Aşağılananlar. Zeyneb Biişeva

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Aşağılananlar - Zeyneb Biişeva страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Aşağılananlar - Zeyneb Biişeva

Скачать книгу

hasta olup Allah’ın en sevdiği kulu olmamış? Oradan buradan çekip çalarak sürekli zenginleşmeye, çok yiyip güçlenmeye çalışıyor!”

      Sıvakay nine döne dolana kapıya fırladı:

      “– Sende benimle konuşacak iman yok, tüh dinden çıkmış!”

      “– Niye yaşlı birine öfkeleniyorsun!” diye fısıldadı Seğüre yenge. “Gücendirirsen sonra bana kim bakar? Sen de gidiyorsun…”

      “– Dayanılmıyor. Nasıl hiç konuşmadan sabredeceksin?” dedi Baygilde ağabey üzülerek. Sonra elini sallayarak yamalı çizmesini annesinin yanında oturan İştuğan’ın ayağına fırlattı.

      “– Al, giy oğlum. Gidelim, bugün biraz çalışmamız lazım.”

      İştuğan çizmesini giyince annesine bakıp, közün kenarında biraz daha büzüşüp, yavaşça yürüyerek dışarıya çıktı.

      “– Orağa kırpılma oğlum” dedi Seğüre yenge. “–Ural’da yılan çok oluyormuş… Sakın kendini!”

      Baygilde ağabey gözlerini kocaman açıp sessiz sedasız oturan Yemeş’in sırtından dürttü.

      “– Annene bak olur mu kızım?”

      Seğüre yengenin balmumu gibi sarı, hareketsiz ellerini hafifçe okşadı. “– Pes etme karıcığım güçlü ol…”

      Sonra birden aceleyle dışarıya fırladı. Evin içi daha karanlık, daha endişe dolu hâla geldi. Seğüre yenge donuk gözlerini uzağa dikip, sessiz sedasız nefes alarak öylece yattı. Sinekler de aç gözlülükle onu bitap düşürmeye çalışıyordu. Yemeş’in hâlsiz kolları peştamal çırpıp onları kovalamaktan çabucak yoruldu. Çok geçmeden kendisi de annesinin yanına çöküp uykuya daldı. Bu ıstıraplı hastalıktan ve üzüntüsünden günden güne daha da solan, bitap düşen Seğüre yenge yalnız başına kaldı.

      V

      Birbirinden daha neşesiz daha kederli günlerle bir hafta daha geçti. Yemeş tamamen iyileşip Yeneş ile birlikte dışarıda dolaşmaya başladı. Ama günler hızla geçti. Orak zamanı geldi. Çabuk vurana açlık yoktu. Yumuşak olan eski toprakları sürüp tohum eken yoksul halkın tarlasındaki bitkiler kökünden kurumuş, toprakta kara tozlar uçuşuyordu. Sadece zengin tarlasında boyu kısa olsa da iri başaklı, kızıl boynuzsuz buğday yetişiyordu. Bunu gören halk şaşırıyordu. Onları tanımayanlar: “Allah sürekli yoksulun ağzından alıp zengine veriyor” diye söyleniyordu. Ama tanıyanlar:

      “– Onlar gibi sonbahardan toprağı aktarırsan… Yazın erken ekersin. Üstelik kurak yere alışan, dayanıklı olan kızıl boynuzsuz ya da ak boynuzsuz ekersen bizim de ekinimiz etek boyu olur. Bizim zayıf atlarla toprağı aktararak zamanında ekim yapmak olmuyor” dediler.

      Birçoğu ağlayıp yalvararak Allah’tan yağmur diliyordu. Zengin fakir malını kurban edip o Ezmezulla Mollaya yediriyordu. Sonra yetmiş tane kara taşı üfleyip Ulu Eyek’e atıyorlardı. Böyle de olmayınca “bulutları ürkütüp yağmuru yağdırmayan tavuklar varmış. O tavukların kanatlarının altı çıplak olurmuş. Bu tavukları tutup mollaya vermek lazım. Molla onları üfleyip, boyunlarını vurup gece suya batırırsa yağmur yağarmış” diye bir söz yayıldı. İşte bir gün köy tavuk sesleriyle doldu. Gençler, çocuklar, kadınlar bağıra bağıra tavuk tutmaya başladı. Hangi tavuğu tutup baksalar hepsinin de kanatlarının altı elbette zayıflıktan çırılçıplak hâle gelmişti. Böylece “yağmur yağdıracak” çıplak kanatlı tavuklar tutulup molla kazanına atıldı ama hiç yağmur yağmadı. Güneş hep önceki gibi kavurmaya, yakmaya devam etti. Hatta geceleri de sıcak olmaya başladı. Köyde birbirinden korkunç ve kötü sözler yayıldı. Halk tümden ümitsizliğe kapıldı. Merhametsiz açlık haberi, acımasız pençesinin boyunlarına batmaya başladığını hissettirince birçoğu iş, yiyecek arayarak bir öte bir beri gitti. Herkes endişeye kapıldı. Nineler, konu komşular Yemeşlere gelip uzun uzun konuşmamaya başladı. Dudakları kuruyup, renkleri kararıp sessiz karaltılara dönen anneler âdetince:

      “– İyi misin gelin? Nasılsın? Hastalanmadın ya?” diye hâlini sorup kimsenin inanmadığı bir sesle:

      “– Allah yardım ederse meleğin âmin demesiyle sağlığına kavuşursun gelin endişelenme” gibi teselli sözlerini söyleyerek çıkıp gidiyordu. Hatta bugüne kadar onlara hiç gitmemezlik etmeyen Sıvakay nine de bir gün hiç akla gelmeyecek bir şekilde Baygilde ağabey ile konuştuktan sonra onlara daha seyrek gelmeye başladı. Geldiğinde de Baygilde ağabey ile karşılaşmamaya, konuşmamaya çalışıyordu.

      Böyle keyifsiz günlerden birinde Baygilde ağabey Ural’a, Zengin Kormoş’a günlük ekin işinde çalışmaya gitmedi. İştuğan da evde kaldı. Onlar ne içindir, Seğüre’nin yanında oturdu. Bibeş de evden çıkmadı. Seğüre yenge yavaşça ara sıra konuşuyor, her zamankinden de sessiz duruyordu, küçücük olmuş, eriyip biten yağ ve mum misali yok olmuştu. Yeneş ile Yemeş de evde annesinin yanındaydı, Baygilde ağabey onlara:

      “– Kızcağızlarım gidin dışarıda oynayın annenizin yanında ben otururum” dedi. Kızlar kaz yavruları gibi iki taraftan biri yürüyerek sessiz sedasız Gölkeylere gitti. Onlar vardığında Şehit dede kapının yanındaki çardağın altında çalışıyordu. Bazıları yepyeni olan, araba tekerlekleri yapmakla uğraşıyordu. Yeneş ile Yemeş de onun yanına, kütüğün üstüne gidip oturdu.

      “– Geldiniz mi kızlarım?” dedi Şehit dede. Onlara bakmaya çalışır gibi oldu.

      “– Geldik” dedi kızlar. Bununla birlikte konuşma da bitti. Şehit dede bugün eskisi gibi türlü komik sözler söyleyip Yemeş’i neşelendirmeye çalışmadı. Sadece ara sıra işten kalkıp, etrafa yabancı bir bakış atıp, başını sallayarak:

      “– Hey gidi yıllar! Sizin kuşağa da geldi yıllar ha Yemeş kızım? Geldi!” diye neşesizce gerindi.

      Yemeş elbette bu sözlerin hiçbirini anlamadı. Bu yüzden dedeye fark ettirmeden ablasının kolunu çekti:

      “– Gidelim! Gidelim dedim Yeneş!”

      Yeneş kıpırdamadı. Çok geçmeden uzaktan ağzı yüzü yoğurda bulanmış Bibekey ile Gölkey de geldi. Bibekey Yeneş’i görür görmez her zamanki gibi:

      “– Hadi ahretlik suya gidelim!” diye bağırdı. “– Gitmeyelim. Burada oynayalım” dedi Yeneş.

      Çocuklar sokağa çıktı. Sokak boş, güneş bunaltıcı ve sıcaktı. Çocukların hiç birinin canı oynamak, suya inmek istemedi. Büyükler gibi dalgın şekilde kapının dibinde durdular. Sonra Bibekey tekrar söze başladı.

      “– Öyleyse haydi. Kızılyar başına gidip çöplükten kolye arayalım. Ben oradan akşama kadar kolye aradım! Bakın kaç çeşit!”

      Sözünü doğrulatmak için Yeneş’in önüne gelip boynundaki bir dizi yeşilli mavili kolyeyi dürterek gösterdi.

      “– İşte, gördünüz mü?”

      “– Gerek yok” diye karşı çıktı Yemeş. “– Gitmeyelim, orada artık kolye yok.”

      “–

Скачать книгу