Ses Rengi. Marhabat Baygut

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ses Rengi - Marhabat Baygut страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ses Rengi - Marhabat Baygut

Скачать книгу

başlayan yonca tarlasına sokup zor durumda bırakmıştı. “Senin teken başıma bela oldu” diye Habarbek’e epey kızmıştı. O da kıs kıs gülmüştü.

      “Kütür, kütür, kütür”.

      Bu tür tekdüze sesler sallamış olmalıdır ki Tursınbek’in gözleri kapanmış. Dağ yamacında yan yattığı hâlde uykuya dalmış. Aniden yerinden fırlayıverdi. Koyunlar da yerinde, keçiler de yerinde. Gözlerini ovalayıp Habarbek’in siyah tekesini aradı. Yerinde. Öğle oldu, artık bir yere gitmezler.

      “Eyvah, eşek nerede?” Eşeği de kulakları sarkmış sakin sakin duruyordu. Peki şimdi nerede? Şimdi ise vadinin aşağı kesimine kadar inmiş durumda.

      Köye doğru yavaş yavaş gidiyordu. Onun nesi var böyle? Peşinden mi koşması gerekiyor? Belki de boşuna koşmuş olacak. Booş veeer. Bir gün yaya dönse bir şey mi olacak?

      Tursınbek eğimli dağ yamacığına tekrar uzandı. Tekrar yerinden fırladı. “Ne diye yatıyorum ben? Eyvaah! Eşek kendisi gitse neyse de, eyerin yan tarafında öğle yemeği asılı durmuyor muydu? Bir tandır ekmeği, soğan ve bir şişe ayran vardı ya torbada! Bir gün açlıktan ölecek değilim, ama ya şu eşek yolda kudurursa. Kendi kudurmazsa da başıboş dolaşan eşekler kudurtursa. O zaman eyere bağlanmış öğle yemeği bir tarafa, kolanına dört yerden dikiş atılan eyer takımı bir tarafa dağılıp saçılırsa. Eyvaah! Eyerin ikinci tarafında Cambıl’daki Cemile’nin yetmiş iki soma6 aldığı “Spidola” marka radyosu da var! Bir yere de radyosu atılırsa. Boş bulunmayıp da öğle konserini vermeye geçtiyse… Peki, bu kimin eşeği, Tursınbek’in eşeği derlerse… Olmaz, peşinden gidip yetişmek gerek!”

      Tursınbek bir kilometre kadar koşarak kestirmeden eşeğinin önüne çıkıverdi. Ancak nefes nefese kalmış hırıldıyordu.

      Eşeğin eyerine yaslanmış nefes nefese dururken merkezden dönen Habarbek’i gördü.

      – Koyun peşinde olman gerekirken oyun peşindesin bakıyorum.

      – Koyunu senin siyah tekene emanet edip Jalbızdı’ya yüzmeye gitmiştim. Şimdi de öğle konserini dinliyorum.

      – Anlaşılan eşeğin kaçmış da koşmaktan nefesin tıkanmış. Şimdi ben açarım. Müjde olarak ne vereceksin?

      – Yapma ya. Senden ne iyi haber gelir ki.

      – Söyle. Müjdeni söyle. Yüreğini yerinden oynatacağım bak.

      – Hadi ben gidiyorum, diye Tursınbek eşeğine bindi. – En fazla çocukların sosyal yardım parasını getirmişsindir. Birininkini getirdiysen bir som, ikisininkini getirdiysen iki som zaten alırsın.

      – Al, al, al! Okuu! Karın kahraman olmuş. Kararnameyle! Bütün ilçeden sadece beş kadın. Eskiden on beş yirmi olurdu, bu sefer sadece beş kadın. – Habarbek bölge gazetesini at üzerinden atıverdi. Tursınbek de yere düşürmeden yakalayıverdi.

      – Eveet, müjdem ne olacak? Üçüncü sayfasına baksana. İlk sayfayı ne yapacaksın. İlk sayfada başka kahraman çıkar. Hâlâ gazeteden anlamazsın. Okumazlar ki bunlar, okumazlar. Gazeteyi çıktığı gün yetiştirmek için koşa koşa getirirsin. Bölgedekiler de gece uykusuz kalırlar bunu çıkaracağız diye. Taksiyle ulaştırırlar. Habarbek, alnında beyaz lekesi bulunan kahverengi atı ile Kudıksay’a doğru yönelir. Buradakilerin şu cahil hâllerine bak. Bomboş, akılsız.

      – Müjdeni kahraman olandan istersin, dedi Tursınbek gazeteden gözünü almadan. Dışarıdan sakin görünse de kendisi çok heyecanlıydı. – “Tursınbek Janasbayev’e Şerefli Baba unvanı verilmiştir” diye yazsaydı neyse de, ama burada Orınkül Janasbayeva hakkında yazılmış. Kısacası… Kendisinden alırsın…

      – Bırak şimdi, ne zaman ıslatacaksan onu söylesene.

      – Onu da Sayın Janasbayev’a biliyor olmalı.

      Habarbek kamçısıyla ata vuruverdi, at yerinden sıçradı.

      Tursınbek bölge gazetesini elinde tuttuğu gibi koyunlara, dağ yamacına doğru yürüdü. Tekrar tekrar baktı. Uzandığı yere varana kadar gazete eskiyecekti. Odur, onun ta kendisi. “Orınkül Janasbayeva, Tülkibas İlçesi Kızıl Yıldız Kolhozu’nun kolhozcusu, Kudıksay Köyü” demişler.

      Yerine gelip Orınkül’ün sabah verdiği bohçayı açtı. Kahverengi havluyu serdi. Yeni gazete serilmez. Saklamak lazım. Dört katlayıp bir sardıktan sonra iç cebine koydu. Ekmek sarılan eski gazeteyi serdi. Onun da tüm sayfalarını iyice inceledi. Kararname yokmuş. Bu tür kararnameler ayda yılda bir çıkar ya. Herkes on çocuk dünyaya getirmez ya. Bu, büyük bir olaydır. Büyük mutluluk. Demin Habarbek’e bir hayvan mı hediye etseydi? Öyle yapmalıydı. Fakat kendisi insana tepeden bakıp alay ediyor. “İlk sayfayı ne yapacaksın? Üçüncü sayfaya bak. Okumuyorsun” diyor. Dalga geçmeyi sever. Öyle bir huyu vardır. İşte bu huyu hoşuna gitmez. Ne zaman görsen öyle yapar. “Karın tekrar ikiz mi doğuracak?” “Bir an önce kahraman yapmayacak mısın?” “Hepsi senin mi? Yarısı esmer, yarısı sarışın yahu?” der. İşte böyle şeyler söyler. Kendisinin bir erkek, bir de kız çocuğu vardır. Eşi daha da doğurmamış. Oysa eşiyle bir sorunu yoktur.

      Alnı beyaz lekeli koyunu kesip köy halkını misafir etmeli. Habarbek’e de müjdesini vermesi doğru olacaktır.

      Ayranı içip bitirdi. Ekmekle soğan yiyor. Keşke şimdi Orınkül’ün çayı olsaydı. Kendisi bileğini sergileyip bileziğini şıngırdata şıngırdata koysa çayını. Şöyle bakınca Orınkül’ün on çocuk doğurduğu söylenemez. Kırkını daha yeni geçti. Az bir şey kırışıkları var. Ama o kırışıkları da çok güzeldir. Şu Karınbek’in eşine ne dersin? O sarışın kadın Orınkül’le yaşıttır. Allah onun kırışıklıklarını kimseye göstermesin. Kırış kırıştır. İki üç çocuk bile iyice yıpratmış kadını… Çok erken yaşlanmış… Onun yanında Orınkül genceciktir. Gerçi, ekmek yapmaktan yoruluyor. Vah, vah! Çocuklar da kolay değil ya. Bir taraftan yaparken diğer taraftan yiyorlar. Orınkül yirmi tandır ekmeği hazırlayıp bitirir, çocuklar da yiyip bitirir. Bir bakıyorsun bir, bir buçuk ekmek kalmış. Orınkül bir gülümser ve alnından şıp şıp damlayan teri silip hamur mayalamaya koyulur.

      Tursınbek iç cebindeki gazeteyi çıkardı. Bir daha baktı. Şarkı söylemek istedi. Ne var, burada kimse duymaz. “Oley! diye bağırdı tüm sesiyle. – Yaşasın! Hey, hey! Orınküül! Tebrikler!»

      Kudıksay’ın dik yamaçları “huu” diye yankılandı. Habarbek’in siyah tekesi boynuzlayacakmış gibi kötü kötü bakıyordu sanki. Habarbek gibi tepeden, yan gözle bakar gibiydi.

      Güneş batar batmaz hayvanları köye doğru kovaladı. Tüm köy halkı evlerinden çıkıp elini sıkarak tebrik edeceklermiş gibi geldi. Köy de yeni batan güneyin kızıl ışıklarına gömülmüştü sanki. Yüksek ağaçların yaprakları bile ışıl ışıldı. Daha olmamış elmalar da yakut gibi parlıyordu.

      Köy girişindeki evler keçi ve koyunlarını seçip alıyordu. Kimse bir şey demedi. Gazeteyi almamışlar mı, görmemişler mi, okumamışlar mı, nedir? Yoksa görmüşlerse de görmezlikten, bilseler de bilmezlikten mi geliyorlar? Öyleleri

Скачать книгу


<p>6</p>

SSCB döneminde kullanılan para birimi