Cüzzam ve Aşk. Nikolay Yakutskay

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cüzzam ve Aşk - Nikolay Yakutskay страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cüzzam ve Aşk - Nikolay Yakutskay

Скачать книгу

Marsden Hanım bir aydan fazla bir süre boyunca Baykal Gölü yakınlarında yaşayan Buryatlar arasında dolaştı. Çoğu cüzzam hastalarını yerliler gizliyor, onlar hakkında konuşmuyordu. Aslında onlar arasında bu hastalığın olduğu biliniyordu. Bu hastalar köyün içinde ancak tek başına, diğerlerinden ayrı bir evde yaşıyordu. Onlara sadece Budist rahipler yaklaşıyordu. O rahip hastayla ilgileniyor, onları koruyordu. Cüzzam hastası kişi hakkında çok şey bilinmez, duyulmaz derler. Dolayısıyla yabancılar onları tanımıyordu.

      Ketti Marsden Hanım çok uğraşmasına rağmen az sayıda cüzzamlı hasta ile görüşebildi. Onlardan, rahiplerin ağrıyan yerlerine cıvık yağ gibi bir şey sürdüğünü, ağrılarının çok az da olsa hafiflediğini öğrendi. Sonra onları tedavi eden Budist rahiplerle görüşüp konuştu. Rahiplerden, bir yerlerden buldukları otun kökünü ezip porsuğun kuyruk yağı ile karıştırarak bir merhem hazırladıklarını öğrendi. Sonra onu hastaya hızlıca sürüyorlardı.

      – Bundan başka cüzzam hastalığı için ilaç yok, dedi rahip.

      Ketti Marsden Hanım, İrkutsk’a gelip vali ile görüşerek cüzzam hastalarına yardım etmek için bir komite kurdu. Bu komite ile birlikte Baykal Gölü’nün alt kısmında yaşayan cüzzam hastalarının sayısını tespit ettiler. 1890-1891 yılları arasındaki kış boyunca Ketti Marsden, İrkutsk’ta kaldı. Sonra 18 Mayıs 1891’de İrkustk Valisinden Cokuuskay mülki idaresine gitmek üzere bir görevlendirme yazısı alıp “Uzun Cokuuskay Yolu” denilen uzun ve meşakkatli bir yolculuğa çıktılar. Jandarma birliğinde görevli, İngilizce bilen İvan Prokofev de Cokuuskay yolculuğunda Ketti Marsden’e yardımcı olmak için görevlendirildi.

      İki koşumlu attan oluşan arabayla İrkutsk’tan Cokuuskay’a giden Ketti Marsden ve yardımcısı İvan, Verholenskay şehrine iki gecede geldiler. Yardımcı İvan, Tüccar Gromov’un yük taşıyan gemisinin beş gün sonra geleceğini hemen gidip sorarak öğrendi. Ketti Marsden’in Cokuuskay seyahati için bu gemiden birinci sınıf bilet aldı. Gemi gelene kadar Ketti Marsden ve yardımcısı, Verholenskay şehrini gezdi. Gerçi Verholenskay, Avrupa ile kıyaslandığında köy gibi kalıyordu. Bir kilise, iki mağaza, birer meyhane ve birahaneden ibaretti. Bunlardan başka, Lena Nehri’nde satıcılarının mallarını taşımaları için ilkel büyük sallar yapılıyordu.

      Ketti Marsden, her gün Lena Nehri kıyısındaki yeşil çimenlerin üzerine gelip oturuyordu. Burada otururken Lena Nehri’ni, doğup büyüdüğü Britanya’daki Temza Nehri yerine koyuyordu. Hayır, bu nehirler birbirlerine hiç benzemiyordu. “Bilinmeyen ve pek de hoş şeyler düşündürmeyen Lena Nehri, sen beni nerelere götürüyorsun böyle?” diye kendi kendiyle konuşurken Sibirya’nın uçsuz bucaksız coğrafyası ve insanları, onun memleketi olan Britanya ile kıyaslandığında benzeyen hiçbir yeri olmayan, kocaman, cevabını bilemediği bir bilmece gibiydi. Lena Nehri’nin kıyılarında göz alabildiğince çok büyük ormanlar vardı. Burada yaşayanların deyimiyle, orman veya tayga sis gibi görünürdü. Bahar geldiği zaman, Lena Nehri’nin iki kıyısındaki ormanlarda, guguk kuşları yarışıyormuş gibi kesik kesik öterek yüksek bir ses çıkarıyordu. Verholenskay şehrinin yakınındaki buğday tarlaları üzerinde toygar kuşları ışıldayarak uçup bir yerde dinlendikten sonra kanatlarını tekrar açarak bir yerden başka bir yere doğru uçarken ötüşüyordu. Bu, bahar mevsiminde Britanya’daki bülbüllerin güzel sesine hiç benzemeyen farklı ama güzel bir sesti. Ketti Marsden, bu sesleri dinlerken beş gecenin nasıl geçtiğini anlamadı.

      Tüccar Gromov’un sahibi olduğu Aleksandır II isimli gemi geldi. Gemiyi bekleyenler, Lena Nehri’nin uzun ve meşakkatli yoluna revan oldular. Tüccar Gromov’un gemisi, birkaç dükkânı bulunan her köyde durup yerlilerin siparişleri olan malları indire indire Uus-Kut köyüne gelip mayıs ayının 27 ve 28’ini orada geçirdi. Gemi kaptanı bu köyde doğmuştu. Köyün yerlileri, yaşlıları, çocukları kasketleriyle onu selamlayıp onunla dostça sohbet etti.

      Uus-Kut köyünden sonra şimdi de Kirenskey şehrindeydiler. Ketti Marsden Hanım, Lena Nehri ile Kirenke Nehri’nin birleştiği yerde, bir ada üzerinde kurulmuş olan bu şehri görünce çok şaşırdı. Çok büyük, gürültülü ve hızlı akan Kirenke, en büyük nehir olan Lena ile birleştikten sonra birkaç kola ayrılıyordu. Kerinke’nin birkaç kola ayrılması Ketti Marsden’in ilgisini çekti. Onun doğduğu Temza’da, Afrika’daki Nil Nehri’nde, Hindistan’daki Ganj ve Brahmaputra Nehirlerinde bunun bir benzerini görmemişti.

      Kirenskey şehri, Avrupa’daki orta seviyedeki şehirler gibiydi. Burada, özellikle Lena Nehri’nde kullanılmak üzere yelkenliler ve küçük gemiler yapan Tüccar Glotov’a ait bir tersane vardı.

      Kirenskey’de yaklaşık bir gün kalıp hareket ettiler. Lena Nehri, Kropotkin sıra dağlarının arasında açtığı yolda akıp gidiyordu. Nehrin iki kıyısında yalçın kayalıklar vardı. Nehrin hızlı ve gürültülü akan suyu, taşlara çarpıyor, ileri beri gidip geliyordu. Bu da Ketti Marsden için daha önce farklı yerler görmesine rağmen böylesini görmediğinden değişik ve ilginç geliyordu. Ketti Marsden bu tarz kayalıkların ayrı ayrı adlandırıldıklarını duymuştu. Onlardan “Lenskie Yanağı” ve “Payın Boğası” aklına takılmıştı. Nehir, dağ geçitlerini seyretmek için fevkalade, yolculuk yapmak için ise korkunçtu. İşte, böyle geçen bir yolculuğun ardından 4 Haziran günü Biitim köyüne ulaştılar. Burada bir gün kaldılar. Lena’nın taygalarındaki gümüşçüler için getirilmiş malzemeleri indirip geminin yanına dizdiler. Bu köyde Lena Nehri, sağ tarafından Biitim Nehri ile birleşiyordu. Buradan aşağıya doğru nehir çok genişliyor, suyun seviyesi artıyordu.

      Lena Nehri’nin aktığı yol boyunca iki kıyısını çevreleyen ormanlarda guguk kuşları durmadan ötüyordu. Nehrin kıyısındaki söğütlerde sarı göğüslü “Sibirya bülbülü” diye adlandırılan söğüt kuşlarının güzel sesleriyle söyledikleri şarkıları, her gece ve sabah Ketti Marsden, kamarasının penceresinden dinliyordu. Doğrusu, Ketti Marsden Sibirya’da uçan, koşan hiçbir şey olmadığını düşünmüştü ama bu düşüncelerinin hepsinin yanlış olduğunu anladı. Dahası Lena Nehri’nin kıyısındaki birbirine yakın beş altı postane, yanlarında ağaçlardan temizlenerek ormandan devşirilmiş tarlalar ve tarlalardaki yeşermiş ekinleri görebiliyordu. Nehrin ortasından giderlerken postanelerin önlerinde, nehrin kıyısında çocuklar ve kadınlar onlara el sallıyordu.

      İşte, böyle yolculuk ederek haziran ayının dokuzuncu gününün gecesinde Lena Nehri kıyısındaki üçüncü şehir olan Ölüöhüme’ye geldiler. Bu şehrin ön önemli özelliği, Lena Nehri’nin sağ kıyısından Ölüöhüme Nehri’ne girilmesiydi. Burada, Lena Nehri’nin iki kıyısı genişliyor, iki tarafındaki tepelerin arasında yer alan ekinlerin, otların yeşermesi biraz daha vakit alıyordu.

      Ketti Marsden Hanım, yirmi bir gün boyunca geminin kamarasında hapis kalmaktan çok sıkılmış, gidecekleri yere ne kadar kaldığını öğrenmek için:

      – Kaptan Bey, ne zaman Cokuuskay şehrine varırız? Diye sordu.

      – Burası Cokuuskay’dan önce duracağımız son yerdi. Şimdi Cokuuskay’a kadar hiç durmadan gideceğiz, dedi kaptan.

      – Peki, kaç güne oraya ulaşırız?

      – Yarın gece buradan ayrılacağız. Bu ayın on ikisinin sabahında ulaşmış oluruz, dedi kaptan. “O hâlde iki gece sonra Cokuuskay’a ulaşmış oluyoruz.” diyerek Ketti Marsden sevindi, içi ferahladı. Refakatçisi olan jandarma askerine:

      – Bizim

Скачать книгу