Abay Yolu 1. Cilt. Muhtar Auezov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Abay Yolu 1. Cilt - Muhtar Auezov страница 30

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Abay Yolu 1. Cilt - Muhtar Auezov

Скачать книгу

ile Maybasar’ın buyruğu. Benim çıkardığımı mı zannettin, dedi. Böbürlenerek Karaşa’ya baktı ve

      – Hadi! Hadi bakalım! Aranızda konuşun da evleri kurmaya başlayın. Üçünüzün obalarınızdaki bütün kiyiz evleri getirip buraya kurun. Kesimlik konusunda da anlaşın. “Jigitekler öncelikle kesimlik elli koyunu arasında paylaşsın” dedi. Bunları hangi obalara yükleyeceğiz. Şimdi bu hususta fikir yürütelim, diyerek konuşmasını tamamladı…

      Kaumen, ulakla konuşarak kimseyi ikna edemeyeceğini ve yola getiremeyeceğini iyi biliyordu. Dolayısıyla o, münakaşayı çoğaltmadan, yakındaki Baydalı ile görüşmek istedi. Ürkimbay ile Karaşa’ya:

      – İkiniz bana baksanıza, dedi. Biraz sessiz kaldıktan sonra “bu, yalnızca bize değil, bütün Jigiteklere düşen bir afet yahu. Burada Baydalı var. Ne zamandır Böjey ile müşavere ediyorlar… Karaşa! Sen tez at bin de varıp Baydalı’ya danış, şu ulakların beklediği cevabı getir” dedi. Ürkimbay da:

      – Doğru, öyle yap, diyerek Kaumen’in sözüne katıldı. Ulaklar da buna karşı çıkmadı.

      Karaşa hemen kalktı, başka bir şey demeden çıktı…

      Bundan sonra ulaklar öylesine oturdular, ikram edilen çayı içtiler. Ürkimbay onlarla tartışmasa da içten içe Maybasar’ın buyruğuna çok öfkelenmişti. Bütün Tobıktılar içinde “kazanına haram lokma salmayan evler” diye bir liste yapılacak olsa, o listeye, en önce Ürkimbay’ın evi yazılırdı…

      Ulaklar çok beklemedi.

      Birkaç atlı kişi atlarını kişneterek evin yanına kadar gelmiş, çabucak inmiş, yularlarını hızlı hızlı bağlamaya başlamıştı.

      Gelen Karaşa idi. Onun yanında da Baydalı ve Karaşa’nın yürekliliğiyle tanınan eşkıya yıkıcı yiğitleri vardı. Ulak Cumağul uyanıkça idi. Bunların gelişi içine sinmemiş, bundan hoşlanmamıştı:

      – E-e! Bu ne? Ayaklanmış gibisiniz hep birlikte, deyiverdi. Kojakan adlı uzun boylu kara yağız delikanlı:

      – “Düşman deveni kesiyorsa, beraber tutsana” demişler. Jigiteklerin bütün malını elinden alıp Size vermeye geldik, dedi. Buna öfkelenen Kamısbay:

      – Bütün malı değil, sadece elli koyunu gerekli. Kalan malın çoksa sahibi geldiğinde yanına katar gönderirsin… Acelen ne, diyerek zehrini döktü.

      – Onları alıp verecek olan sen misin, diyen Karaşa, çömelerek Kamısbay’ın tam yanına oturdu ve Kamısbay’la tartışmaya başladı.

      – Ben olsam ne yapmak isterdin?

      – Seni kana susamış cani! Bütün halkı ağlattın yahu! Bu yalakalığı bırakmayacak mısın?

      – Hey, boş konuşma! Çekil şöyle! Şu Baydalı’nın cevabını söyle.

      – Cevabı mı? Öyleyse, cevabı şu, diyen Karaşa, elindeki kızılcık saplı kalın kamçıyı savurarak vurup onu yere yıktıktan sonra yekinip ayağa kalktı, Kamısbay’ın kafasına gözüne vurmaya başladı…

      Kamısbay yediği kamçılara rağmen çarçabuk ayağa kalkıvermişti… Ürkimbay, evdeki yiğitlerine haykırarak buyruk verdi:

      – Tutun! Yıkın itleri, dedi.

      Cumağul ve Kamısbay üzerlerine çullanan yiğitlerle mücadele etmeye ve bağırarak küfretmeye başladı. Fakat yiğitler boyun eğmedi. Ses çıkarmadan üstlerine atılan on yiğit ikisini de vura vura yıktı ve dizüstü çökertti.

      Hiddetinden nefes nefese kalan Karaşa:

      – Baydalı’nın cevabı şu: “İki iti düreye34 yatır, kıpkızıl kızartarak Maybasar’a geri gönder” dedi… Pekâlâ! Başımın belası, dedi ve gelerek Kamısbay’ın omuzlarına oturdu. Kuyruğu ile sırtından at sürer gibi kırbaçlayıverdi. Ürkimbay ile diğer yiğitler de aynı şekilde Cumağul’u kırbaçlayıverdi…

      İki ulak Jigiteklerden olabildiğince dayak yedikten sonra yüzlerindeki kırış kırış kuruyan kararmış kızıl kanları temizlemeden at koşturarak Karaşokı’ya gelip Kunanbay’ın huzuruna çıktı.

      Baysal ve Maybasar da Kunanbay’ın yanındaydı. Kulınşak’ın batır oğullarından Nadanbay ve Manas da onlarla birlikteydi. Ev, Irğızbaylardan Juman, Tölepberdi gibi daha pek çok yiğitle dolup taşıyordu…

      Kunanbay evvela ses çıkarmadan donup kaldı, biraz sonra iki ulağın yüzünü işaret ederek Baysal’a:

      – İşte, gördün mü? Nasıl akrabalık yapayım? Böjey’in bu kamçısı, bunlara değil, bana vurulmadı mı? Kalkın, diye sertçe haykırarak bütün yiğitlere buyruk verdi: “Şimdi gidin! Kendi evinde dövdüren Ürkimbay’ı, elini ayağını bağlayıp sürükleyerek önüme getirin” dedi.

      Başka hiç kimse bir cümle dahi söylemedi. Kunanbay da bundan başka bir söz demedi. On yiğit at biner binmez kamçılayıp gitti. Kulınşak yiğitleri de onların içindeydi…

      Akşam loşluğu başlarken Ürkimbay’ın obasına yetiştiler. Bütün oba erkeklerini kartal çarpmış gibi dövdükten sonra Ürkimbay’ı kendi evinden sürükleyerek çıkardılar.

      Ürkimbay ev içinde karşılık verse de dayak yiyeceğini anladıktan sonra mücadeleyi bırakmış ve ses çıkarmamıştı. Yüzündeki kan son damlasına kadar çekilmiş gibiydi. Öfkeden yemyeşil olmuş, nefesi kesilmişti. Dudağını ısırıp yüzünü taş gibi kaskatı katılaştırarak kendini tutmuştu.

      Ürkimbay’ı dışarı çıkarınca ellerini arkadan bağlayıp semiz bir sarı kula ata bindirdiler. Tölepberdi de sıçrayarak onun arkasına bindi. Hiddetli topluluk atlarını çatlatırcasına Karaşokı’ya yöneldi.

      Artık her yan kararmaya başlamış, bütünüyle alaca karanlık çökmüştü…

      Bunlar Şınğıs’ın epey içlerindeki Ürkimbay tavlasından aşağıya doğru yönelmiş, nehir boyunca at koşturarak gidiyordu.

      Kısa süre sonra nehri kesen yamaç yoluna geldiler. Buradan batı tarafındaki Karaşokı’ya doğru döneceklerdi.

      Önlerinde alabildiğine uzamış olan bir grup yüksek ağaç vardı. Bir anda bunların arasından kalabalık bir insan topluluğu çıktı:

      – Çevir, çevir!

      – Giriş, giriş!

      – Öldür itleri, öldür, şeklindeki bağrış çığrışla ve hızla, birçok atlı üstlerine geliyordu. Sayıları otuz kırktan az değildi. Hepsinin ellerinde topuz ile sopa vardı. Bunları gören Kunanbay yiğitleri de haykırdı:

      – Geleceksen gel!

      – Gel de geber!

      – Girişeceksen

Скачать книгу


<p>34</p>

Düre: Cezalandırılmak istenen kişinin öne eğdirildikten veya yüzüstü yatırıldıktan sonra sırtı ile üstüne oturduğu çıplak uzvuna kırbaçla veya sopayla vurulması.