Ses Rengi. Marhabat Baygut

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ses Rengi - Marhabat Baygut страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ses Rengi - Marhabat Baygut

Скачать книгу

olmaz mı? dedi Olga Timofeyevna. – Onu da götürelim.

      – Hayır, boş verin onu, dedi Tursınbek kurularak. – Onun kendi işleri vardır. Ölse gitmez o göle. Ne soyunur, ne suya girer. – Öyle dedi ve poşete tıka basa bir şeyler doldurmaya başladı. Uyanık ve becerikli oluvermişti.

      – Bizim Tursınbek Janasbayeviç çok anlayışlı, pek akıllı bir insandır, diyor Atabek.

      Calbızdı’nın kenarında çocuklar varmış. Tursınbek taş atarak uzaklaştırdı. Misafirler hayrete düştüler. Saman biçme dönemine kadar tertemiz olan gölün kenarı on, on beş gün sonra toz içinde kalacaktır. Hayretler içindeki misafirler soyunmaya başladılar. Tursınbek poşetini tuttuğu gibi ağzını açıp donakaldı. Atabek dürterek kendine gelmesine yardımcı oldu.

      Bir süre sonra Tursınbek’in aklına on kadar çocuğu ile Orınkül geldi. O andan itibaren bulunduğu yerde duramaz oldu.

      – Ben gideyim. Size acele etmeden gelirsiniz, dedi. Misafirler tamam anlamında kafa sallar gibi yaptılar.

      “Beysegız teyze ne oldu acaba? Misafirler gitmeden ölüp de zor durumda kalmayalım?”

      Evin içi gürültülü gibi. Ayakkabısını çıkarıp ses yapmadan içeri girdi ve salonun file perdesinden içeriye göz attı.

      Cambıl’daki Toprak Islahatı ve İnşaat Üniversitesi’nde okuyan Cemalbek hariç çocuklarının tamamı annelerini ortaya alıp rahat rahat sofra başında oturuyorlar. Şu rahatlığa bak. Onların bu şekilde oturduklarını daha önce hiç görmemişti sanki. Zengin sofra da epey fakirleşmiş. Oturma işinin uzun sürdüğü belli oluyor. Aydar ile Haydar limonata konmuş bardaklarını tokuştururken pek de mutlu görünüyorlar. Orınkül ile Cemile de şampanya veya limonata doldurulmuş kadehlerini tokuşturuyorlar. İçmişler yahu! İçiyorlar bunlar. Kendilerince çok mutlular. Yanlarına gidip canlarına okumaya yeltendi. Fakat cesaret edemedi. Tam tersine kendisinin de onlara katılmak istediğini hissetti. Aydar ile Haydar birlikte gidip vitrin tarafından madalyayı getirip Orınkül’ün göğsüne taktılar! Cemile başlayıp çocukların hepsi tebrik ederek elini sıkıp yanağından öpüyor.

      Tam bu sırada bahçe tarafından Atabek’in kahkaha sesi duyuldu.

      Tursınbek kapının perdesini hızla açıp odaya daldı:

      – Hey! Bu ne rezalet! Misafirlere hangi yüzle bakacağım? Her şeyi silip süpürmüşsünüz! dedi küplere binmiş bir şekilde dişlerini sıkarak.

      Çocuklar sessizce yerlerinden kalkıp birer birer dış kapıya yöneldiler. Hiç korkmuşa, çekinmişe benzemiyorlardı. Cemile de rahat bir şekilde yavaşça sofrayı düzeltmeye başladı. Bir tek Orınkül yerinden kalkarken tökezleyip düşeyazdı. Göğsündeki madalya şıngır şıngır ses çıkardı. Fakat ona bakan kimse olmadı.

      Orınkül dış kapının eşiğinden geçerken bir daha tökezledi. Madalyası bir daha şıngırdadı.

      – Oho! Ev sahibemiz madalyayı kendisi takmış bile, dedi Rahima Rahmetovna. – Demin biz takdim etmek istemiştik. Siz neredeydiniz?

      – Beysegız adlı yaşlı bir kadın vardı. Kadıncağız çok fenalaşmış aniden… Bir iki saat yanında beklemek zorunda kaldık. Sağlık memurunu çağırdık.

      – Şimdi nasıl? İyi mi? dedi Atabek.

      – Biraz daha iyi Allahtan. Çok korktuk. Çocukları da yoktur kadıncağızın…

      – Eee, doksana gelmiş ihtiyar bunak ölürse ölür, ne olacak! Tepe tepe gömeriz, dedi Tursınbek. – Sen bana şunu söylesene, madalyayı Olga Timofeyevna takacaktı. Neden kendin taktın ha?

      – Kendim değil, Aydarcığımla Haydarcığım takmıştı. Tekrar çıkaracaktım, tamamen unutmuşum baksana. – Bunları söyleyen Orınkül madalyayı çıkarmak için uğraştı.

      Araya Olga Timofeyevna girdi:

      – Olsun artık, fark etmez, dedi. – Çocukların takdim etmesi daha iyi olmuş…

      Olga Hanım böyle demişti. Ancak Calbız’ın suyunun soğukluğundan mı nedir, çenesindeki tüyler kabarmıştı…

      …Çok geçmeden saman biçme dönemi başladı. Calbız’ın kenarındaki otlar öncelikle biçildi. Kudıksay’ın başlodacısı Tursınbek, kendisinin asıl görevine başladı.

      GEYİK OTU

      Kisa, şehir çocuğudur. Babasının söylediğine göre ilçe merkezindeki büyük bir köyde doğmuş. Doğum belgesinde doğduğu köyün adı kayıtlıdır. O zamanlar, yani Ki-salar orada yaşarken babası şehirde çalıştığından köyden şehre her gün gidip gelirmiş. Köyde güzelce çalışırken ısrarla şehre çağırmışlar. Becerikli olduğunu, güzel kariyer yapma imkânının bulunduğunu, ileride yükseleceğini, kendisi gibi genç kadrolara ihtiyaç duyduklarını söylemişler. Babası teklife pek sıcak bakmamış, ancak annesi çok sevinmiş, eşini ikna etmek için gayret sarf etmiş. Öylece babası şehirde çalışmaya başlamış. İlk davet ettiklerinde bir yıl içerisinde daire vermeyi taahhüt etmişler. Fakat bu konu iyice uzamış. Ailesinin düzenini bozmamak için kendisi gidip gelmiş. Bazı dönemlerde de daire kiraladığı olmuş. Öyle sıkıntılı yaşam sürerken fırtınalı günlerin birinde iyice soğuk alıp çok hastalanmış.

      Sonunda bunlar şehre taşınmışlar. O zaman tabii Kisa daha çok küçükmüş, yeni yeni tay tay durmaya çalışıp ha bire düştüğü dönemleriymiş. Babasının anlattığına göre taşındıkları ilk gün çok katlı evin merdivenlerinden yukarı çıkmak gerektiği zaman çocukların hepsi çok korkmuşlar, içeri girmek istememişler. Kisa’dan daha büyük olanlar çabuk alışmışlar. Kisa’nın alışması ise bir yıl sürmüş. Yürümeyi iyice öğrenip koşmaya başladığı zaman bile uzun süre apartman merdiveninden elinden tutarak indirip çıkarmak kolay olmamış.

      Sonra ikna olup her şeye alışmış. Şimdilerde şehirde doğmuş, bütün hayatı boyunca yüksek evde yaşamış sanırsın. Yine de köy dendiğinde ağzının açık kaldığı saklanamaz.

      Kisa, babasının hep anlattığı uzaktaki köye hiç gitmemiştir. Arkadaşlarının hepsinin dedeleri ve nineleri vardır. Dedelerinin ve ninelerinin yanlarına giderler, onlar ziyarete gelirler. Fakat Kisa’nın kaderine dede ve nine yazılmamış. Bunların babası çok uzakta bir yerdeki dağların dibinde doğmuş. Kisa’dan biraz daha küçük yaşta iken uzaktaki ilçe merkezine taşınmışlar. O zaman da babasının babası görevden dolayı taşınmış. Köyden bahsettikçe Kisa’nın gözlerinin önüne büyük köy canlanır. Babasının anlattığı köyün başka köy olduğunu daha yeni yeni anlamaya başladı.

      Her yıl kış aylarında evlerinde uzaktaki köyle ilgili ilginç şeyler anlatılır. Babası ilk önce köyün temiz havasından bahseder. Temiz hava dendiğinde Kisa’nın aklına cam açıldığında odaya giren hafif rüzgâr gelirdi ve babası temiz havayı ağızdan salya akıtarak anlattığından olmalıdır ki dilinde güzel bir tat hissederdi. Yüksek yüksek tepelerle mavimsi dağlardan, onların aralarından geçip duran hayvanlarla kuşlardan söz edildiğinde Kisa’nın boynu bükülürdü. Babası özellikle

Скачать книгу