Anayurt - I. Zordun Sabir

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Anayurt - I - Zordun Sabir

Скачать книгу

ağzına attı ve heyecandan rüzgârda sallanan söğüt dalı gibi titredi. Nuri akşamleyin mahallesine doğru yayan yürüyerek yola çıktı. Beyin bahçelerle kuşatılan mahallesi, dört tarafa giden binek arabası yolları geride kaldı. Nuri, bahçelerden kuş gibi hızlı geçip, mahallenin duyarlı köpeklerini ulutmadan ana ırmak kenarına geldi ve çiftçilerin suyu izleyerek oluşturduğu patika yoluyla güneye doğru yürüdü. O, hiçbir zaman bugünkü gibi heyecanlanmamış tı. Önündeki Sar Dağı’nın karlı zirvelerine, yamaçlarındaki çamlarına, İli Nehri’nin öbür kıyısındaki uçsuz bucaksız bozkırlara şairane duygularla baka kaldı. Git gide uzaklaşmakta olan bey otlağına sık sık dönüp baktı. Orası sanki Nuri’yi çağırıyor, benim ömürlük yiğidim ol diye yalvarıyor, ona insan hayatındaki en güzel şeyi takdim ediyordu. Ama gizli bir güç onu buradan gitmeye, arkasına dönüp bakmamaya sürüklüyordu.

      Karlı doruklara baktı. Doruklar bulutlara kadar uzanmış, bulutlar ise uçsuz bucaksız göğe bağlanmıştı. “Böylesine yüksek iki tepe!” dedi, patika kenarındaki çalıların fidanlarını okşayarak. “Murat, maksat nedir? Ya onun yolu? Lomonosof, Darvin, Puşkin gibi adam olmaktır. Lomonosof on dört yaşında ilkokula girmiş, çalışarak âlim olmuştur. Üstelik yedi fenden âlim… Newton evlenmemiştir, Nobel de öyle. Sevgi ve rahata düşkünlük adamı mahveder. Evet, o kızı unutmam gerek, arkama dönüp o mahalleye bakmamam gerek…” Böyle dedi ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Önünde yine Sabiha belirdi. Onun ırmak kenarında ve çimenlikte söylediği sözler Nuri’nin aklına geldi… Kız, annesinin “Baban Almatı’da kurşunla vurularak haksız yere infaz edilmişti. Baban iyi eğitim görmüş, Rusçayı iyi bilen, yakışıklı bir Uygur yiğidiydi. Ben Onunla Moskova’da tanışıp, Almatı’da evlenmiştim. Baban zengin adamın kızını aldığı için Bolşevik’ten çıkartılmıştı, sonra Almatı’da Alaş Orda, Şeyhul İslam iddialarıyla idam edildi. Rahmetli baban “İki kızımı alıp Gulca’ya git, okutup iyi yetiştir diye ikaz etmişti. Benim gibi eğitim görmüş Tatar kızı çocuklarını eğitmeyi nazara almasaydı, bu kaba saba beyin küçük hatunu olur muydu? Benim vücudum hayat sürüyor fakat ruhum ölmüştür. Sizler çok çalışıp okuyup yararlı adam olun” sözünü gözyaşlarını dökerek söylemişti. Nuri hayalinde, yaya yolunda çalıları kucaklayıp gözyaşlarını dökerek “Hoşçakal Sabiha, sevgi sana göre de bir uçurumdur. Şansımız varsa annen ile baban gibi bir büyük şehirde karşılaşırız. Sana söz veriyorum, ilk sevgimle yaşayacağım, tıpkı Newton, Nobel, Nevayi gibi…” diye Sabiha ile gıyaben vedalaştı.

* * *

      Ziyavdun oğlunun talebini asla geri çevirmemiş, oğlu da babasına aşırı talepte bulunmamıştı. Oğlu bugün “Baba, ben şehre girip Musabayofların fabrikasında çalışayım. Tatilin sona ermesine bir ay kalmış. Biraz da para kazanayım, burada zamanım boşa gidiyor” dedi.

      Baba, oğlunun iki günden beri dalgın, gamlı olduğu nu fark etmiş “Benim beş çocuğumun kaygısıyla çabalayıp durduğuma dayanamamış.” diye düşünmüş olsa da oğlunun böyle bir talebi ortaya koyacağını hiç beklememişti. O, birkaç seneden beri oğlunu okutmak için, ekin ürünlerini karlara bulaştırıp zorlukla elde ettikten sonra dört çocuğuyla eşini binek arabasına oturtup şehirdeki sıradan zenginlerin ahırları yanındaki karanlık hem de küçük bir odalı evi, kı şın üç ho buğday karşılığında kiralayıp, at arabasıyla geçinerek yaşıyordu. Köydeki geniş, rahat evi ve bahçesini bırakıp başkasının avlusunda sıkılarak gün geçirdi. Eşi, ev sahibinin ekmeğini yapıp bulaşıklarını yıkayıp avlusunu süpürerek kışı geçirmeye alıştı. Kendisi horoz öttüğü zaman evden çıkıp, yatsıdan sonra alaca atı ile birlikte yorgun bitkin bir hale geldiğinde eve dönüp bugün kar çığı taşıyıp ya da Pilici kömür ocağından kömür alıp satıp kazandığı parasını sayarak her gün kazandığı parasının yarısını eşine teslim ederdi ve “Bunları biriktir hatun, oğlumuz şehir çocuklarının önünde sıkılmasın” derdi. Dört seneden beri böyle yaşadı. Bugünlerde ona “Ziyek şehirli” lakabı da yakıştırılmıştı. Dört seneden buyana katlandığı zorluklar, döktüğü alın terini bu akıllı oğlu hesaba katmış olmalı. Değilse Hüseyinbay’ın fabrikasında kireç, asit kokusunda nefesi tıkanarak çalışmak onun aklına nasıl gelebilirdi?

      “Ne diyorsun oğlum! Neyin eksik, neyi satın almaya paran yetmedi? Önce bunu söyle!”

      “Maksat bu değil baba, kendi alın terimin meyvesini tatmak istiyorum!”

      “Öyleyse evde tat bakalım.” dedi Ziyavdun, oğluyla gurur duyarak: “Yarından itibaren yonca bağla. Sen gidinceye kadar buğday olgunlaşır. Görmüşsündür, büyük tarlaya beş ho buğday ekmiştik. İyi yetişmiş, başakları büyük, sapları simsiyah, arasında bir tane arpa, yulaf bile bulamazsın. Allah nasip ederse bir ho tarladan on hodan fazla ürün alabiliriz. Elli ho buğdayın on beş hosu harca gitse otuz beş hosu kalır. Tohum ve azık için on beş hosu kalırsa da yirmi hosunu satacağız oğlum. Üç ho tarladaki keten, bir ho arpa, iki ho yulaf da iyi yetişti. Kırağı çalıncaya kadar ürünleri toplarız. Kardeşlerin Bera ile Dera da çalışabilecek yaşa yetişti. Bera buğday biçen dört adamın buğdayını bağlayıp ekmek parasını kazanabiliyor. Her gün yedi yüz bağlam ot bağlayacak kardeşin. Dera da harmanda at binmeyi biliyor, çaycılık yapabiliyor. Buğday tarlasındaki yaban otları o iki kardeşin temizledi. Ata su ve ot vermek, yemlik temizlemek, tavuk ve köpeklere yem vermek onların işi oğlum. Onlar bağdaki kuru otları biçip binlerce karaağacın dallarını budayıp üç bin bağlam dal odun topladı. Bunların hepsini annenle iki kardeşin birlikte yaptı oğlum. Bu sene Allah nasip ederse üçüncü kardeşin Hemra’nın sünnet düğününü yaptıktan sonra şehre taşınacağız. Evimize Muhtar Bay’ın çobanı Kama Kazak’ı yerleştiririm.”

      Hareketli baba, oğluna çuvalın ağzını açtırıp en son bir çuval buğdayını kalburla çuvala dökerken uzun sözünü tamamladı:

      “Zakir Bey bana ‘Ziyavdun, oğlunu okut, ben böyle akıllık çocuğu görmedim. Ben hocalık yapalı on dört sene oldu, böyle zeki çocuğa rastlamadım’ dediği için, annenle ben her ne kadar zorluk çeksek de seni okutmaya karar verdik oğlum. Bir ihtiyacın varsa söyle, ben karşılayamazsam Muhtar Bay yardım edebilir. Biz kardeşiz. Hele babamdan kalmış bu seksen ho tarlanın otuz hosunu Atuşlu zenginlere satarım. Bir hosuna bir koyun istesem şimdiden otuz koyunun sahibi oluruz. Otuz koyun gelecek sene otuz kuzu yavrularsa, yirmi tanesi yetişse de…”

      “Maksat bu değil, baba!”

      “Ne o zaman, söylesene?”

      “Ben çalışarak zorluklara alışmak istiyorum.”

      “Ağır emek köyde olduğu halde şehirde ne yapacaksın?”

      “Kötü koku, ıslak yer buralarda yok. Tarlanın işi ağır olduğu halde ortam güzeldir, nereye bakarsan bıldırcın ötüyor. Her yer gül, çiçek… Bak, keten, kolza, hatta dikenleri de çiçektir buranın. Burada vücudun yorulduğu halde ruhun coşkulu oluyor baba!”

      “Bal gibi konuştun yahu oğlum! Ben de kışın şehirde binek arabamla geçici işlerle uğraşırım ama aklım hep köydedir. Her gün sabahleyin mahallemi rüyamda görürüm. O ırmak, bu çukur, köksaplı yerler, kurbağa sesleri, gül arasında yuva yapmış bülbüller rüyamdan çıkmıyor. Ruh dedin mi, evet! Adamın ruhu burada huzura kavuşur…”

      “Baba, evet de! Hüseyin bayın fabrikasında tanıdıklarım var. Çalışıp göreyim, burada sıkıldım, arkadaşlarımın

Скачать книгу