduğunu anladım. O kadın gururunu ayaklar altına almamak için gözyaşlarını göz bebeklerinde saklayıp ellerinin içinde göstermişti bana. Ben onları silince yaralarına dokunup kalbini sızlatmıştım. Vera kahvenin yarısını içip saatine bakınca fırsatı kaçırmak istemedim:

      – Marş bir daha ne zaman görüşeceğiz? Bugün akşam, sabah, ne zaman dersen ben hazırım. Nereye gelmem gerektiğini söyle bana.

      Konuşurken ev numaramı yazıp ona verdim. Marş kâğıdı elinde kıvıra kıvıra sordu:

      – Telefon geldiğinde anneniz hâlâ mı sorguya çekiyor insanı?

      – Hayır! Keşke annem sağ olsaydı. Muhtemelen seni bulduğuma çok sevinirdi. Şimdi ninemle kalıyorum. O da çok yaşlandı. Eve kim telefon etse Osman’a söyleyin evlensin deyip yardım istiyor, deyince bakışlarımız kilitlendi. O, annemi kaybetmemden dolayı üzgün olduğunu göstermeye çalışsa da beceremedi. Görünen o ki anne kaygısı çekmeyenler onun kaybını da bilmiyorlar. Ama sadece bu değildi. Çok uzun zamandan beri onun hareketlerinde gördüğüm sunilik bu defa beni aşırı etkiledi. Marşal kendi numarasını bana yazarken eğer biz lisede değil de üniversitede tanışmış olsaydık onu asla sevmeyeceğimi düşündüm. Numara yazdığı kâğıdı bana uzattı:

      – Aslında iş numarasını da verebilirim. Ama sana o kadar soru soracaklar ki telefon ettiğine pişman olacaksın. Bir de istemiyorum adının bizim kayıtlarda olmasını. Bu yüzden ev numarasını yazdım. Ne zaman istersen ara.

      Vera’yı yolcu edip geri döndüm telefon kulübesinin yanına. Ne kadar beklediğim, restorana ne zaman döndüğümü hatırlamıyorum. Bu sefer garsondan yüz gram “votka” istemiştim. Ukrayna üzümünden yapılan içki bedenime sıcaklık, düşünceme buz gibi soğukluk getirmişti. Aklım kum üstüne serpilen darıya benziyordu. “Keşke Marşal Hanım ile karşılaşmasaydım.” diye düşündüm ve Vera’nın aklımdan geçenleri bildiğini düşünerek utandım. Vera bana âşık olduğunu, her zaman yolumu gözlediğini ve bugün de sevmeye devam ettiğini söylüyordu. Günahsız bir kızın hayatının benim yüzünden mahvolduğunu bildiğim hâlde sadece kendimi

Скачать книгу