Çaresiz Yolcu. Novruz Necefoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çaresiz Yolcu - Novruz Necefoğlu страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çaresiz Yolcu - Novruz Necefoğlu

Скачать книгу

şimdi iyi misin?” diye sordu.

      Kıztamam başını sallayarak, iyiyim, der gibi işaret etti.

      Babulla kişi:

      “Cihangir gardaş, geldiğinde böyle değildi. Şükür Allah’a, şimdi kendine gelmiş. Bakarsınız, biraz sonra kalkıp gitmek; göç kervanına yetişmek isteyecek,” diye neşeyle seslendi.

      Cihangir kişi Kıztamam’ı dikkatle süzerek:

      “Kızım, niçin böyle yaptın? Sen ki, bu düz ovanın bu mevsimde nasıl olduğunu bilirsin. Bu yerlerin çöl mevsimi başladığını bilmiyor musun? Bu mevsimde buralarda ancak yılanlar dolaşır. Geçim derdi çektiğinizi, fukara bir ömür sürdüğünüzü biliyorum. Ancak kızım, kendini bir haral yün için ateşe köze atmanın, bu duruma düşerek göz göre göre ölüme gitmenin ciddi bir sebebi olsa gerek. Cihangir dayına söyler misin, nedir bu sebep?” diyerek Kıztamam’ın cevabını beklemeye başladı. Kıztamam gözlerini azca yukarı kaldırıp ağır ağır nefes alarak ve biraz da utanıp sıkılarak:

      “Cihangir dayı, ben o yünü, kızım Gülgez’e çeyizlik yorgan, döşek döktürmek için toplamıştım. Kızımın ilk kısmetinin kaybolmasını istemedim,” diye göğsünü geçirdi. Başını göğsü üstüne düşürüp bakışlarını meçhul bir noktaya dikti.

      Cihangir kişi dalıp gitmişti. Hafızası onu uzaklara, geçip giden yıllara döndürmüştü. Gözlerini odadaki tek pencereden dışarıya, güneş vurdukça tutuşup yanan sahraya dikerek sakince:

      “Kısmet, alın yazısıdır kızım. Tanrı Memiş’in kısmetine de seni yazmış. Öyle ya, sen de Memiş’in kısmetisin,” dedi.

      Kıztamam başını kaldırmadan, öylece yavaş yavaş devam ederek zayıf bir sesle, kesik, kesik:

      “Evet, doğru söylüyorsunuz… Cihangir dayı… Ben Memiş’in yemiyim. Tanrı beni bunun için yaratmış,” diyebildi.

      Cihangir kişi iri, ışıklı gözlerine gölge salan, ağı, karasını bastırmış, burma burma, kalın kaşlarını kaldırarak:

      “Anasının, uğrunda bu kadar fedakarlık gösterdiği bir kızdan, Tanrı da saadetini esirgemez. Kıztamam, yavrum, üzülme. İnşallah, evlatların mutlu, bahtiyar olur,” dedi. Cihangir kişi, felek rüzgarının soldurup savurduğu bu kadına verdiği tesellinin, bir faydası olup olmadığını görmek için, Kıztamam’a bir daha baktı, baştan ayağa süzdü. Balanaz’ın küçük kızı Kıztamam’ın durumunun zamanla daha da iyiye gittiğini gördü ve dönüp yavaş adımlarla odadan çıktı ve Babulla ile birlikte bahçeye geçtiler. Güneş tam tepeye dikilmişti. Cihangir kişi kenarda duran kamyonu Babulla’ya gösterip:

      “Bu çalışıyor mu? Süren var mı,” diye sordu. Babulla:

      “Evet çalışıyor, çocuklar sürüyorlar. Şimdi burada değiller, hayvanları Sarvan tarafına sulamaya götürdüler, birazdan gelirler” diye cevap verdi.

      Cihangir kişi dört yana ateş püskürten güneşe doğru bakmaya çalışarak:

      “Babulla, Kıztamam’ı bu kamyona bindir, yününü de arabaya yükle, çocuklar onu kendi obasına kadar götürsünler. Ben de gideyim, hazırlıklarımı göreyim, sıcaklar yaman düştü. Artık bizim yerlerin ateşte pişen vaktidir, buralarda daha fazla eğlenmek olmaz,” dedi, sonra da Babulla’nın oğlunun yakına çektiği atına binerek: “Geceden, kafile ile yola çıkıyoruz,” deyip vedalaştı. Atını uzaktan görünen tek söğüt ağacının yanındaki düşergeye doğru seğirtti.

****

      Bu yıl işleri yolunda gitmişti.. Üniversiteyi bitiren Balahan’a, maaşla çalışmaya başladığı rayonda, ev yapması için bir de arsa vermişlerdi. Balahan, askerliğini bitirip gelen kardeşi Arzuman’ı da yanına almış, rayondaki tavuk çiftliğinde işe sokmuştu. İki kardeş el ele verip geçici bir kulübe yaparak orada yaşamaya başlamışlardı. Ancak henüz ikisi de bekardı, yeni kurdukları bu yurda, kadın eli değmediğinden ocağının bereketi yoktu, eşyalar da hiç düzenli değildi. Balahan çalışıp çabalıyor, boş zamanlarında bahçeye inip toprakla uğraşıyor, yeni kurduğu bu yurtta, yeni evinin önüne sonbahardan beri ağaç dikiyor, bahçeyi şenlendiriyordu.

      Balahan’ın eli ekmek tutmuştu artık, bir işi vardı ve her ay maaş alıyordu. Balahan nevruz bayramında anası Kıztamam, babası Memiş, bacısı Gülgez ve diğer kardeşlerine yeni elbiseler alıp obaya getirmiş; bütün aile fertlerini yeni baştan giydirmişti. Kız-tamam oğlunun aldığı köyneği giyinip aynada kendine bakınca, sevinçten gözleri yaşarmıştı. Kardeşleri Balahan’a teşekkür etmiş, Gülgez ise ağabeyinin boynuna sarılmıştı. Memiş de oğlunun alıp getirdiği ceketi sırtına giyinmiş, sofranın kenarına, kilimin üstüne oturmuş, çenesini şakırdatarak Balahan’ın getirdiği şekerlerle, kızı Gülgez’in önüne bıraktığı çayından içmeye başlamıştı. Memiş, o gün kimseye çatmamış, kimseyle dalaşmamış, kimseye sövüp saymamıştı. Kendinden hiç beklenmeyecek bir şekilde sessizce oturmuş, kimsenin keyfine soğan doğramamıştı.

      ....Balahan ilkbaharda, el, oba yaylaya göçerken anası Kıztamam’ı yeni taşındığı evine getirmişti. Kıztamam, sıra ile dizilmiş evlerin arasında, demir torla çeperlenmiş bahçenin kapısından içeri girer girmez eğilerek bahçenin toprağını; duvarları bu yakınlarda sıvanmış tek odalı evin taş duvarını öpmüş, kurduğu bu yeni yurtta oğluna Allah’tan saadet, ocağına bereket, mutluluk dilemişti. Çok sevinmişti, uçmaya bir tek kanadı eksikti. Balahan’ın bu küçük evi, Kıztamam’ın nazarında azametli bir malikane, gösterişli bir saray idi.

      Balahan’ın artık kül döktüğü, ocak galadığı bir yurdu, bahçesi vardı. Şimdi kardeşinin de kaygısını çekiyor, onun işini de yoluna koymak için uğraşıyordu. “Biraz daha çalışsın, kendini ispatlasın, Arzuman’a da buralardan bir arsa alacağım,” diyordu. Anası ellerini Allah’ın dergahına doğrultup oğluna kimbilir kaçıncı kez hayır dua ediyordu.

      … Oğlunun evine ilk gelişiydi, bu yüzden Kıztamam içinden geçenleri Balahan’a söyledi, onu evlendirmekten söz açtı…

      Balahan da küçük odanın köşesindeki elektirikli çaydanlığın fişini pirize takarak:

      “Ay ana, otursana,” deyip duvarın dibine, üst üste konulmuş minderlerden birini hemen alıp küçük masanın yanındaki iki sandalyeden birinin üstüne koydu. Sonra da anası Kıztamam’a doğru dönerek:

      “Ana, daha erken değil mi? Benim şartlarım henüz uygun değil, evlenmeye imkanım yok. Ben buradayım, siz de kâh ovada, kâh yayladasınız. Köye bir yazın, bir de sonbaharda, aşağı inip yukarı çıkarken iki üç günlüğüne dönüyorsunuz. Arzuman askerlik görevini bitirip geldiğinden beri, bir araya gelip oturup kalkamadık. Hem sen de “evimiz eşiğimiz kötü güne kaldı, çitimiz çeperimiz, çoluğumuz, çocuğumuz dağıldı, gitti” diyordun. Eninde sonunda oraları da mamur edeceğiz, elbette, köyde yaşamak da mümkün ama benim işim buralardadır. Gidip o dağ köyünde ne yapacağım?”

      Kıztamam, kendi elleri ile sırıdığı yorgan ve döşeğin serili olduğu tek kişilik, baştarafları tahtalı karyolanın üstündeki örtüyü, körpe çocuğu okşuyormuş gibi sıvazlayarak,

Скачать книгу