Sıcak Taşlar. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sıcak Taşlar - Анонимный автор страница 4
ANTON STRAŞİMİROV
27 Haziran 1872’de Varna’da doğdu, 7 Aralık 1937’de tedavi gördüğü Viyana’da vefat etti. Küçük yaşta yetim kalmış, Razgrat’ta öğretmenlik yapan ağabeyi Dimitır’ın himayesinde yetişmiştir. Burada orta okulu bitirdikten sonra Şumen’in (Şumnu) Sadovo Ziraat Okulu’nda öğrenimine devam etmiştir. Daha sonra Bern Üniversitesinde (İsviçre) coğrafya, edebiyat ve psikoloji dersleri almış, ancak öğrenimini tamamlayamadan ülkesine dönmüştür.
“Göçebe ruhlu” denecek kadar farklı yerler görmeyi, farklı insanlarla bir arada olmayı seven A.Straşimirov ülkesinin birçok köy ve kentinde öğretmenlik yaptı. Hayata bu tür yaklaşımı ufkunun genişlemesine yardımcı oldu. Konu ve sanat yönünden Bulgar hikâyeciliğini ve romanını yüksek seviyeye ulaştırdı. Demokrat kişiliğine yaraşır şekilde emeği sömürülen, özgürlükleri kısıtlanan kitlelerin saflarında yer aldı. 1926’da yayınladığı “Horo” adlı romanıyla ülke içinde ve ülke dışında üne kavuştu. Zmey (Ejder), Krıstopat (Dörtyol Ağzı), Svekırva (Kaynana), Vampir (Hortlak), Vihır (Kasırga) en çok okunan eserleridir.
UTANÇ
İhtişamlı bir sessizlik vardı. Uçsuz bucaksız bir bahçedeydim. Gözlerimi kamaştıran çiçeklerle dikili tarlalar arasında patikalar belirsizleşip, kayboluyordu. Fıskiyelerin püskürdüğü su tanecikleri arasında yıldızlar da, göz kırpıyordu. Mehtaplı gecede hayatın, böyle gittiğini ve böyle gideceğini hissederek ben de mutlu adımlarla yürüyordum. Ve tarlalarda bakışlarım da uzanıp gidiyordu. Çiçeklerin kokuları içimi ve etrafımdaki her şeyi sarıyordu. Aralarından en güzelini kopardım ve dudaklarımın arasına aldım.
Ve yürüyordum.
Bahçenin sonu yoktu. Ayın ışıltılı gecesi de bitmiyordu. Mutluluğum sonsuzdu, tabii sevincim de. Dudaklarımın arasına aldığım en güzel çiçeğin kokusu genizlerimi doldurmuştu. Ben bahtiyardım, fakat çiçeğin kokusu bana mı geçti, yoksa benim kokum çiçeğe mi, bilmiyordum. Bunu hissettikten sonra beni sonsuz bir mutluluk, yeni bir sevinç sardı.
Ve o koku içime sindi.
Ve yürüyordum.
Fakat ay batışa geçti, şark da kızıla boyandı. Çiçekli tarlaların arasında şaşırıp kaldım. Çok kötü oldum. Dudaklarımın arasındaki çiçeğin kokusunu kendi kokumda aradım, bulamadım. Ve çok kötü oldum.
Tarlaları şaşkınlıkla süzüyor ve bahçenin, bütün bahçenin kokusunu hissetmek istiyordum.
Hilal battı. Kaybolan gecenin şehvetiyle kendimden geçmiştim. Şark ağarıyordu. Yeni günün parıltısında ışınların titreşimlerini nefesimde hissedebilseydim!…
Fakat olmadı… Aklım başımdan gitti. Dudaklarımın arasına aldığım en güzel çiçeği ısırdım.
Uçurum.
Dudaklarımda zehirli karıncalar. Ve hiçbir koku yok. Tarlaların arasında yürüyor ve sıradan çiçekleri koparıyorum. Hiçbir koku alamıyorum. Onları çiğniyorum – ve dudaklarımda yine zehirli karıncalar.
Uçurum !
………………………………………………………...........
Her fundanın altını ve mercan kayalıklarını çilekler, kaplamış. Gökyüzü gülümsüyor. Ağzım tatlımsı. Bayılıyorum. Yürüyorum, ağaçların yaprakları gözlerimi siliyor. Orak zamanı. Olgunlaşmış ekin demeti düşmüştür; uzaklardan orakçı kadınların şarkısı gelmektedir.
–Eh işte, küçük çorak arpa ve darı tarlası. Dermansız ayaklarım kesiliyor ve beni oraya, saklı döşeğime çekiyorlar: güneş gözlerimden kaybolacak. Ben de gecemin karanlığında eriyip gideceğim.
Küçük, verimsiz arpa ve darı tarlasında adımlıyorum Sükûnet ve rahatlık. Hayır, öyle değil işte iki göz; siyah böğürtlen! Ve yine, her taraf çilek. Ah, gökyüzü gülümsüyor, dilim damağımda, ağzım tatlımsı, bayılıyorum. Yürüyorum; olgunlaşmış başaklar alnıma çarpıyor.
–Dur!
Tarlanın çökmüş sınırında, iki kafa görünüyor. Yaklaşıyorum: orakçı kadın ve erkek. Sarhoş gibi güçsüz kuvvetsiz kalmış, orak biçmişler. Bitkin, ter kan içinde kalıncaya kadar. Güneşin altında istirahat ediyorlar. Sarhoş güçsüzlüğü ile bana bakıyorlar, dermansız, suçlular gibi.
Rüzgâr esiyor. Uzaklardaki iş dünyasında gökyüzü gezinti yapıyor. Genç vücutların altında tarlanın sınırı hafifçe çökmüş: altlarında çilekler, içlerinde çilekler-çilek…
Dalgalanıyor küçük arpa ve darı tarlası. Gördüğüm manzara beni uzaklara sürüklüyor.. Ağzımda tatlımsı bir acı. Üzerimdeki gökyüzü gülümsüyor; eriyip gidiyorum gecemin içinde.
………………………………………………………...........
Etrafımdaki gün söndü, ama kalbimdeki gün parlıyor. Senin gözlerinde onun yansımasını gördüm.
Hey, bebeğim, yeni günü ve onun içinde senin gibi güzel olmayı hayal ettim. Görmeme izin ver! Tan yerinin ergüvani rengi bizi örtecektir. Beni korku ve de utanç saracak. Kalbimdeki sevinci dehşet donduracaktır. Sen uyanmadan önce dudaklarına dudaklarımı dokunduracağım. Korkumu sezmemen için.
Ve benim utancım…
Hey, bebeğim görmeme izin ver. En büyük isteğim bu olacak, yani bana vereceğin umut! . Çünkü ben senin kadar güzel değilim… Gücüm tükeniyor, kalbim kuruyor. Güzel işler senin kadar güzel değildir. Sensiz olamıyorum, çünkü yalnız seninle senin kadar güzel olabiliyorum.
Bebeğim, seni görmeme izin ver! Çünkü ben artık bir hayale daldım. İnzivaya çekilen kalbimin bütün gücü ile istiyorum, arıyorum ve senin gibi güzel olacağıma inanıyorum.
Senin gözlerindeki gündüzler benim kalbime aksedecek ve ölümün yüzünü mersin ağacının dalları ile süsleyecekler, çünkü hayat senin gibi güzel olacaktır.
………………………………………………………...........
Törensel bir sukûnet. Uçsuz bucaksız bir bahçedeyim. Çiçekli tarlalar arasında uzayıp giden patikalar. Onlar gözlerimi kamaştırıyordu. Fıskiyelerin püskürdüğü sularda yıldızlar oynaşıyordu.
Ve o gün aramıza geldi, yaşayanlar ve ölüler için en korkuncu. Gökyüzü başımızın üzerinde yarıldı. Yaşayanların ve ölülerin üzerine ateş ve kurşun yağdı. Ayaklarımızın altındaki toprak ikiye ayrıldı; bütün toprak! Sayısız kardeş mezarların derin uçurumlarını açığa çıkardı.
Ey, dehşet ayanlığı! Ey, utanç! Bütün neşemizin dayanılmaz