Aşağılananlar. Zeyneb Biişeva

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Aşağılananlar - Zeyneb Biişeva страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Aşağılananlar - Zeyneb Biişeva

Скачать книгу

gerek” dedi. Baygilde ağabey Yemeş’e sıcak çarptığını ya da terliyken suya indiğinde ciğerinin şiştiğini düşünse de şimdi tüm ailesine bakıp yardım eden Sıvakay ninenin hatırına tedaviye karşı çıkmadı. “Haydi, yapsın. Faydası olmayacağı gibi zararı da olmaz” diye düşündü. Hatta tedavi edilirken kızını kendisi getirdi. Sıvakay nine “dinden çıkmış kişi” olan Baygilde’nin böyle iyi olup, sakinleşmesine sevinerek:

      “– İşte görüyorsun Baygilde kayın, iki defa oldu. Allah’ın izniyle hastalığı bedeninden ovarak alacağım” diye ara vermeksizin konuşarak tedavi etmeye başladı. İlk önce kaşık başı gibi olan ak kurşunu kepçeye atıp eritti. Sonra (bir dua bilmese de) ağzının içinden bir şeyler okuya okuya soğuk suyu Yemeş’in tepesinde döndürerek erimiş kurşunu cos! diye suyun içine döktü. Yemeş bu sesten korkup, elini ayağını sallayarak ağlamaya başladı. Baygilde ağabey kızını çabucak annesinin yanına götürüp sakinleştirmek istediyse de Sıvakay nine izin vermedi.

      “– Dur. Bak, kayın. Neyden korktuğunu öğrenelim. Korktuğu şey belli olmazsa tekrar dökeceğiz” dedi. Sonra soğuk suyun içinde etrafa sıçrayarak, anlamsız bir şekilde katılaşan kurşuna dikkatle döndüre döndüre bakmaya başladı. Sonra:

      “– Örümceğe benzemiş. Örümcekten korkmuş” sonucuna vardı. “– Öyleyse test etmek için bir daha bakalım” dedi. Sonra kurşunu tekrar eritip, yine cos ettirerek Yemeş’in başucundaki suya döktü. Yemeş yine korktu, yine ağladı. Bu sefer de kurşun horoza benzemiş, Yemeş horozdan korkmuş oldu.

      “– Sağlığı geri gelirse yürek sureti düşmesi lazım” diye doğruladı Sıvakay nine. Baygilde ağabey de karşı çıkmadı. Sıvakay nine Yemeş’i sürekli böyle korkutup ağlatarak hevesli bir şekilde tedaviye devam etti. Sonra kurşun dökülerek ısınan suya düşen şeyler çok sıçramayınca, daha yuvarlak bir şekilde katılaşan kurşunu kâseden alarak:

      “– İşte sağlığı geldi. Yürek sureti düştü. Şimdi iyileşir inşallah” dedi ve kurşunun daha sivri bir yerini delip, ip geçirerek Yemeş’in boynuna taktı. Korkup ağlayarak hâlsizleşen çocuk babasının elinde uyuyakaldı. Sıvakay nine Baygilde ağabeye gururlu bir bakış atarak:

      “– Gördün mü kayın, sağlığı gelince çocuk nasıl da sakinleşti! Söyledim, şifasını bulur dedim!”

      Kendinden çok çocuğu için endişelenen anne sadece sessiz sessiz ağladı.

      Bu koca karı ilaçlarından sonra Yemeş sadece geceleri değil gündüzleri de uykusunda sayıklayarak, korkusundan tekrar hastalandı. İki hafta sonra bir gün neredeyse ölecek hâle geldi ve hastalığı çok ağırlaştı. O zaman Şehit dede yeni kesilmiş bir koyunun derisini alıp Yemeş’i ona sardı. Yemeş ılık deri içinde baştan ayağa terleyerek hastalık başladığından beri ilk kez rahatça uyudu. Şehit dede yaptığı işten memnun olup:

      “– Ben size çok önce söyledim. Çocuğa ter hastalığı gelmiş. Terletmek lazım dedim ama siz dinlemediniz. Şimdi de ekin zamanında yeriz diye büyüttüğüm koyunumu kestim, derisini de sıcak sıcak getirdim. Kızıma çorbasını da annesi içirir. İyileşir” diye söylendi. Baygilde ağabey ile Seğüre yenge ona nasıl teşekkür edeceklerini bilmeyip sessiz sedasız kaldı. Şehit dede onları bu durumdan kurtarmak için:

      “– Tamam, tamam koyununuz olmayınca nereden deri bulacaktınız? Ne yaparsın, durum yok. Zenginlik akıl karıştırmaz, yoksulluk akıl buldurmaz demişler. Sizdeki de aynısı” dedi üstüne ve takatsiz şekilde yürüyerek çıkıp gitti.

      O günden sonra gerçekten de ılık deri içinde terleyince hastalığının buhranı geçti, Yemeş’in ateşi düştü, sağlığı düzeldi. Yerinden kalkıp, onun da annesinin de gözüne, ağzına yapışıp onlara eziyet eden sinek sürüsünü kovmaya başladı. Sadece dışarıya oynamaya çıkacak hâli yoktu. Seğüre yengenin hâlini görmeye, ailenin üzüntüsünü paylaşmaya konu komşu ve yaşlı kadınlar sürekli gelip gidiyordu. Gençlerin bazısı kızların saçlarını tarayıp, üst başlarını yıkayıp ekmek pişirdi, daha büyük olanları ülkedeki, köydeki olayları anlattı. Bu olayların çoğu kuraklık, kıtlık gelmesi ile ilgiliydi. Derin of çeke çeke, kötü ses tonuyla bahardan beri yere bir damla yağmur yağmaması, gökte bir tane bulut görünmemesi, küçük çocukların mide bozulmasından ölmesi, açlık, otun kuruyup bitmesi hakkında konuştular. Ne zamandır devam eden bu kıtlıkta insanların köpek, kedi hatta insan eti yedikleri ve köy köy öldükleri hakkında birbirinden korkunç olayları hatırladılar. Bir keresinde Sıvakay nine gün boyu o korkunç olaylar hakkında konuştu.

      “– Japon savaşından önce oldu bu açlık” diye başladı hikâyesine. “Ey, gün gibi aklımda. Allah’ım o günü tekrar göstermesin. Tövbe estağfurullah, o yıl yol kenarına direklerin yerine cesetler dizilmişti! Açlık korkusuyla sokağa dağılan zavallılar, köy aralarındaki yol boyuna doluşup ileri geri yürüyor, nereye varsalar orada ölüp kalıyordu. Sonra bir merhametsiz onları direk gibi yol kenarına dikti. Böyle bastıkları şekilde taş gibi kalmışlardı… Sonra aç kurtlar gelip çekiştirince çeşit çeşit surette dimdik kaldı zavallılar. Toplanacak külleri de yoktu. Ne hâle getirdiler… Canlı olanlarda yarı ölü olduğundan umursamaz hâle gelmişlerdi sanki… Kimse de bu direklere şaşırmıyordu. Kendileri de bir gün böyle yığılıp kalıncaya kadar onların yolundan yürüyordu zavallılar… Ey Allah’ım… Vah, felaket!”

      “Bu nine Seğüre’yi öldürmeden susmaz” diye endişeyle düşündü Baygilde ağabey. Kapı dibindeki yükselti üzerinde İştuğan’ın çizmesine kapanmış hâlde oturuyordu. Bugün gece İştuğan ile birlikte Ural’a, eskisi gibi Zengin Kormoş’a günlük ekinde çalışmaya gitmeyi istiyorlardı.

      Sıvakay nine melodili şekilde bir türkü söyleyip biraz sessizleşti, Seğüre yengeye aniden eğilerek:

      “– Biliyor musun gelin, Allah niye ülkeye kıtlık veriyor?” sorusuyla söze başladı.

      “– Ezmezulla Molla söyledi, dünyada günahı çok olan kullar çoğalmış. İnsanlar zengini zengin, çarı çar, mollayı molla diye bilmemeye başladı. İşte Petersburg’da fabrikadakiler çara karşı el kaldırmış. Tövbe estağfurullah çar gibi çara karşı çıkmışlar. Her yerde köy halkı da azaldı. Çarın boyarla savaşa girmesine karşı çıkmaya başladılar. Evet, böyle iş olur mu? Allah bu işe razı gelmez. Allah’ın kimini zengin kimini yoksul yaptığını kendileri de bilir. En sevdiği insanı yoksul, hasta yapabilir. İşte sen de Seğüre gelin Allah’ın en sevdiği kullarından olduğun için böyle eziyet çekiyorsun. Bu ağır eziyete ağlayıp sızlamadan sabrettiğin için Allahȗ Teâlâ seni cennetin başköşesine oturtacak. Bu dünya fani değil mi? Hepimiz burada misafiriz. Burası nasılsa geçici, ilk evimizde o dünyada Allah cennetten mahrum etmesin. Ama birçok insan Allah’ın razı olmadığı işleri çoğaltıp onlarla meşgul oluyor. Evet, böyle iş olur mu? Ezmezulla Molla, böyle olunca Allah niye dünyaya felaket vermesin dedi.”

      Baygilde ağabey iyice katlanamaz hâle gelip:

      “– Yenge” diyerek onun sözünü böldü. “– Petersburg’da o beşinci yıl olmuştu. Ama şimdi on bir sene geçti. Allah niye cezasını bu kadar geciktirsin? Eskiler: “Bir yıl sıkıntı verirse bir yıl vermez demişler değil mi? Üstelik çarlar ve zenginler bunun için intikam almadılar mı? Silah da iktidar da onların elinde…

Скачать книгу