Yosun Kokusu. Sabir Şahtahtı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yosun Kokusu - Sabir Şahtahtı страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yosun Kokusu - Sabir Şahtahtı

Скачать книгу

hemen girişinde Çaparidze’nin30 granitten yapılmış bir heykeli vardı. Biz Muğan’a vardığımızda o heykelin arkasında çok sayıda asker duruyordu. Bu askerlerden bazıları yere uzanmıştı. Bazıları da pantolonlarını aşağıya indirerek popolarını güneşlendiriyorlarmış gibi tuvaletlerini yapıyorlardı.

      Bu beyaz popolu askerler Afganlıların eline geçseydi, sanırım onlara tecavüz ederlerdi. Bu ahlaksız davranışlarını asla affetmezlerdi. Bunların bir iki tanesinin poposunu av tüfeğinin saçmaları ile doldursalar diğerleri dersini alırdı. Birden Kabil’deki evimizin yanında olan olay aklıma geldi. Evimizden biraz aşağıda Tavuk sokağında iki Rus askeri ağacın dibine işedikleri için av tüfeği ile popolarını dağıtmışlardı. Burada ise bunlar hiç kimseden korkmadan istedikleri yere tuvaletlerini yapıyorlardı. Aslında Sovyet ordusunun gerçek yüzü buydu. Afganistan’da başka şekilde, Bakü’de başka şekilde halka saygısızlık yapıyorlardı. Çaparidze ile ilgili olarak tarih dersinden bilgim vardı. Sanki bu Bolşevik devrimcisinin granitten heykeli yapılırken ileride yaşayacakları utancı dikkate almışlardı. O anda baska bir Sovyet subayı, başını aşağı eğen heykelin tam arkasına işedi…

      15 Şubat 1989 yılında Sovyet askerleri Afganistan’dan tamamen çekildiler. On yıllık işgalden sonra Afganistan’dan çekilmeleri onları manevi olarak çökertmişti. Sanki 20 Yanvar’da kendi ülkelerindeki manevi çöküşün intikamını alıyorlardı. Afganistan’dan Sovyet askerlerinin çekilmeye başladığını Moskova’daki öğrenci yurdunda duymuştum. Kimisi bunu Afganlıların milli zaferi, kimisi de bunun yeni bir siyasi oyunun başlangıcı olduğunu iddia ediyordu. Ben de kendimi bir şeyler söylemek zorunda hissettim. Sussaydım Ağa’ma haksızlık yapmış olurdum:

      –Afganistan’da felaket başladı, dedim.

      Üç kelimeden oluşan bu sözler, öğrenci yurdunun bu küçük odasındaki duvarlara çarparak yankılandı. Herkesin rahatsız bakışları bana çevrilmişti ama ben başka bir yorum yapmak istemiyordum. 26 harften oluşan bu sözlere en az 26 türden saygısızca yorum yapıldı. Değirmen taşının öğüttüğü un tozu gibi etrafa fikir üfürenlerin bu fikirlerine dayanak göstereceklerini düşünmüyordum.

      Ben ise en az on yıl bu siyasi sohbetlerin içinde olan birisiydim. Afganistan’ın her tarafına katı bir düşmancılık tohumu ekilmişti. Bu düşmanlık tohumunu, ne sususzluk, ne ayaz ne de Afrika çöllerinin sıcağı ortadan kaldırabilirdi. Sadece bilim ve aklın ışığında ortaya çıkacak milli bir bilinç başarılı olabilirdi. Bu da sadece zihinleri zehirleyen dış güçlerin kovulması ile mümkündü. Zavallı Afganlılar: Bizi tanıyan dış ülkelerin bize en büyük hediyesi silahtı. Bildiğimiz ise onların öğrettikleri savaş oyunlarıydı. Biz de halk olarak güzel ve iyi şeyleri öğrenmek için çaba harcamamıştık. O nedenle en iyi bildiğimiz iş, insan öldürmek, kardeşi kurşunlamak, düşman bildiğimiz kişilerin soyunu kurutmaktı.

      Benim Afganistan’a olan bağlılığım bu odada olanlardan daha az değildi. Aksine daha çoktu. Çünkü, çocukluğumu, gençliğimi kitapların içinde geçirerek Afganistan’ı susuzluktan kurtarmak için çalışıyordum. Oysa benim ülkemde ağaçları kanla suluyorlardı. Cenazeleri yıkamak için su lazım değildi. Çünkü, öldürülen her üç Afganlıdan iki tanesinin vücudu parça parça olduğu için yıkanmadan defnediliyordu. Hatta, kurşunlardan, bombalardan, mayınlardan ölenleri gömecek insan bile bulunamıyordu.

      Yanımdaki gençler ise Afganistan’daki durumun silah gücü ile düzeleceğine inanıyorlardı. Ne yazık ki bunlar Sovyetlerin Hümanizm söylemlerine uygun olarak bu memlekette okuma hakkı kazanmışlardı. Ama Sovyet ordusunun bizim yurtta kalmasını istemiyorlardı. Ben de istemiyordum. Ben sadece iyi şeyler olacağına inanıyordum. Güya eğitimli bu insanlar böyle düşünüyorlarsa, Afganistan’da eğitimden, medeniyetten uzak insanlar acaba ne düşünürlerdi?

***

      Muğan’ı tahminen otuz yaşlarında Hanlar adındaki birisi çalıştırıyordu. Buraya ilk geldiğim gün bu adamın çok komik ve şakacı birisi olduğunu anlamıştım. İlk geldiğimde o da 20 Yanvar şehitlerine yas tutuyordu. Bu yas nedeniyle erkekler kırk gün traş olmazlardı. Hanlar’ın da saçı sakalı birbirine karışmıştı. Ben Afganistan’da bile bu kadar sakallı insan görmemiştim. Sanki Bakü’deki yaşlıların bile sakalı siyah renkliydi. Sanki insanların kalbindeki keder, zihinlerden çıkmayan belirsizlik, insanların sakalına siyah renk olarak yansımıştı. Yas nedeniyle kahvede üç gün çaylar ihsan olarak verildi. Bakülüler bu milli duruşu 20 Yanvar’ın yedisinde ve kırkında da gösterdiler.

      Bakü’ye gideceğimi Efsane’ye söylememiştim. Daha doğrusu babamın vasiyetini tutmaya çalışmıştım. Bu benim tavrımdı, Efsane bu konuda ne düşünürdü bilmiyordum. Efsane beni Şubatın sonuna doğru, su çarşambası31 günü Muğan Kahvesinde yakaladı. Elleri ile yakama yapışıp beni bir silkeledi. Sonra boynuma sarıldı ve hıçkırarak gözyaşlarını yüzüme sürdü. Orada oturanlara aldırış etmeden dakikalarca bana sarılı kaldı.

      Hanlar, Azerbaycan Türkçesini bilmeyen öğrencilere komik hareketler yaparak herkesi güldürüyordu. Her elinde iki tane iri demlik tutarak sandalyeye yaklaşıyor, suratını zencilerden birinin burnuna yaklaştırarak “Semaver vahşice kaynıyor!” diyordu. Zenci “Çto32, çto!” diye sorunca, Rusça “Senin dudakların için ölüyorum!” diyordu. Tabi ortalık o anda kahkahaya boğuluyordu. Bu şen şakrak ses, neredeyse karşıdaki granit heykeli yerinden oynatıyordu.

      Hanlar özellikle de Kübalı ve Viyetnamlıların çekik gözlerine değişik komik sözler söylüyordu. Efsane benim boynuma sarılınca, yine her elinde iki demlik tutarak mutfaktan çıkıyordu. Demlikleri boş masalardan birisinin üstüne koyarak yanımıza geldi. Zavallı bir şekilde boynunu bükerek: “Dünyanın en zavallı hem de en mutlu Afgan’ı!” dedi. Bu defa sözleri, orada oturanların alkışları ile karşılandı. Belki de Muğan’da duyulan ilk ve son alkış sesleri oldu…

      Efsane’nin koluna girerek hemen kahveden ayrılsam da bu durum hemen etrafa yayıldı. Nerede kalacağımızı düşünürken aklıma yurtta beraber kalmak fikri geldi. Müdürün cebine bir yüzlük koyunca üç dört gün beni görmeyeceğini söyledi. Bir çözüm bulmak için hemen ev aramaya başladım. Moskova’da yabancı öğrencilerin ev kiralaması yasaktı ama Bakü’de parayı veren düdüğü çalıyordu. İki gün sonra Azadlık caddesinin biraz yukarısında Karl Marks’ın heykeline yakın bir yerde iki odalı bir ev kiraladım.

      Afganlıların bir kısmı Karl Maks’ın ideolojisi için silahlı mücadeleye hazırlanırken, başka bir gruptan olan Mücaditler buna karşı çıkıyor, Bakü’de ise Sovyet ideolojisinin sarsıldığı bu günlerde onun heykelini sökmeye çalışıyorlardı. Her zaman balkonda çay içerken sohbet ederdik. Bu defa nedense balkonda Karl Marks’ın fikirlerini irdeliyordum.

      Efsane ile Bakü’de görüştükten bir hafta sonra dini nikah kıymaya karar verdik. Onunla daha fazla günah işlemek istemiyordum. Zaten Moskova’da yeteri kadar günah işlemiştim. Onunla resmi bir şey de yaşamak istemiyordum ama günahtan kaçınmak için nikah istemiştim. Bu dini nikah onun da aklına yatmıştı. Eve bir hoca getirmek için Bakü’nün merkezindeki Taze Pir Camisi’ne gittim.

      Niyetimi söyleyince beni yaşlı bir hocanın yanına götürdüler. Elindeki Kur’an’ı heceleye heceleye okumaya çalışıyordu. Hatalı okuduğu

Скачать книгу


<p>30</p>

Çaparidze: Azerbaycan halkına karşı zalimce davranan Gürcü asıllı Bolşevik.

<p>31</p>

“İlk Çarşamba”, “ Sular Nevruzu” gibi isimlerle de anılır.

<p>32</p>

Çto:Ne