Türkistan'dan Türkiye'ye. Tahir Özgen

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkistan'dan Türkiye'ye - Tahir Özgen страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkistan'dan Türkiye'ye - Tahir Özgen

Скачать книгу

teklif ettiler. Askerler mühlet isteyip kendi aralarında bir toplantı yaptılar. Toplantıda Canı Beg’in bir oğlu ve damadı da hazır bulunuyordu. Gazi’nin oğlu savaşmakta ısrar ettiğini bildirdi. Silahları teslim etmenin doğuracağı felaketi anlatarak, şehit düşmeyi daha uygun bulduğunu güç olduğu fikrindeydi. Parasız olduklarını öne sürdü.

      Abdullah Beg isminde bir başkası ise Doğu Türkistan’a gidebilmenin kendileri için imkânız olduğu düşüncesiyle derhal teslim oldu. Damadın fikrinden cesaret alıp teslim olanların sayısı yediyi aşmıyordu. Adamları ise çoluk çocuklarıyla birlikte 300 kişiydiler. Bu 300 kişi bağlanıp hapsedildi, malları ellerinden alındı, yalnız çoluk çocuklarına dokunulmadı. Artık Kara Şoro Yaylası zapt edilmişti. Gazi’nin oğlu babasına sadık kalmış, fakat damat sözünde durmamıştı. Canı Beg Gazi Türkistan’da bu haberleri duymakta gecikmedi. Yanındaki 40 kişi ile hemen geri döndü. O’nun geri döneceğini bilen Ruslar yolunu kesmek istedilerse de, emellerinde muvaffak olmaları pek kolay olmadı. Alay, Arpa, Kensay, arka denilen yaylalardan Gazi’ye ve adamlarına aldırdılar. Arazinin dağlık olması Ruslar için dezavantajdı. Üç gün üç gece süren arama ve çarpışmalardan bir sonuç elde edemeyerek ateşi kestiler.

      Canı Beg Gazi Rusların geri çekildiklerini sanarak istirahata çekildi. Zaten açlık ve susuzluk başlamış, ayakta duracak kadar bile takatleri kalmamıştı. İki dağın arasında bir geçitte dinlenen Canı Beg Gazi ve adamlarını, buraları iyi bilen Müslüman Komünistler takibediyor ve Rus askerlerine kılavuzluk yapıyorlardı. Canı Beg Gazi’nin civara diktiği nöbetçilerin uyuduğu bir sırada Ruslar hücuma geçip iki nöbetçiyi kılıçtan geçirdikten sonra Canı Beg’in ve adamlarının üstüne bir baskın yaparlar. Gürültüye uyanan Gazi derhal atına atlayıp kurtulmaya çalışır. Peşinden koşan ve silahını teslim etmesini isteyen Rus subaylarıyla bir hayli mücadele eder ve önüne geçenleri öldürerek kaçar. Kaçmasına daha önce pusuya yerleştirdiği boğaz muhafızları da yardım eder, Rusları oyalar. Fakat 150 kişilik silahı askere ancak iki saat dayanan bu iki muhafız, Gazi’nin kurtulmasından az sonra şehit düşerler.

      Bu olay Gazi’nin adamları arasında bir moral bozukluğuna yol açar. Şehit olan iki muhafızdan biri Gazi’nin akrabası ve nüfuzlu bir mücahitti. Bir kısım mücahitler O’nu Gazi’den daha çok sever ve sayardı. O’nun ölümüyle her şeyin bittiğini sanıp, mücadeleden vazgeçtiklerini bildirdiler. Gazi’den son bir defa izin isteyip ayrılmayı ve geri dönmeyi planlaştırdılar. Aynı Kara Şoro’dakiler gibi bunlar da Doğu Türkistan’a gitmenin imkânsız olduğu kanaatine vardılar. Ve dediklerini yaptılar. İçlerinden biri Canı Beg Gazi’nin yanına gelip:

      – Beg, bizim gerçek başkanımız şehit oldu. İzin ver de artık memlekete dönelim. Der. Onlara izin vermediği takdirde işin kötüye varacağını ve hatta kendisini öldürebileceklerini hisseden Gazi razı olur. Geriye yakın akrabalarından müteşekkil altı-yedi kişilik bir gurup kalır. İşte bu gurup bizim memlekete yani Alayku’ya gelmiştir. Burada birçok vatanperver çeteciler ve mücahitler Gazi’ye yardım ederler. Yeniden kuvvetli bir mücahit kadrosu teşkil edilmiştir ve derhal Rusların intikam almak için hazırlıklara girilmiştir. Yapılan ilk hücumlarda üç-dört kuvvetli Rus Hudut Karakolu basılarak ateşe verilmiştir.

      Bu maceralı günlerden sonra 1928 yılının kışı gelip çattı. Bu müthiş bir kıştı ve Ruslar için kaçınılmaz bir fırsattı. Yiyecek, içecek, giyecek adına bir şey kalmamış, hayvanlar bile dağdan şehirlere inmişti. Beg Gazi derhal fazla beklemenin lüzumsuz olduğuna hükmederek adamlarını topladı ve Türkistan’da karı az olan bir bölgeye gitti.

      Oş şehrinin hapishanesinde hapsedilen Gazi’nin 300 adamı ise bu sıralarda büyük bir isyan çıkararak, gardiyanları öldürmek suretiyle kurtulup kaçmışlardı.16 İsyan hapishanede Rus Ordusuna ait silahlar bulunduğu haberi üzerine çıkmış ve gerçekten burada emniyet altında sanılan 450 silahın hepsi mahkûm mücahitlerin eline geçmiştir. Bu silahlar isyan eden üç yüz Türkün Oş şehrindeki Rusların teker teker öldürülmesine kâfi gelmiştir. Abdullah Beg Ruslardan temizlenen Oş şehrinden çıkmamakta direnir ve Ruslarla çarpışarak istediğini söyler. Bu kurtulan Türklerin felaketi olur. Hapishane civarına açılan hendeklere mücahitler yerleşir ve pusuya yatarlar, fakat bütün kahramanlılarına rağmen sabaha doğru hava taarruzu başlar ve birçoğu şehit olur. Kalanlar ise cephanesi bittiği için teslim olmaktan başka çıkar yol göremezler. Sabah olunca Oş yeniden Rusların eline geçmiştir.

      Bu büyük saldırıya kahramanca karşı koyan mücahitlerin yaptığı akıl almaz savunmayı bir Rus Subayı’nın ağzından dinlemek iyi bir fikir verir:

      – Eğer bomba ve zehirli gazlarla değil de onlar gibi silahla cephe harbi yapsaydık, Türklerin yanına yaklaşamazdık bile. Hepsi en az bir kilometrelik yere nişan alır. Bu çarpışmadan Canı Beg Gazi’nin kardeşi Korgan Beg’le birlikte sağ çıkan bir gazi de:

      – Ruslar ilkin bize hücum etmekten çekindiler. Cephanemizin tükenmeye başladığı, anda ancak taarruza geçebildiler. Diyerek Rus subayının anlattıklarının mübalağa olmadığını ispatlar.

      Yukarıda de belirttiğimiz gibi Oş çarpışmasında sağ kurtulan Canı Beg’in kardeşi Korgan Beg, doğruca ağabeyinin yanına gitti. Gazi O’nu karşısında görünce gözlerine inanamadı. Ve 1929 yılının onuncu ayında Canı Beg askerleri ile birlikte Doğu Türkistan’da Serhat Yoyulgan’da yerleşti. Oğlu Mehmet İbrahim’i oradan evlendirerek Çin tebaasına kaydettirdi. Burada Gazi yeni planlarla meşgulken Molla Osman Eşan adında bir şeyh askerleri tahrik ederek Ruslarla çarpışmaya sevk ediyordu. Heyecanlı Mollanın bu niyetini öğrenen Gazi birgün:

      – Hocam, Ruslarla savaşmayı hepimiz isteriz, ama mevsim kış. Bizi kolayca perişan ederler. Dağdaki geyik şehirde yaşar mı? Diye nasihatte bulunursa da dinletemez.

      – Korkuyorsan, yıldıysan sen rahatına bak. Ben gidip çarpışacağım ve şehit olacağım. Diyerek inat eder.

      Şeyh dediğini yapar ve yanına Gazi’nin oğlu Töre Bay adında kahraman bir mücahiti de alıp, yola çıkar. Dört-beş gün sonra karasu, Korgantrepe, Sopakışlak’ı geçip şehre ilerler ve içinde 200 çocuk bulunan bir okulu ateşe verirler. Bu olay üzerine Ruslar derhal harekete geçip Şeyhi ve adamlarını kıskıvrak çevirir ve imha ederler. Kaçabilen on iki kişi Sarıkula vasıl olur. Kurtulanlardan Töre Bay Sarıkul’a gelirken Rusların bir oyununa kurban gidiyor. Kendisine Şeyhin ölmediğini ve bir evde gizli olduğunu söyleyen birkaç kişiye kanıp dedikleri yere gidiyor. Fakat birden bir makineli tüfek ateşi başlıyor ve Töre Bay ağır yaralı olarak kurtulmayı beceriyor. Açlık ve soğuktan başka bir de yaralı olmak Töre Bay’ın gücünü iyice kesmiştir. Kurtuluş çaresi olmadığını anlayınca askerlerini çağırıp:

      – Şuraya bir oyuk açın: emerini verir. Açılan oyuğa giren Töre Bay kürkünü üstüne çekip arkadaşlarıyla helâlaştıktan sonra kendisini bırakıp gitmesini söyler. Mücahitler ister istemez O’nun dediklerini yerine getirmişler ve babasına ancak selamını iletebilmişlerdir. Ağlaya ağlaya yola koyulan bir avuç mücahit, ancak 4 gün sonra Doğu Türkistan’a gelir. Yarı ölü halde kendilerini evlerine zor atarlar.

      Beg Gazi durumu öğrenince üzülür. Fakat bu söz dinlememenin cezasını yalnız onlar değil bütün Türkistanlılar çekmişlerdir. Ve fevci günler yeniden başlar. Yalnız ve askersiz kalan Gazi’yi Çin Hükümeti yakalayarak Kaşgar’a götür. Bereket ki Gazi Ruslara teslim edilmez,

Скачать книгу


<p>16</p>

“Oş zindanları tam anlamıyla bu dünyanın cehennemiydi. Güneş ışığının girebileceği en ufak bir delik yoktu. Basık, karanlık ve oldukça rutubetliydi. Mahkûmlar ya “Basmacı” ya da zanlısı idi. Kadı’nın 300 yiğidi, ailesi ve diğer yakınları da buradaydı. 300 yiğit Temmuz 1927’den beri bu cehennemde çile dolduruyordu. Oş zindanında, mahkûmlara günde bir öğün çamurlu patates çorbası veriliyordu. Karanlık ve rutubetten kimse birbirini bile göremezdi. Açlıktan ziyade, rutubetin getirdiği körlük herkesin şikayet konusuydu ama aldıran da yoktu. Zindan, 22 odadan meydana geliyordu. Her odada 100 esir ve önünde de 2 silahlı nöbetçi bulunuyordu. Asıl “Basmacılar” 4 iç odadaydı. Gözü dönük 8 yiğit daha iç odadaydı. Bunlar: Abdullah, Tölen, Korgan, Koş, Düşünbe, Ömer, Kasım ve Osman korbaşılardı. Rahat durmayan mahkûmlar da bu 8 yiğitti… Devamlı surette kaçma planı yapıyorlardı. Kaçma fırsatını da, mahkûmiyetlerinin 10. ayında dışarıya güneşlenmek için çıkarıldıkları zaman elde ettiler. Dışarıya çıkartılırken, birçok nöbetçiyi boğarak öldürdüler, çoktan söktükleri zincirleri bir tarafa atarak, diğer mahkûmları da aynı şekilde çözdüler. İsyan başlamıştı. Öldürülen nöbetçilerin silahları ile damda bulunan diğer nöbetçiler de temizlendikten sonra, esirler, toplu halde silah ve malzeme deposuna hücum ettiler. Depoyu tamamen boşaltarak, silahlandılar. Artık kurşunlar rastgele sıkılıyor ve zindan sallanıyordu. Sabahın gün doğumundan, akşamın karanlığına kadar, Bolşevikler ile tutsak mücahitlerin mücadelesi aralıksız devam etti. Silah seslerine zindan etrafında birçok ahali ve çevre karakollara mensup kızıl asker, vuruşma veya temaşaya geldi. Hava karardığı zaman, tutsak mücahitler kaçmaya niyet ettiler ise de, her taraf yağlı bez ışıklarıyla aydınlatıldığından mümkün olmadı. Ertesi gün, iki helikopter, havadan yardıma yetişti. Her taraf sarılıydı. Kurtuluş kolay değildi. Zindanın doğusu bir uçurum meydana getiren dere, diğer yönler ise kalın ve sık dokulu tel örgü ile kaplıydı. Aklın alamayacağı mücadelenin üçüncü gününde, mücahitler dereye atlayarak kaçmayı denediler. Dere aşılabilirse kaçmak mümkün olabilecekti. Çünkü akla gelmediği için bu yönde tedbir alınmamıştı. Öyle oldu: en evvel Osman Bek 25 m. yükseklikteki duvardan kendini dereye attı. Fakat, yaylım ateşi ve atlayışın hızı onu dereye paramparça olarak bıraktı. Her şeye rağmen, ardından, Korganbek atladı. Osman Bek’in vücut parçalarını siper ederek çeyrek saat derede yaşayabilen Korgan, elindeki makineli ile 10 kadar kızılı daha öldürdükten sonra, yıldırım hızıyla kaçmayı başardı. Fakat, sonu yoktu. Her atlayan önce kurşunlandı, sonra da derenin bulanık sularında boğuldu. Daha sonra da, sağ kalanlar kurşuna dizilerek aynı dereye atıldı.” Ali Bademci, Basmacılar, İstanbul, 2017, ss. 347-348.