Modern Seyahatname. Osman Oktay

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Modern Seyahatname - Osman Oktay страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Modern Seyahatname - Osman Oktay

Скачать книгу

Kalede bulunan sarayın çeşitli bölümleri ve diğer müştemilat tarihi eserler, el yazması Kur’an-ı Kerimler, eski el sanatları ve çeşitli işlemelerle donatılmış. Hanlardan birine hediye edilmiş olması muhtemel bir Kâbe Örtüsü ile hat örnekleri de orada sergileniyordu.

      Kaleden indik ve 16. Yüzyılda yapılan Mir Arap Medresesi ile Karahanlı Arslan Han tarafından yaptırılan Kalan (Kalyon) Camii’ni ziyaret ettik.

      Sonraki durağımız, İslam dünyasında ve özellikle Türkiye’de pek çok müridi bulunan Bahaeddin Nakşibend’in türbesi oldu. Özbekistan’da hüküm süren Çağatay Hanedanı ve Timurlular devrinde Buhara ve çevresinde yaşayıp Nakşibendiyye Tarikatı’nı kuran Bahaeddin Nakşibend, Hz. Ebubekir’le başlatılan “Altın Silsile”nin en önemli simalarından biri idi ve Ortaasya dini hayatında oldukça etkili olmuş, başta Uluğ Bey olmak üzere devlet adamları da O’ndan etkilenmişlerdi. “Elin kârda, gönül yarda” (Elin işte, gönlün Allah’ta olsun” diyen Nakşibend Hazretleri’nin doğum yeri olan Kasrıârifan’daki türbesi son yıllarda Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un başlattığı restorasyon çalışmaları sonunda adeta yenilenmiş ve çevre düzenlemesi yapılmış. Bahaeddin Nakşibend’in türbesi alışılagelmiş türbelerden farklı ve üstü açık. Bu durum, kendisinin açık havada yatıp uyumayı sevmesine bağlanıyor.

      Ertesi gün Özbekistan’ın bir başka incisi, Harzemşahların merkezi, Türklerin Soy Kütüğü’nü yazan Hive Hanı Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın merkezine hareket edecektik ki sabah otelden ayrılırken bir teyze gelip bizi tütsüledi. Nazar deymez İnşaallah ve seyahatimizi sağ salim tamamlarız.

      Yola revan olmuşken Kadir Bey kardeşimiz ve tur rehberimiz Mansur, “Orayı görmeden Buhara’dan ayrılmamamız gerekir” diyerek otobüsümüzü durdurdular ve birlikte yürüyerek hemen ara sokaklara girdik ki karşımızda küçük ve şirin ama yapısı itibariyle oldukça farklı bir cami var: Chor Minor (Dört Minareli Cami). O camiyi de ziyaret edip yola devam ettik.

      Buhara’ya gelirken Sarıkum Çölü’nü geçip gelmiştik, Hive’ye giderken bu defa, çizgiroman müptelalarının hatırlayacağı Karaoğlan’ın at koşturduğu Kızılkum Çölü’nü asırlar sonra biz otobüsle geçerken bir de durup poz verdik. Hive’ye 200 kilometre kala çölün ortasında duble beton yol konforu yaşamaya başladık. Bu konfora rağmen yolun fazla işlek olmadığını söyleyebilirim. Buhara – Hive arasındaki yaklaşık 500 kilometrelik yol boyunca gördüğümüz araç sayısı, Rusya’ya gelip giden tırlar dışında sanırım 50’yi geçmedi. Çölde yolculuk gerçekten zor. Zaman zamangelen kum fırtınaları o güzelim asfaltı bir anda kum yığınına dönüştürebiliyor. Dolayısıyla yol uzayınca mola verme ihtiyacı doğdu ve yol üstündeki bir kır bahçesinde piknik misali öğle yemeği yedik.

      Türkmenistan Karşımızda…

      Tekrar yola koyulduktan bir süre sonraheyecanla beklediğimiz Ceyhun (Amuderya) Nehri nihayet göründü. Meğer nehrin karşı tarafı da vize verilmediği için -şimdilik- gidemediğimiz Türkmenistan toprakları imiş. Yolun nehre hâkim bir noktasında mola verip vize bürokrasisine inat resim çektik, çektirdik.

      Aslında bu durum bizi tatmin etmemiş, atalarımızın hatıralarını taşıyan Ceyhun Nehri’ni uzaktan seyredebildiğimiz için üzülmüştük. Ancak nehri asıl Hive yakınlarındaki Ürgenç tarafında görüp üstünden geçeceğimizi öğrenince teselli bulduk.

      Tekrar yola koyulduktan bir süre sonra Ceyhun Nehri sandığımız bir akarsudan geçerek yeni bir heyecan yaşadık ve bu suyun da Ceyhun’dan aktarılan sulama kanallarından biri olduğunu öğrenmekte gecikmedik. Evet, Aral Gölü işte bu yüzden kuruyor ama suyun geçtiği yerlerde de tabiat canlanıyor, yerleşim yerleri oluşuyor. Geçtiğimiz yer Karakalpakistan Özerk Bölgesi ve insanlar tarlalarda, bahçelerde çalışırlarken bize el sallıyorlar.

      İşte beklediğimiz an geldi… Karakalpakistan Özerk Bölgesi’nden Harezm Bölgesi’ne yol alırken Ceyhun (Amuderya) Nehri üzerinden geçiyoruz. Köprünün iki başında karakol olduğu için resim çekmek yasak. Biz ara bölgede, otobüsün içinden yakalayabildiğimiz kareleri çekiyoruz. Bir gün önce yağmur yağdığı için su bulanık akıyor. Ceyhun Nehri’ni bu kadar yakından seyrederken fotoğraf karesine girdiği için eşim benden daha şanslı idi.

      Ceyhun’dan sonra su içindeki pirinç tarlalarını seyrederek Harezm’in başkenti Ürgenç’ten geçip Hive’ye doğru yol aldık. Harezm’in “Köhne Ürgenç” olarak anılan eski başkenti ise Türkmenistan sınırları içinde kalıyor. (Bakalım bürokrasiyi aşıp Köhne Ürgenç’i de görebilecek miyiz?)

      Masal Şehir Hive

      Ürgenç’le Hive arası 35 kilometre ve arada troleybüs çalışıyor. Bölge oldukça sulak ve verimli. Peş peşe bahçeler, pirinç tarlaları göze çarpıyor ve yol kenarındaki bir tabelada “Sözün Başı Selam İşin Başı İntizam” vecizesini okuduktan sonra “Minareler ve kubbeler” ya da “Masal şehri” olarak nitelendirilen Hive’ye girdik.

      1917’de vuku bulan komünist ihtilaline kadar Ortaasya’nın en önemli dini merkezlerinden biri olan Hive’de 94 cami ve 63 medrese (Peygamber Efendimizin her yaşı için bir medrese) bulunmakta idi. Nitekim biz de 1970 yılından beri otel olarak kullanılmakta olan Muhammed Rahimhan Medresesi’nin dersliklerinde kaldık.

      Hive, tıpkı Buhara ve benzeri Ortaasya şehirleri gibi sık sık baskına uğrayan, kısacık tarihinde 125 Han tarafından yönetilen bir ülke. Buna rağmen başta Şir Gazi Han, İlbars Han, Timur Gazi Han, Muhammed Rahim Han ve Ebu’l Gazi Bahadır Han olmak üzere hanların önemli bir kısmı ilim erbabını ve sanatkârları koruyup kollamalarının yanında kendileri de ilim ve sanatla uğraşıyorlardı. Şecere-i Türkî ve Şecere-i Terakima isimli eserlerin müellifi olan Ebu’l Gazi Bahadır Han hem iyi bir taraihçi idi hem de hüküm sürdüğü dönemde Hive Hanlığı’nı Ortaasya’nın en güçlü devletlerinden biri haline getirmişti.

      Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın Mezarı

      Türk tarihi açısından günümüzde de önemli birer kaynak olarak kabul edilen eserlerinden dolayı Ebu’l Gazi Bahadır Han’a özel bir hayranlığım vardı. Nitekim Kırgızistan seyahatimiz sırasında Issıggöl kenarında da O’na atıfta bulunarak bu gölün Türk tarihindeki önemini anlatmaya çalışmıştım. Hive’deki ilk işim de O’nun izlerini aramak oldu. Ne yazık ki Özbek rehberimiz bu büyük şahsiyetten habersizdi. Gezmekte olduğumuz müzede camekânlı bölmelerde sergilenen tarihi evrak ve malzemeleri incelerken Ebu’l Gazi Bahadır Han’dan söz eden bazı sayfalara rastlayıp hemen rehberimize gösterince mahcup oldu ve “mezarını araştırıp öğreneceğini” söyledi. Müzeyi gezerken nihayet Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın çerçeveli bir portresine de rastladım.

      Hive Hanlarının sembolünün de ayyıldız olduğunu bu müzedeki incelememiz sırasında öğrenince bir daha, bir daha heyecanlandık ve Türk tarihi ile tekrar tekrar gururlandık. Bu heyecan ve gururla, ışıklandırılmış camekân içindeki ayyıldızın fotoğrafını çekmeye koyuldum. Işıklardan dolayı cam parladığı için sonuç almak zordu ama benim için hoş bir sürpriz oldu: Görüntüm cama yansımış, ayyıldızla iç içe bir halde kendimi de çekmişim. Tebessümle çektiğim fotoğrafa bakarken grubumuz müzeden ayrılıyordu. Peşlerine düşüp gittim.

      Gidilen yer “Pehlivan

Скачать книгу