Modern Seyahatname. Osman Oktay

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Modern Seyahatname - Osman Oktay страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Modern Seyahatname - Osman Oktay

Скачать книгу

hayranlık katan koca koca meydanlar… Evet evet; meydanlar! Burada Timur Meydanı’nı, Bağımsızlık Meydanı’nı, Tiyatro Meydanı’nı gördükten sonra yine dertlerim depreşti. Artık kesinlikle eminim ki bizde şehircilik diye bir şey yok. Öyle inanıyor ve iddia ediyorum ki gelmiş geçmiş ve hâlihazırdaki belediye başkanlarımızla kendi sorumluluk dönemlerinde ortaya çıkan heyula binalardan sözüm ona şikâyet eden, onları yapan müteahhitlere “darıldığını” söyleyen siyaset adamları samimi değiller ve riyakârlar. Avrupa’ya, İran’a, Turan’a yaptığım bütün seyahatlerde en çok meydanlara, şehirlerin temizliğine hayran oluyor, “bizde neden böyle olmuyor” diye hayıflanıyorum. Seyahat yazılarımın hemen hepsinde özellikle meydanlar konusunda bir not düşüyorum. Çünkü bir şehri, bir beldeyi gösteren meydanlarıdır. Mesela Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara sözüm ona “modern” bir şehir olmasına rağmen meydanı olmayan bir şehirdir. “Meydan” olarak geçen Kızılay, Tandoğan, Ulus yalnızca birer kavşak noktası, ya da dört yol ağzı konumundalar. Artık giderek bir görmemişliğe dönüşen rantiyecilik, yeni oluşup gelişen semtleri bile berbat etti. Daha on yıl öncesine kadar gecekondu bölgesi iken yeni bir yapılanma ile Ankara’da siyasetçilerin ve özellikle mevcut iktidarın gözdesi haline gelen Çukurambar Semti bile nerede ise 100 – 200 metrede bir yolkesen trafik lambaları, yüksekliğine bakmaya çalışırken insanın şapkasını yere düşüren ve her an yıkılıverecekmiş gibi duran, göz zevkini bozduğu yetmiyormuş gibi rüzgârı ve hava akımını kestiği için mahalle sakinlerine nefes aldırmayan heyula binaları ile şimdiden yaşanmaz hale geldi, getirildi.

      Gezip görmek insanın ufkunu açacak yerde gördüğüm güzelliklerle bizdeki garabetleri karşılaştırıyor ve işte böyle öfkelenip derdimi satırlara döküyorum. Sahi, sık sık yurt dışı seyahatlere çıkan yerel ve genel yöneticilerimiz acaba benim gördüklerimi görmüyorlar mı ya da gördüklerinden ders alıp hiç değilse kopya etmeyi de akıl edemiyorlar mı? Ne dersiniz?

      Çevre Bilinci

      Sonra, Çırçık nehrinden alınan ve Taşkent’in içinden geçirilen su kanalları… Burada sözüm, yöneticilerimizle birlikte kendi insanımıza… Şehrin ortasından geçen su kanalında bir çöp, bir kâğıt parçası, bir pet şişe vb. atık olmaz mı? Özellikle baktım, defalarca baktım, göremedim. Peki, bizde neden öyle değil? Bizde otomobillerde içilen sigaraların kül tablaları, içilen suların şişeleri, yenen meyvelerin artıkları neden yollara dökülüp saçılır? Denizlerimiz, göllerimiz, akarsularımız neden çöplük gibi kullanılır? Avrupa’da ve işte Ortaasya’da sürücüler yayalara saygı gösterirlerken bizde neden yol hakkının hep kendilerinde olduğunu düşünürler?

      İşte böyle efendim; gezip görmenin bir alameti olmalı, insana bir şeyler katmalı, kazandırmalı ve yerine göre iğneyi başkasına batırırken çuvaldızı da kendimize batırmayı bilmeliyiz. “İyi de, oralarda eleştirilecek hiç mi bir şey yok?” Var elbette: Öncelikle ve özellikle tuvalet kültürü! Hem en modern, en medeni bildiğimiz Avrupa’da, hem Balkanlarda, hem Ortaasya’da, hem İran’da ve hem de Arap ülkelerinde bu konuda en ileri, en modern, en medeni ülke Türkiye, en dikkatli insanlar da bizim insanlarımız, onda hiç ama hiç şüphe yok. Allah’a şükür evlerimizde, işyerlerimizde, otellerimizde bulunan klasik (Alaturka) ve modern (Alafranga) tuvaletlerimizde musluklar, lavabolar ve bütün dünya ülkelerine fark attığımız taharet musluklarımız var. Klozetlere konan taharet musluklarını ilk defa kim akıl edip uygulamışsa İnşaallah Cennetliktir. Türkiye’ye gelip giden Müslüman – Hıristiyan ülke yetkilileri, özel teşebbüs temsilcileri bizdeki bu uygulamayı neden alıp uygulamazlar acaba? Yoksa onlar da bizimkiler gibi yalnızca turistik gezi mi yapıyorlar, bilemiyorum!

      Beni çok rahatsız eden bu konuyu not düştükten sonra Özbekistan’da Merhum Kerimov’un gayretleri ile son yıllarda gerçekleştirilen yenileme çalışmaları ile birlikte bazı türbe ve camilere bu sıkıntıyı giderecek modern lavabolar ve tuvaletler yapıldığını şükranla karşıladığımızı da belirtmeliyim.

      Söz Bir İncidir ki…

      Litvanya Cumhurbaşkanı’nın ziyareti dolayısıyla Taşkent programımız aksasa da gezip göreceğimiz yerlerde takdim – tehir yaparak amacımıza ulaşmaya çalıştık. Ali Şir Nevai Caddesi’nden geçerken ve cadde üzerinde kendi adına açılan Kütüphaneyi görünce O’ndan söz etmemek olmazdı. Türkçe’nin Çağatay lehçesinde eserler veren bu ünlü simanın kaleme aldığı ve Farsça ile Türkçe’yi karşılaştırdığı Muhakemetü’l Lügateyn isimli eseri ve divanları oldukça ünlüdür. “Nazım Bahçesi’nin Şakrak Bülbülü” olarak nitelendirilen Ali Şir Nevai’ye göre “Söz bir incidir ki onun denizi gönüldür ve gönül bütün anlamları kendisinde toplar” ve “Gönülden söz incileri çıkarma şerefine erenler (Yazarlar – şairler) de bu işin mütehassısıdırlar”

      Nevai’nin, “Gönülden söz incisi çıkaracak” olanlara tavsiyelerinden birkaçı şöyle:

      “…Türk ve Fars dilleri arasındaki kusursuzluk veya noksanlık bakımından çok büyük farklar vardır. Söz ve ibarede, kelimelerin anlam ve kavramında Türk Fars’tan üstündür. Türk’ün öz dilinde öyle incelikler, güzellikler, sanatlar vardır ki İnşaallah yeri geldikçe gösterilecektir…”

      “…Fars dili yüksek ve derin konuları anlatmada yetersizdir. Çünkü Türkçe’nin oluşumunda ve konularında pek çok incelik, özgünlük vardır. İnce farklar, en aşırı kavramlar için bile kelimeler yaratılmıştır ki ancak bilgili kimseler tarafından açıklanabilir.”

      “…Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiirler söylemeye özeniyorlar. İyi ve etraflı düşünseler Türkçe’de bu kadar genişlik ve zenginlik durup dururken bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha beğenilir olacağını anlarlar.”

      Aslında değişen bir şey yok tabii… Gençler, siyasiler, sade vatandaşlar, esnaf şimdi de İngilizce’ye özeniyorlar.

      Ali Şir Nevai Kütüphanesi’nin ardından modern Kongre Sarayı Marifet Merkezi’ni de gördükten sonra bir sürprizle karşılaşıyoruz: Karşımızda Atatürk Caddesi! Bu cadde taşıt trafiğine kapalı ve adeta bir sanat galerisi gibi. Ressamlar, müzisyenler, el sanatları ile uğraşanlar eserlerini sergileyip satış yapıyorlar.

      Taşkent’te dikkatimizi çeken bir şey var: Minare göremiyoruz! Rehberimiz, “Mahalle camilerinde minare olmadığını ve ezanın içeride okunduğunu” söyledi. Nitekim Ortaasya’ya has minareyi ikindi vaktine doğru gittiğimiz İmam Külliyesi’nde gördük ve daha sonra ezan sesi de duyduk.

      İmam Külliyesi geniş bir alana yayılmış ve oldukça etkileyici. Hele içeride Hz. Osman’ın derlediği el yazması Kur’an-ı Kerim’in orijinalini görünce etkilenip duygulanmamak mümkün değil. Emir Timur bu muazzam ve bir eşi daha bulunmayan Kur’an nüshasını 1401 yılında yani hüzünle andığımız o Ankara savaşından bir yıl kadar önce Bağdat’tan alıp Taşkent’e göndermiş. Ardından Rus Çarları tarafından Rusya’nın değişik yerlerine götürüldükten sonra Özbekistan SSCB Özerk Cumhuriyeti olarak ilan edilince 1924 yılında tekrar Taşkent’e getirilerek sergilenmiş. Ne yazık ki bu arada 11 sayfası çalınmış ve kayıp. Sonra, dünyanın çeşitli yerlerinde basılan Kur’an-ı Kerim nüshalarının sergilendiği bir vitrin önüne geçiyoruz. Gözlerimiz haliyle Türkiye’den gönderilen bir Kur’an baskısı

Скачать книгу