Anayurt - I. Zordun Sabir

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Anayurt - I - Zordun Sabir

Скачать книгу

da mahalle halkının meselelerini halledebilirdi? Mahalledeki çiftçilere acıdı. Bey esnedi, sonra geğirdi. Bu iki davranışı Nuri’yi tiksindirdi. Onun öğretmeni bu tür davranışlarla alay ederdi. Bir defasında Nuri, sınıf arkadaşı olan kızın yanında aniden esnemişti. Deri ticaretiyle uğraşan zengin bir adamın kızı olan arkadaşı şaşkınlıkla bakarak:

      “Esnerken elinizle ağzınızı kapayın.” demişti. Nuri utançtan yerin dibine girmişti. Şimdi o, bu iki davranışın çirkin olduğunu biliyordu. İçinden “Bu adamda böyle tiksindirici hareketlerden daha kaç tane vardır acaba?” sorusu geçti. Derken bey, sağ elini koynuna sokup koltukaltını kaşımaya başladı ve birden kaşlarını çatıp ona seslendi:

      “Niye ayakta duruyorsun? Doğruyu söyle, burada hırsızlar gerçekten çok. Kazakların dışında bizim içimizde de ondan fazla ünlü hırsız var. Hırsız Sefer nehir kıyısındaki bozkırın kaplanı oldu, Hırsız Gani Kaş kıyısının kaplanı, Hırsız Ahmet, Hırsız Hoşur, İmir Hemze Yaban domuzu, Sidir Av köpeği, İbrahim kancık… Hepsi hırsız. Bunların çoğu çiftçi, onların gözü zenginlerde… Fakirlerin öküzleri kışın dışarıda yatıyor, hırsız gelmiyor. Zenginler evlerinin korkuluklarını kenetleyip, köpeklerini bağlayıp, ağıllarına bekçi koyup mallarını korumuş olsa da hayvanları sürü sürü çalınıyor. Hatta bu hırsızlar hükümet bankasına bile girdi. Doğru, hırsızlar çok. Bu benim yeteneksizliğimden mi? Neden böyle yazdın orospu çocuğu? Bunu şu Muhtar domuz veya Mira Süngü mü yazdırdı sana? Doğruyu söyle, yoksa…”

      “Hayır, onlar demedi, kendim yazdım.”

      “O zaman neden hükümeti eleştirdin?”

      “Hükümeti eleştirmedim. Sadece büyük, küçük beyler iyi çalışsın istedim beyim.”

      “Ben seni hapse göndereceğim, anladın mı? Bugün göndereceğim. Sen! Köpek yavrusu! Okuluna orada devam edeceksin!”

      “Ben suç işlemedim, üstelik on beş yaşındayım. Hukuk beni destekliyor.”

      “Ne dedin? Hukuk? Benim sözüm hukuk değil mi? Seni orospunun… ”

      Sözünü tamamlayamadı. Sarı saçlı, güllü etek giyen bir kadın eve telaşla girdi:

      “Haksızlık yapmayın bey!” Bu kadın beyin şehre yerleştirdiği, iki kızını okutmakta olan küçük eşiydi:

      “Bu çocuğun sözü doğru, onun söylediklerini Sabiha ile ikimiz duyduk, çocuk doğru söylüyor. Elinizden gelirse bu çocuğu değil, Hırsız Gani’yi hapse götürün. Gelininizi herkesin önünde alıp kaçan Hırsız Seferi yakalatın!”

      “Yeter Asiye!” dedi bey, dört zenginle mücadele ederek beş yüz koyun harcayıp eline geçirdiği bu eşine yalvararak:

      “Bu haramzadeye şöyle bir çıkıştım, bana küsüp sakın gitme yanımdan!”

      “Sabiha bu çocuğu tanıyormuş. O sadece okulda değil, bütün şehirde harikaymış. Yurdunuzun gözdesiymiş. Dört eşinizden on üç çocuğunuz var ama birisi bile okuma yazmayı bilmiyor. Gözde çocuğunuz Kamerdin, medresede dört sene okumasına rağmen Kuran okumayı hala başaramadı. İşte! Çocuk olsun, Nuri gibi olsun! Onu çocuklarınıza örnek yapın. Bu çocuk matematikte birinciymiş. Şiir yazabiliyor, resim yapabiliyor, dutar6 çalıp şarkı söyleyebiliyormuş. Puşkin, Abdullah Tokay, Nevayı gibi harika bir çocukmuş… ”

      “Harikaymış!” dedi bey, kendine çeki düzen vererek:

      “Yukarıya geç oğlum, misafirim ol. Nogay ablan seni peygamberi över gibi övüyor. Hey halayık, kuzu kesin, kımız getirin, evimize değerli bir misafirimiz gelmiş!”

      Beyin güzel bahçesindeki büyük karaağaçlar, kucaktan aşan kavak ağaçlarının dallarındaki kargalar o kadar çoktu ki sanki dünyadaki tüm kargalar buraya toplanmış gibiy di. Sarıcık ve yusufçukların güzel sesleri geliyordu. Yabani tavşanlar koşuyordu. Bahçe sanki rivayetlerdeki esrarengiz ormanlığa benziyordu. Bahçenin ortasında bir ırmak akıyordu, kenarındaki kavaklar iki kenar arasında uzanarak hem köprü hem de salıncak olmuştu. İçi çürüyüp boşalan kavak ağaçlarının arasında akdut ağacı vardı. Belki nice yüz seneden beri meyve verip gelmişti. Sık elma ağaçları arasındaki çimenlik daha da huzurluydu. Yatarsan döşek, takla atarsan yastık, sırtüstü yatarsan esrarengiz bir dünya.

      “Böyle bir bahçe şehirde bile yok.” dedi Sabiha. O, on beş yaşında olmasına rağmen oldukça güzel, uzun kollu beyaz bluzundan göğüsleri belirmeye başlayan, uzun iki örgülü saçı gür ve parlak, ince ve uzun boylu bir kızdı:

      “Ben bu bahçeyi seviyorum, tıpkı şahların bahçesine benziyor.”

      “Doğru.” dedi Nuri, kızın sevimli yüzüne bakıp:

      “Bu şahane bir bahçedir. Sanem canım, şah bahçesinin size özel olduğunu bilemedim, dediği işte bu olmalı!7

      “Yapmayın!” Kız, nar gibi kızarıp yere baktı:

      “Böyle konuşursanız buradan kaçıp gideceğim!”

      Nuri utancından yanındaki ırmağa baktı. Eğilip bükülen söğüt dalları, hareketli akan açık sarı bahar sularını doyumsuzca öpüyordu. Koyu ağaçlar arasından gürleyerek kalkan serçeler, onların başındaki eski karaağaç dallarında şevkle ötüyordu. Aşığını defalarca çağırıp yorulan Zeynep “Kakkuk…ka…ka…kakku!” diye yorgun bir sesle inliyordu. Uzaklarda bir aygır kişnedi, kavak ağacı dallarının tepesinde şahin ve sungurlar öttü, güvercinler gökte gül şeklini oluşturarak uçtu. Haziran ayının bütün güzelliği sanki şu anda kendini gösterdi, insana huzur vermek için kendini bağışlayan doğa, kendi evlatlarını tüm sevgisiyle karşıladı. Nuri’nin damarlarında sanki kan değil ateş akıyordu. Kalbi bir anda kora dönüştü, vücudu yıldırım çarpmış gibi silkindi. Hayatında emsali görülmemiş bir heyecanla sarhoş olmuştu. Diline hâkim olamıyordu. Konuşkanlığı, cesurluğu gitmişti. Yere bakarak, yeni konuşmaya başlayan bir çocuk gibi kekeledi:

      “Hayır… Siz Sabiha…”

      Sesine, çocukluk karamsarlığı, bitmekte olan fakir arzuları, sessiz feryadı sinmişti. Zengin kız ile fakir oğlan arasında mutluluk değil sadece facia olurdu. Fakirlerin arzusu zenginlere yabancı gelirdi. Güzel hayal meyvesiz ağaçtır, ben hayalimle mutlu olmaya alıştım. Sabiha ile Abduömer Bey’in bahçesinde değil, hayal bahçemde ömrüm boyunca beraber olayım, diye düşündü ve erken solmuş çiçek parçacıkları gibi kırıldı:

      “Ben gideyim artık.”

      “Daha erken.” dedi kız, saçının ucunu çözerek:

      “Size soracaklarım var.”

      Kızın arkasından çekinerek yürüyüp eski bir dut ağacının yanına geldi. Dut dalları tatlı dutlarla doluydu, yerde de vardı, ayak basmak zordu. Yerdeki en temiz, tatlı dutları seçerek yediler.

      “Ağaca çıkıp yiyelim, bakın, kara serçe bile daldan koparıp yiyor.” diyerek güldü kız.

      Onun

Скачать книгу


<p>6</p>

Dutar—iki telli bir çalgı aleti

<p>7</p>

Burada Nuri “Garip Sanem” destanından alıntı alarak espri yapmıştır.