Eğri Ağaç. Muhtar Magavin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eğri Ağaç - Muhtar Magavin страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Eğri Ağaç - Muhtar Magavin

Скачать книгу

dilekçeye aşırı heyecan anında imza atmaya yetişememiş ama hiç şüphesiz, sağlıklı olarak geri dönünce kâğıda çiziktirip kesinkes onayladığına dair mühür basması yeterli olacaktır.

      Bu arada Marat Mirzo-yev-yan-zade-pulo’nun ırk ve etnik temelli baskılardan ilham alan gücü kuvveti doruk noktasına ulaşmıştı. On iki odalı ev, üç dört hektar arazi dediğiniz ne ki, bütün bir köyü ve başı dumanlı Aladağ’ı civarındaki tüm zirve tepeleriyle beraber zimmetine geçirecek kudrete sahip gibiydi âdeta. Gün geçtikçe güçleniyor, içi özgüvenle dolup taşıyordu. Daha nice güzel işler bekliyor onu. Yalnızca gevşek muhtarın elden ayaktan düşmesi, işini aksattı. Onun yapacağı iş halledilse, insan hakları uğruna verdiği mücadelesinin üçüncü, en önemli aşaması başlayacak. Ama ne zaman? Vakit geçiyor. Bir iş durakladı diye, diğer iş bekletmeye gelir mi? “Demir tavında dövülür”, durduğu kabahat. Bu durumlarda Kazaklar, “Uzaktan arabayla taşıyacağına, yakından torbalarla taşı” derler. Arabadan önce göz koyduğu torba yanı başındaydı. Komşusu. Üstelik evleri yan yana olan komşulardan değil, evleri bitişik. Adı Kanat. İki komşunun bahçe arazileri, yan yana uzanmaktadır. Aynı evin bir kısmında Kanat, diğer kısmında Marat oturuyor. Arada sadece bağ bahçe var. Yalnız Kanat’ın arazisi, iki kat daha büyük. Marat’ın arazisi de bayağı var. On arlık. Ama Kanat’ın arazisi, daha geniş. Yirmi arlık. Adalet bunun neresinde? İşte adaleti kendi elceğiziyle sağlamaya girişti. Doğrudan girişti. Hazırlık aşamaları geçen yıllarda başlamıştı.

      Eskiden evin arka tarafını ikiye ayıran bir çit vardı. Pek çitten sayılmayacak, sırf tavuklar geçmesin diye çekilmiş, derme çatma bir şeydi. Marat, önce bu çiti ortadan kaldırarak işe başladı. Ama atmadı. Hepsini ahırın içine güzelce istifledi. Sonra kendine ait patates ekilen yeri yarım metre ileriye taşıdı. “Komşu, benim tarafa geçmişsin. Sınır, şu iki köşedeki kurumuş kavak kütükleri değil mi?” dedi Kanat. “Yahu, komşum, senin benim diyecek kadar ne var? Farkında değildim; yarım metre değil, otuz beş santimetre; buradan çıkan patatesi sen al,” dedi Marat. “Hımm, patates bende de var, neyse kalsın,” dedi utancından Kanat. Ertesi gün Marat, komşusuna: “Bu iki fidan, iyi cins armuttur; kök salana kadar senin toprağında dikili dursun, seneye şu eski eriğin yerine dikerim. Bu yıl meyve versin, yazıktır,” dedi. “Buraya ben patates ekeceğim,” dedi Kanat. “İncecik fidanlar, gölgesi olmaz, en fazla dört yumru daha az ekersin, yerine bu taraftan on yumru senin olsun,” dedi Marat. Kanat, yine mahcup oldu. “Yok, teşekkürler, hiç gerek yok, sen ek,” dedi. Kendi toprağına da gölgesi düşmez, zaten benim payımdaki yeri kullanarak daha fazla patates ektin, diyemedi, bunun pimpiriklilik olacağını düşündü. Bu, önceki yılın önemsiz bir olayı idi. Geçen yıl iyi cins iki armut fidanı öylece yerinde kaldı. İlk hatırlattığında, yarın alırım, dedi. Sonra öbür güne erteledi, aradan iki hafta geçti; Kanat, üçüncü kez tekrarlayınca “işten güçten ilgilenemedim, artık çok geç, başka bir yere alırsam kök salmaz, solar, bu yıl yine kalsın,” dedi. Kanat, yine tamam dercesine başını salladı. Aynı gün komşusunun patates ekilen yerinin kendi tarafına doğru kaymış olduğunu, bu sefer yarım metre değil, tam tamına üç metre yaklaştığını gördü. Ama bunları ipe dizer gibi söylemeyi ayıp saydı. Sınır bellidir, iki köşedeki kavak kütükleri. Bu yıl ise… O iki fidan, bayağı boy attı. “Bunları almayıvereyim,” dedi Marat. “Bende zaten tek çocuk, bir dalı da yeter. Kalan hepsini senin çocuklar yesinler. Geçen sene almalıydım, artık çok geç,” dedi. “Benim kendi elmalarım yeter artar bile. Burası bostanlık, patates ektiğimi biliyorsun,” dedi Kanat. “Patatesi biraz ötede, açık alana neden ekmiyorsun? Toprağın dinlenmesi gerekir,” dedi Marat. Kanat, biraz düşünceli göründü. Ertesi gün bir de ne görsün! Komşusu eskisinden daha fazla ilerleyerek o eski iki fidan -şu anki armut ağaçlarının etrafını çepeçevre patates ekmiş. “Yahu bu nedir?” dedi. “Paylaşır yeriz,” diye cevap verdi ahretlik komşusu. “Toprak senin, tohum ve emek bana ait. Buradan en az altı çuval patates alırım. İki çuvalı senindir.” “Hayır,” dedi bu işin altından bir çapanoğlu çıkacağını hisseden Kanat. “Peki, üç çuval.” “Hayır, dört çuval versen bile kabul etmiyorum. Ektiğin tohumları geri topla…” “Yarısını da mı kabul etmiyorsun?” “Kabul etmiyorum. Yerimi boşalt.” “Benden söylemesi,” dedi Marat pişmiş kelle gibi sırıtarak. Kanat da gülümseyip dişlerini sergiledi. Böylece konu kapanmış, konuşma bitmiştir, diye düşünmüştü. Gerçekten de konuşma bitmişti. Komşusu konuşmayı kesmiş, artık harekete geçmişti. Kanat, ertesi gün öğleye doğru uyandı, esneyerek ve karnını sıvazlayarak dışarı çıktı. Yine ne görsün! Dün üzerinde tartıştıkları toprak, artık tartışmalı olmaktan çıkmış. Komşusu bir kazığı öyle bir yere çakmış ki, bizimkinin patates ektiği yer topyekûn diğer tarafa geçmiş. Geçmiş derken, geçirilmemiş, olduğu gibi yerinde duruyor durmasına, yalnızca bu tarafına çit yapılmış. “Bu ne yahu?” diye bağırdı bahçeye. Çıt çıkmıyor. “Marat! Marat!” diye kükredi. O da burnunun dibinde bitiverdi hemen. Tam ortadaki kalın elma ağacının altında bir şeylerle meşgul görünüyor. Ya da o ağacın arkasında gizlenmiş bekliyordu. Keyfi yerinde, ağzı kulaklarında, ayaklarını yanlara doğru atarak yürüyüp geldi: “Ahretlik, bu kadar bağıracak ne var yahu?” “Nedir bu?” dedi söyleyecek başka söz bulamayan Kanat. “Bu mu? Benim ektiğim armut.” “Hayır, bu.” “Benim ektiğim patates.” “Hayır, bunu diyorum! Çit. Niçin?” dedi kan beynine sıçrayan Kanat. “Komşuluk hakkı için ürünün yarısını bedava vereyim dedim, kabul etmedin. Ondan sonra arazilerimizi işaretleyerek ayırdım.” “Ne arazisi?” dedi Kanat avaz avaz bağırarak. “Arazi benim. Ezelden beri. Kime ne?” “Şu iki armut ağacı kimin?” dedi Marat. “Senin. Ama yer benim.” “Şu patates kimin?” “Senin. Ama…” “Aması maması yok,” dedi Marat. “Ağaçlar benim, meyveler benim, altındaki yer nasıl senin oluyormuş? Hangi mahkemeye gidersen git, ben haklı çıkarım. Seninkisi zorbalık. Açgözlülük. İşte duruyor ya koskoca arazi. Kalanı yetmiyor mu? Tam tamına on altı ar. Yine de benimkinden büyük. Benimkisi yalnızca on dört ar. Hadi yine iyisin. Kes şunu. Bu arsaya sahip çıksan da yeter.” “Yetmez!” diye haykırdı Kanat. “Benim toprağım!” “Artık benim,” dedi Marat hiç aldırış etmeden. “İkimiz de Egemen Ülkenin eşit haklara sahip vatandaşlarıyız. Yoksa benden daha mı üstünsün? Başka milletten diye beni küçümsemek mi istiyorsun?” Marat, öyle yaygara kopardı ki sesi Kanat’ın sesini geçti: “Nasyonalist! Şovenist! Faşist! Bu köydeki başka milletten olanların hepsini kovdunuz. Şimdi de yalnız kalan bana mı zorbalık edeceksiniz? Edemezsiniz! Ben Parlamentoya yazacağım. Ben Senatoya yazacağım. Cumhurbaşkanının kendisine yazacağım!” Ağzından her kelime çivi çakar gibi çıktıkça bir iki adım ilerleyerek çite yanaştı. “Hadi, öldür beni! Vur, döv! Siz kalabalıksınız. Ben tekim. Parçalayın beni!”

      Civardaki insanlar; meyve ağaçlarının bakımını yapıyor, çeşitli tohumlarını ekiyor, bağ bahçesinde çalışıyorlardı. Çiti atlayarak ilk yetişen sağdaki komşu oldu. Sonra soldaki geldi. Ondan sonra öbür komşu, peşinden diğer komşu. Derken yakınlarında yaşayan on civarında kişi toplandı. Marat, daha da köpürdü. “Hadi, saldırın! Dövün! Bu ülkede kanun yok. Mahkeme yok. Hepsi zorba. Hepsi eşkıya. Herkesin kuyusunu kazdınız, şimdi sıra bana gelmiş. Öldürün! Beni öldürün! Evimi yağmalayın! Yerimi de paylaştırın!” O anda köy muhtarının yardımcısı da soluk soluğa yetişti. Oralardan geçerken gürültü sesi duyunca gelmiş. Rengi sarardı, “bir felaketi hissetmiştim,” dedi titreyerek. “Bizim gençler, hep bela ararlar.” Muhtar yardımcısını gören Marat, iyice çıldırdı. “Hadi, muhtarınızla birlikte saldırın bana!” dedi. “Öldürün! Kalbitler!

Скачать книгу