Anayurt - I. Zordun Sabir

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Anayurt - I - Zordun Sabir

Скачать книгу

halde mahalleye döndü. Mahalleye girince ırmak kenarındaki çimenlikte toplanan insanlar:

      “Geldi, Ziyek geldi!” diye bağırdılar. İrkilip atından sıçrayarak indi. Sürekli baş ağrısı olan Reyhan’dan endişe duyarak:

      “Ne oldu hey köydeşler!” diye bağırdı.

      “Ne olacak ki, bu Kaşgarlı, Tarancıların annesini kandırdı!” dedi, Muhtar Bay herkesin ortasında, çimenlikte çömelerek oturan, sırtı çıplak adamı göstererek:

      “Hadi Ziyek, bu kilimcinin başını çimenliğe bir batırsana!”

      Buralarda oğlak katmak, sanat toplantılarına katılmak, güreşmek muhteşem eğlencelerdir. Mahallenin ünlü at yarışmacıları, ekin biçerleri (bir günde bir hodan fazla buğday biçen), güreşçileri, şarkıcıları, dansçıları, güldürücüleri vardır. Onların patronu, dalkavukluk yaptıkları, koruyucusu da Muhtar Bay’dır. Kendisi at yarışmasında hiç kazanamamasına rağmen onun değer verdiği yarışmacı atları, yurtlar arasında böğürerek ün almış bir öküzü, hatta çakalları boğabiliyor diye övündüğü kalmuk köpekleri vardır. Evindeki hayvanları ve mahallesindeki şakacılarıyla her yerde övünür. Hatta bir defasında Tahiryüzü’nün muhtarı ile kimin mahallesinde kargaların çok olduğu hakkında tartışıp dövüşmüştü. Her sene 5 Mayıs’tan önce Kumarşang’da güreşçileri hazırlıyor, yere düşmeyenlere kuzu, kilim, ceket, ayakkabı armağan ediyordu. Mahallenin gururu onun hayatıydı, rezil olursa sıkıntı çekerek zayıflardı.

      “İn Ziyek, bu Kalmuk’un ayağı herkesi yere düşürdü, karşısındakini göğsüne kadar kaldırıp başını döndürüp yere fena atıyor. Kendin bertaraf etmezsen bunu, rezil rüsva oluruz yahu!”

      Muhtar Bay simsiyah sakalları arasındaki bembeyaz dişlerini gösterip, şikâyet dolu ve yılışık bir ifadeyle Ziyavdun’un atını kendi eliyle aldı. Sonra onun beline mavi bez kuşağını bağladı ve yerinden kalkan harman taşı gibi tıknaz güreşçiye:

      “Sen de yeteneğini göster, Ziyek de öyle yapsın. Tökezletmeyeceksin, çelme takmayacaksın diye yakınma, yeter ki gözüne toprak saçmasın, ayağını kaydırmasın, kalk Kaşgarlı!” dedi ve herkese bakarak:

      “Ziyek yense bir kuzulu koyun vereceğim, bu Kaşgarlı yense kendisini tarancı yapacağım ve bir ho yer vereceğim!” diye bağırdı.

      Birisi yüz kiloluk bir çuval gibi tıknaz, boynu adeta yok gibi, dazlak, elleri kısa, yirmi altı, yirmi yedi yaşlarındaki kara bıyıklı bir genç; diğeri ise, uzun boylu, sıska, açık sarı yüzlü, otuz sekiz yaşlarında bir adamdı ve meydanı dönerek, ayaklarını gererek güreşmeye hazırlandı. Kısa boylu, habire uzun boylunun kuşağına el uzatıyordu. Uzun boylu ise onu omzundan iterek kendine yaklaştırmıyordu. Mahalle halkı ikiye bölünmüştü. İmam Ahun ile Mira Kadı başta olmak üzere Kaşgarlılar10 bir taraf, Muhtar Bay başta olmak üzere Tarancılar diğer bir taraf olmuştu.

      “Havla kaplan, kaldırıp yere vur!” diye bağırıyordu İmam Ahun, hemşerisini destekleyerek.

      “Ters çelme tak da başını yere batır Ziyek!”

      “El burkmaya bak!”

      “Butla kaldır!”

      Onlar, iki öküz boynuzlaşmış gibi birbiriyle itişip kakışıp, üstünlük kazanmak için boğuşup çimenliği tahrip ettiler. Sonunda kısa boylu yiğit, Ziyek’in kuşağından tutmayı başardı. Onu sıkıştırıp kendine yaklaştırarak “Ya!” diye kaldırdığı anda Ziyek’in sağ ayağı onun ayağına çelme olarak takıldı. Yiğit onu var gücüyle kaldırdı. Ziyek sağ elini onun omzundan geçirip bacağından tuttu de kendi gücüyle kendini yere vurmak hilesini kullanıp onun ayaklarını göğe, başını çimenliğe doğru dikledi ve sol eliyle onun paçasından çekip yere düşürdü. Sonra göğsüne binerek sert elleriyle onun alnından basıp durdu. Yiğit kıpırdadı ama onu deviremedi. Muhtar Bay önce Ziyek’i kaldırıp omzuna vurarak bağırdı:

      “Köydeşler, bu akşam bizim Bostan’da toy var!”

      “Bu böyle olmaz!” dedi yiğit zorlukla ayağa kalkarak ağlarcasına:

      “Bana çelme taktı!”

      “Apışına bir baksana, iğdiş etmiş olmasın ha ha ha…” Herkes Muhtar Bay’la birlikte kahkahaya boğuldu. “Oğlum nerede, babası!” Reyhan’ın feryadı Ziyavdun’u gülmekten alıkoydu.

      “Yok hatun! Onu Cirgilang’a varıncaya kadar aradım bulamadım. Şehre gitmedi, bir kavun tarlasına gitmiş olmalı!”

      “Nu… Nu… Nuri mi?” dedi Muhtar Bay’ın hizmetkârı kekeleyip:

      “ Nu… Nu… Nuri… buğday ke… ke… kenarında keçi sakal…”

      “Korkma.” dedi Muhtar Bay bir kadını görse gevezeleşme alışkanlığıyla Reyhangül’e laf atarak:

      “Kocan kuzulu koyunu alır almaz saçına zamkla çeki düzen verip hazırlanmışsın değil mi?”

      “Bırakın bay abi, oğlum için üzülüyorum ben!”

      “Duydun değil mi, oğlun keçisakalı takmış, bana on yumurtalı saksağan getirecek ha ha ha!” Köydeşler yine kahkaha attılar.

      Gülmek ile ağlamak, huzur ile sıkıntı hep beraberdir. Onlar kardeştirler. Herkes gülerken Reyhan ağlıyordu. Muhtar Bay ise övünüyordu:

      “Çelme takmakta usta bu!”

      “Bunun çelmesi kıskaçtır!”

      “Hayır, o sensin Sarı Bey!”

      “Yavrum neredesin! Saçımı tarayıp kaşımı mustardla boyayıp makyaj yaptığıma lanet olsun! Akrabalarıma şimdi ne diyeceğim!” Reyhan ağlıyordu ama sesini küçük kızı İmhanem’den başka kimse duymuyordu. Bebek annesinin memelerini emerken minicik parmaklarıyla annesinin gözünden damlamakta olan gözyaşlarıyla oynayıp gülüyordu. Belki oğlu Nuri de şu anda bir yerde oynuyordu. Annesini ağlattığı için, henüz bebek olan bu kardeşi, babası ve buzağıya binip Çuh deyip dehleyip kahkaha atmakta olan küçük kardeşi gibi her zaman gülüyordu. Gam, kaygı ve gözyaşı sadece annelere verilmişti galiba! Eğer zenginlerin çocukları gamsız olsa Reyhan da gamsız yaşamış olmaz mıydı? İşte bu yirmi dokuz hane bulunan mahallenin nice bin ho tarlası Reyhan ile Ziyavdun’un dedesinin tarlasıymış. Erkekler topraklarını satıp bu mahalleyi inşa edinceye kadar eğlenceyle gün geçirmişler. Peki, hatun kızlar? Ağlamak, sızlamak, kaygılanmaktan başka bir şey görmemiş. Reyhan on beş yaşında Ziyavdun’ la evlendikten sonra kaygı ve gözyaşından başka ne gördü? Yazın erkeklerle beraber tarlada çalışıyor, çifte koşulan ata biniyor, tarlanın sulama kanalını yapıyor, çalıları biçip bağlıyor, deste yapıyordu. Harmanın en son ürünleri eve taşınıncaya kadar her tane tahıl, her bağlam ot, saman, yoncalar onun dikkatinden kaçmıyordu. Baldırın içi sürmüşse gece sabaha kadar uyumuyordu. Tezek kurutmak, gübre yaymak, tavuklara kümes yapmak, büyük teknede sallanarak hamur yapmak, ekmek yapmak için komşu evlerine gidip süt istemek, tandırı tezek, samanla ateşlendirip, ekmek

Скачать книгу


<p>10</p>

Aksu, Kuça, Hoten’den gelenlere de buranın Tarancıları Kaşgarlı diyordu.