Çaresiz Yolcu. Novruz Necefoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çaresiz Yolcu - Novruz Necefoğlu страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çaresiz Yolcu - Novruz Necefoğlu

Скачать книгу

Sonra da tekrar kapıyı kilitledi. “En iyisi buradır, sahibi bulunursa, veririz,” diye söylendi.

      Güneş yakıyordu. Haralı sürüdükçe koyun yatağındaki peyinden kalkan tozun keskin kokusu sıcak havaya karışıyor, böylece sıcaklık insanı iki kat yakıyordu. Ara sıra sandalye yerine üstüne oturduğu taşlardan birini, köşkün cılız gölgesine doğru iteleyip orada oturuyordu. Terini silip, nefesini topladı. Acaba bu yün kimin? Kim unutup gitmiş? diye düşünerek bir süre oturdu.

      Kulağına bir ses geldi. Sanki birisi ağlıyor ya da inliyordu. Evet! Birisi sızlanıyor, ağlıyordu. Biraz önce, obanın her yerini dolaşmış, her yere bakmıştı. Yoksa birisi obada mı kaldı diye geçirdi içinden, oturduğu yerden kalkıp tekrar obanın içine doğru yollandı. Etrafa göz gezdirdi. Unutulmuş olan yün haralını çıkardığı avlunun açık kalmış kapısının ağzında, iki büklüm olmuş, eğilmiş bir kadın görünüyordu. Acaba kim bu kadın? Yoksa az önce de burdaydı da o mu, görmemişti? Yok, olamaz. İçeriye dikkatle bakmıştı. Ne içeride, ne de çevrede kimse yoktu. Acaba kimdi, buraya nereden, nasıl gelmişti?

      Süphan, kamıştan çevrilmiş avluya yaklaşarak seslendi:

      “Ay bacı, kimsin, ne yapıyorsun orada?”

      Kadın iki büklüm olmuş belini doğrultmaya,avuldan dışarı çıkmaya çalışarak boğuk ve cılız bir sesle:

      “Süphan, Süp…han.. gardaş, benim, ben… Yünü unutmuştum, yetişemedim, alıp götürmüşler,” diyebildi.

      Süphan Kıztamam’ı hemen tanıdı, biraz daha ileriye, kapının ağzına varıp:

      “Ay bacı, bana bak hele, kendini ne güne salmışsın, hele gel, dışarıya çık, boğulursun orada,”dedi. “Korkma, yünü götüren yok, endişe etme, yünü ben aldım ve demir köşke de koydum.”

      Kıztamam’ın dizlerine yeni bir derman geldi. Avludan çıkıp ikiye katlanan belini biraz daha doğrultarak karşılık verdi.

      “Hee… Süphan gardaş, ne güzel, iyi ki sana rastlamış. Al…lah se… nin bala…nı sak…la…sın,” diyebildi ve ateş gibi yanan, koyun gübresi karışık toz toprağın içine, yere yığıldı. Kadıncağız bayılıp gitmişti. Süphan sağa, sola bakınıyor, ne yapacağını düşünüyordu. Su yok, gölgenecek yer yoktu. Şimdi kadına nasıl yardım etsin, şaşırıp kalmıştı. Gözleri, nisbeten biraz yakında görünen obaya ilişti. “Evet, kadını oraya yetiştireyim, Babullagile,” diyerek Kıztamam’ın yorgun ve baygın bedenini omuzuna alıp hızlı adımlarla yürüdü…

      …Bu ovadaki yirmiye yakın obanın her birinde, her zaman saygı duyulan, misafirliği arzulanan, sözü baş üstünde tutulan, herkesin “dayı” dediği, arka obalar olarak bilinen bölgeden gelen Cihangir kişi, bir hayli adamın bir yere toplandığını görüp atını Babulla’nın avlusuna doğru döndürdü. Önceleri önemli görevlerde bulunmuş Cihangir kişi, emekliye ayrıldıktan sonra, kışın ovaya iniyor, yazın dağlar koynundaki köyüne geliyor, yazı kadim köyü Çeşmeli’de geçiriyordu.

      Babulla, daha bu sabah buradan geçip giden Cihangir kişinin obaya döndüğünü görünce hemen onu karşıladı. Arkasından gelen oğlu, Cihangir kişinin atının dizgininden yapışıp yere inmesi için üzenginin bir tarafına asıldı ve Cihangir kişi attan indikten sonra, atı taştan yapılmış büyük ahırın yanına çekti, bağladı.

      Babulla öne doğru çıkıp hürmetli misafiri karşılayarak: “Hoş geldin, ay gardaş, hoş geldin,” deyip onu evine davet etti.

      Cihangir, Babulla kişiye:

      “Orada ne oldu? İnsanlar niye toplandılar?” diye, evin önünde toplanan kalabalığı işaret edip parmağı ile gösterdi.

      “Bağır’ın obasından Memiş’in karısı, Kıztamam… Bu gün sabah erkenden yaylaya göçmek için yola çıkmışlar.

      Cihangir dayı:

      “He, Bağırgilin bu gün yola çıktıklarını biliyorum,” dedi.

      “Kadın, göç kervanı asfaltı geçtikten sonra, kadim göç yolunun başında, yüklere bakınca bir haral yünün olmadığını farketmiş. Asfalttan bu yana geriye dönmüş, bu kadar yolu, üstelik bu sıcakta tekrar yürümüş. Dükkancı Süphan da onların obasının kenarında, demir köşkünde imiş. Zavallı kadını, baygın vaziyette buraya, bizim obaya kadar o getirmiş. Kadını güneş çarpmış. Şimdi kızlar, gelinler yardım ediyorlar. Yavaş yavaş kendine geliyor,” diye, bildiklerini Cihangir kişiye anlattı Babulla.

      Cihangir kişi kaşlarını çatıp, bakışlarını karşıya, kızların, gelinlerin toplandığı yere dikerek:

      “Haa, Memiş’in, o akılsızın, beceriksizin karısı,” diyerek göğsünü geçirdi. “Kıztamam aklı başında, iyi kadındır. Memiş’in tüm derdini o çekiyor. Anası Balanaz da yoksul, fakirin biriydi. Balanaz’ın kocası Balaşirin savaşa katıldı, yazık, cepheden geriye dönemedi. Balanaz, beş evladını babasız büyüttü. Gayretli, çilekeş kadındı. Çok becerikliydi, kah çömlekçilik yapardı, kâh gündelikçi olarak ot biçerdi. Ebelik de yapardı, bu civarda pek çok gelinin doğumunu o yaptırdı. Çocuklarını bin bir eziyetle; ancak alın teriyle büyüttü. Kıztamam’ın, kocadan yana bahtı gülmemiş. Ama ne yaparsın, hayat bu!” dedi. Sözüne biraz ara verip sonra da:

      “Bari yünler yerinde miymiş? Alıp götüren olmamış mı? Yünü bulmuş mu?” diye sordu.

      “Yün, öylece yerinde duruyormuş, Süphan bulmuş. Başkası götürmesin diye demir köşküne koymuş.

      Cihangir kişi:

      “Ben Kıztamam’ı görmek istiyorum,” dedi. “Bir haral yün için bunca çileye katlanan; ölümüne de olsa bu yola çıkmaya mecbur kalan bu kadını, buraya kadar getiren bir sebep olmalı, onu öğrenmek istiyorum.”

      “Ay kişi, sebep ne olacak, fakirliktir. Bir sürü külfet. Bir çocukları da Âli mektepte okuyor. Kocası da akılsızın, beceriksizin biridir. İşi, gücü evde de, dışarda da sebepsiz yere kavga çıkarıp onunla bununla dalaşmaktır. Geçimlerini sağlamakta da zorluk çekiyorlar. Bir haral yün onlara göre büyük zenginliktir,” dedi Ba-bulla.

      Cihangir kişi:

      “Her ne ise, gidip bakalım, Balanaz hanımın kızı, Kıztamam’ın vaziyeti nicedir,” deyip Babulla’nın ağılına doğru yollandı. Kişiler gelip ağıla ulaşınca kalabalık birden dağıldı, onlara selam verip kenara çekildiler. Önde Cihangir kişi, arkasından da Babulla kişi içeri geçtiler. Tavanı çok da yüksek olmayan, duvarlarında el ile dokunmuş elvan renkli kilimler asılmış uzun odanın yukarı tarafı halı ile döşenmişti. Kıztamam halının üstüne, geriye yaslanarak yan oturmuş, omuzlarını duvarın dibine konmuş yastığa dayamıştı. Tıkanıyor, ağır ağır nefes alıyordu. Kıztamam, deminden beri, yakınan, ah çeken: “Canı boynuna düşen de böyle yapmaz. Bir haral yün için ölüp de mezara girmeye değer mi?” diyen kadınların, aniden susmalarından, bu sessizliği yaratan bir sebebin olduğunu hissetti.

      “Geçin, yukarıya geçin, baş köşeye oturun,” diyen seslerden,

Скачать книгу