Yosun Kokusu. Sabir Şahtahtı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yosun Kokusu - Sabir Şahtahtı страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yosun Kokusu - Sabir Şahtahtı

Скачать книгу

Cahit bize gelmeseydi bile sanırım hediyeleri evine gönderilecekti. Özellikle bastonu almak için benimle beraber Kabil pazarındaki Şamil ustanın dükkanına üç defa gittik.

      Aradan birkaç ay geçtikten sonra Cahit’in şehit olduğunu duyduk. Kabil dağlarında yarısını bıraktığı bedeninden geriye kalan kısmına patlayıcı bağlayarak Kabil pazarının girişinde duran Sovyet tankının yanında kendisini patlatmıştı. Sovyet işgali karşısında gerçek bir mücahit olduğunu sakat bedeninden ikinci defa vazgeçerek göstermişti. Zavallı Cahit neler görmüş, neler yaşamıştı? Komşuların dediğine göre ağrıları başladığında kafasını duvarlara çarpıyormuş. İntihar haberini duyunca sanki kendim görmüş gibi gözlerim önünde Cahit’in başını duvara nasıl vurduğu canlandı.

      Afganistan için normal sayılan bu durumlar beni çok rahatsız ediyordu. Çünkü Cahit sadece dış güzelliği ile değil saygılı davranışları ile de daha iyi bir hayat yaşamayı hak ediyordu. Ağa’m Cahit’in şehit haberini aldığında düzenlenen taziye masrafları için yardım etmişti. O zaman Ağa’mın Afganistan’da Sosyalizmin yerleşmesine değil, Rusların işgaline karşı olduğunu anladım. Ağa’m, zengin olsa da sosyal adalet istiyordu. O, toplu olarak bilinçlenmeyi ve milli bilincin gelişmesini yegane kurtuluş yolu olarak görüyordu.

      Biz büyüdükçe, Zübeyde’nin işi ağırlaşıyordu. Aslında biz bağımsızdık ama onun kendisi bizi denetlemeyi bir görev biliyordu. Biz derken Sara ile kendimi kasdediyordum. Zühre Bibi’mi kollamak ise onun başlıca göreviydi. Zühre kendisini kaybettiğinde onu Zübeyde’den başka hiç kimse sakinleştiremiyordu. Bibi’m çok kuvvetliydi, bu nedenle onu kaba kuvvetle tutmak çok zordu ama Zübeyde onu nasıl sakinleştireceğini çok iyi biliyordu. Zaten Ağa’m Zühre’ye kaba davranılmasını kesinlikle yasaklamıştı. Gerçi doktorlar onun birisinden korkması gerektiğini söylemişlerdi ama Zübeyde sayesinde buna gerek kalmıyordu.

      Zübeyde’nin ikinci görevi de beni Hazara kızı Sara’dan korumaktı. Tabi Sara’yı da benden… Doğum günümde hayatımıza giren Hazara kızı Sara’ya aşık olmaya başlamıştım. Biz büyüdükçe Zübeyde’nin üstümüzdeki baskısı daha da artıyordu. Bizi birbirimize yaklaştırmıyor, birbirimize dokunmamıza izin vermiyordu. Kumru ile bir araya getirmek için de özel bir çaba harcıyordu. Bu çabalar tam aksine beni daha çok Sara’ya bağlıyordu. Bütün bu işler için Ağa’mın Zübeyde’ye emir verip, vermediğini çok merak ediyordum. Sonra “Bu akıllı ve gururlu adam bunu yapamaz!” diye düşünüyordum. Ancak biz Afganlılar işaret dilini konuşma dilinden daha iyi anladığımız için Zübeyde, Ağa’mın düşüncelerini okuyordu.

      Ben, her hareketimle Sara’yı kendime bağlamıştım. Aramızda her geçen gün biraz daha kuvvetli bir duygu gelişiyordu. Bizim evde hiçbir zaman hizmetçilerin yeme–içme ve giyim problemi olmazdı; Çünkü biz ne yersek onlar da aynı yemeği yiyorlardı. Buna rağmen sık sık ona tereyağlı çörek götürüyordum. Bir gün hiç unutamayacağım bir hadise oldu. Çok ilginçtir ki uzun yıllar ard arda vatan ve aile problemleri yaşasam da bu olayı unutamadım: Aynı gün Sara ve anası Feride’nin bizim eve taşınmalarının bir ayı dolmuştu. Ancak bu müddet bana çok uzun gelmişti. Sanki biz Sara ile aynı evde doğup büyümüştük. Pencereden bakınca Sara’nın bahçede tek başına olduğunu gördüm. Hemen ekmek üzerine incir reçeli sürerek bahçeye çıktım. Birisi görse bile durumu anlayamazdı. Sara’nın yanına yaklaşıp ekmeği ona verdim. Tam yemek üzereyken Zübeyde beni çağırdı. Yanına gittim, bana bir şeyler söyledi, Sara’nın yanına döndüğümde gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Kumru, reçelli ekmeği Sara’nın elinden alarak köpeğe atmıştı. Köpek ekmeğin önünde, kafasını ön kollarının üstüne koyarak ekmeğe bakıyordu. Sanki başkasının yemeğine tenezzül etmiyor gibiydi. Zavallı Sara’m, benim dönmemi beklediği için bir lokma bile almadan ekmeği elinden alınmıştı.

      Bu olayı unutamadım. Sanki Sara ile aramızda oluşan güzel duyguları parça parça ederek köpeklere atmışlardı. O sinirle yumruğumu sıkarak Kumru’nun üstüne yürüdüm. Tam o anda Sara ile bakışlarımız çakıştı. Sakin olmamı istediği her halinden belli oluyordu. O bakışlar karşısında ellerim boşaldı ve yanıma düştü. İçimdeki kin ve nefret sanki bir anda filizlenerek bütün vücuduma hakim oldu.

      Bizim ailede hiç kimse ne burka11 ne de çarşaf giyerdi.

      Bibi’mden başka kadınların hepsinde baş örtüsü vardı ama herkes istediği gibi bağlardı. Bu özgürlüğü onlara hatta hizmetçilere Ağa’m vermişti. Sara ve Kumru da eşarp bağlıyorlardı. Kumru siyah bir kumaştan elde dikilmiş eşarp Sara ise farklı renklerde ama eski şallar bağlıyordu. Bu rengli şalların altında yuvarlak yüzü, gurub vakti güneşe benziyordu.

      Çocukken en çok sevdiğim Nevruz Bayramı, İstanbul’daki düğün faciasına kadar unutamadığım güzel olaylardandı. Kabil’deki evimizde Nevruz için özel hazırlık yapılırdı. En çok sevdğim boyalı yumurtalardı. Zübeyde bunu bildiği için yumurtaları Şubat’ın üçüncü haftasından boyamaya başlardı. Ben yumurtadan bıkana kadar bunu yapmaya devam ediyordu. Nevruz Bayramı’nda topladığım yumurtalarla kendimi zengin birisi olarak görürdüm.

      Bazen de bana verilen yumurtaları kendim tokuşturarak kırıyor, sokakta yumurta tokuşturmadan kazandığımı söylerdim. Ağa’m benim yumurtalara olan ilgimi bildiği için İsfahan’dan tahtadan yapılmış yumurtalar getirtmişti. Rengi, şekli hatta ağırlığı yumurta kadardı. Bu tahta yumurta ile sokakta çok sayıda yumurta kazanmıştım. Ağa’m bu yumurtayı medreseye ve sokağa çıkarmamam için iyice tembihlemişti. Gerçekten de bu sahte yumurta bana problem yaratabilirdi. Kabil’in piçleri bunu duysaydı cezam çok ağır olurdu. Ben ise büyük ustalıkla, yumurtanın boyası soluncaya kadar tokuşturma işini başarıyla yürüttüm.

      Zühre Bibi’min yemeğini Zübeyde özel olarak hazırlardı. Bibim yemekten sonra azcık olduğu yerde kestirip, daha sonra yatağına giderdi. Çoğu zaman evin köşesindeki beyaz koyun derisinin üstünde, üstüne ince bir pike atılmış, uyurken görürdüm. Sonradan öğrendim ki Zübeyde onun yemeğine afyon katıyormuş. Zühre Bibi’min en çok sevdiği meşguliyet mısır ve nohut kavurmaktı. Bu da sadece kışın soba üstünde oluyordu. Ağa’m onun bu zevkini gidermesi için evin tam ortasındaki ayaklı sobayı kaldırtıp, yere yakın ve biraz daha geniş bir soba koydurtmuştu.

      Bibim mısır patlatırken ben hemen komşu çocukları ve hizmetçilerin çocuklarını bize çağırırdım. Sobanın etrafını çevreleyerek otururduk. Sobanın sıcağı vurdukça Bibi’min kızaran yanakları, ona tuhaf bir güzellik verirdi. İlk işe başlayınca giydiği elbiseleri soba kızarmaya başlayınca tek tek çıkarır, en sonunda üstünde ince bez elbisesi kalırdı. Zübeyde ise yardım etmek için sürekli onun yanında olurdu. Hem de aniden bu ince elbisesini çıkaracağından korkuyor gibiydi. Soba kızardıkça, patlayan mısırlar bembeyaz pamuk kozaları gibi saçılıyor, bunu izleyen Bibi’m kahkahalarla gülüyordu. Mısır patlamaları çoğaldıkça Bibi’m neredeyse gülmekten bayılıyordu.

      Ağa’m bu manzarayı uzaktan izleyip, arada bir gülümsese de gözlerinin derinliğindeki keder her gün biraz daha kalınlaşıyordu. Biz ise patlayıp yere düşen mısırları kapmak için birbirimizle yarışıyorduk. Bazen birbirine çarpan kafalarımızın çıkardığı patırtı, ardından çıkan “of”, “of” sesleri yeni bir mısırın yere düşmesiyle kayboluyordu. Ben ise bu kalabalıktan istifade ederek Sara’nın ellerine rahatlıkla dokunuyordum.

Скачать книгу


<p>11</p>

Burka:Sadece yüz bölgesinde küçük delikli parçası olan dini giyim. Taliban döneminde Afganistan’da mecburi giyim.