Sıcak Taşlar. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sıcak Taşlar - Анонимный автор страница 8
İhtiyar ayı bir akşamüstü, bal peteklerini yüksek bir ıhlamur ağacının kovuğuna yaptığı bir arı kümesi buldu. Balın güzel kokusuna dayanamayan ayı ailesi ağacın altında yalanmağa başladı; anneleri ise arka ayakları üstüne doğrularak ıhlamur ağacına çıkmayı denedi. Bal peteği yüksekteydi; ağaç ise düzgün ve budaksızdı, anne ayı, kırık tırnakları ve yaşlı vücudunun ağırlığıyla tırmanamayacağını anlayınca niyetinden vazgeçti.
Öfkeyle homurdandı. Ayıcıklardan en oburu ise annesine aldırmadan tırmanmaya çalıştı ve çevik hareketleriyle kolayca ıhlamura çıktı. Annesi kızdı ve pençeleriyle ağacı itip kakarak onu inmeye zorladı. Fakat balın kokusunu alan minik ayı, annesinin ihtarını duymak bile istemiyordu. Pençesini kovuğun içine soktu ve korkunç bir sesle avaz avaz bağırdı. Öfkeli arıların vızıltısı bir anda ormanın akşam sesliğini bozdu.
Arılar kovuktan çıkarak küçük canavara acımasızca saldırdılar. On kadarı ayıcığın küçük burnuna yapıştılar ve ip ince iğnelerini batırdılar. Diğerleri de üşüşerek, büyük tüy kalpağı misali kafasını kapladılar. Ayıcık ağrılarından ulumaya ve kıvranmaya başladı. Aşağıda ise annesi pençeleriyle ıhlamur ağacını itip kakıyor ve ona çabucak ağaçtan inmesini istiyordu. Fakat ayıcık hiçbir şey duymuyor; ulumaya ve çırpınmaya devam ediyordu. Nihayet dallardan yere sıyrıldı.
Bu defa arı ailesi tüm gücüyle ayı ailesine saldırdı. İhtiyar ayı korkmuyordu. Gözlerini korumak için kocaman başını öne eğdi, arıların soktuğu ayıcığı kavradı ve korkunç bir homurtu ile dere doğru koştu. Ayıcığı derenin en derin yerine attı; kardeşini de onun yanına itti. Arkadan da kendisi suya daldı..
Sırtlarına, yüzlerine gözlerine yapışan arılar şimdi su üstünde yüzüyordu. Soğuk su, küçük ayıyı kendine getirdi ve ağrılarını hafifletti. Fakat kafası öylesine ağırlaşmış ve şişmişti ki, gözleri güçlükle fark ediliyordu.
Arıların kovuğa döndüklerini görünce, ayı ailesi de dereden çıktı ve mağaraya doğru yola koyuldu. Yaşlı ayı önde yürüyor ve öfkeli öfkeli mırıldanıyordu. Canı yanan ayıcık da aksayarak ve uluyarak peşinden gidiyordu.
Bir soyka ağaçtan ağaca uçuyor, çığlıklar atıyor ve sanki gülüyordu. Her şeye tanıklık eden ağaçkakan ise şiddetli bir sesle uzun zaman:”Ha,ha, ha, ha, ha haaa!”diye yaygara koparıyordu.
PAVEL VEJİNOV
9 Kasım 1914’te Sofya’da doğdu. Yine doğduğu kentte yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Septemvri ve Plamık gibi ülkenin en itibarlı dergilerinde redaktör olarak çalıştı. Bir süre de, edebiyatta ve sanatta kuram konularını işleyen “Sıvremennik” adlı derginin Genel Yayın Müdürü görevini yürüttü. 1970’li yıllarda Bulgar Sinematografya Genel Müdür Yardımcısı ve kurum nezdindeki sanat konseyinin başkanlığını yaptı.
Fevkalâde hikâyeleri ve romanlarıyla Bulgar edebiyatının usta yazarları arasında yer aldı. Birçok eseri sinemaya aktarıldı. Bulgar bilim – kurgu edebiyatının da temellerini atan yazarın “Zvezdite Nad Nas“ (Üstümüzdeki Yıldızlar), “Vtora Rota” (İkinci Tabur), “Noştem s Belite Kone” (Beyaz Atlarla Gece Yolculuğu), “Sinite Peperudi” (Mavi Kelebekler) adlı eserleri büyük bir beğeniyle okunmaktadır.1983 yılında vefat eden Pavel Vejinov’un yapıtları Rusça, İngilizce, Çekçe, Macarca gibi birçok yabancı dile çevrilmiştir. Filmleştirilmiş eserleri de bulunmaktadır.
ŞOSEDE BİR SONBAHAR GÜNÜ
Beyaz iskemlenin arkalığı yoktu, bütün sırtımı uyuşmuş hissediyordum. Bir saatten fazla burada oturuyordum. O ise, daracık yatağında bu zaman zarfında hiç kıpırdamadı. Belki de bunun için çarşafları bu kadar pürüzsüzdü; sanki onların içinde insan yatmıyor, bir ceset yatıyordu. Yorgunca bir sesle:
– Anlamı yok! Bütün bu hikâyede hiçbir anlam yok… diye söylendi.
Ona itiraz etmek istedim, ama kendimde bu gücü bulamadım. Biraz sustu, sonra hiç ilgisizce devam etti:
– Bütün subjektif dediğimiz hayat, esas itibarı ile gerçek dışıdır. Sakin bir gölde bulutların yansıması gibi. Eğer göl dalgalanıp da yansımalar kaybolursa, bu demek değildir ki bulutlar da kaybolmuştur. Onun yüzeyinde vuku bulan her şey anlamsız bir ölümdür…
– Yine de yaşamak lâzım! diyerek anlamsızca cevap verdim.
– Niye?
– Çünkü böylesi doğaldır.
– Tereddütte herhâlde haklısın! dedi ve devam etti. Tabii, fakat… Hiçten varoluyorsun, yaşıyorsun, yeniden hiçe dönüyorsun… Senin düşüncenin gerçekleşmesi bir hedefe ulaşacaksa, o başka bir meseledir…
Ben sustum. Beyaz oda yavaşça karanlığa büründü, uzaklardan bir uğultu duyuldu… Yalnız onun yüzü, hep öyle beyaz, yanakları temiz, pürüzsüzce traşlı, göz kapakları karıncalaşmış titreyerek donup kaldı. Pencereye bakarak, sessizce:
– Fırtına geliyor, gitmen gerek… dedi.
– Yok bir şey! dedim. Arabaylayım.
– Hayır, hayır sen git! Yol kayganlaşacak, yolculuk tehlikeli olur…
Hakikaten burada daha fazla kalmanın hiçbir anlamı yoktu. Kalktım ve cesaretle elimi uzattım; gülümsedi ama elini uzatmadı.
–Git,sen git!…, dedi.
Doktor Veselinov, muayenesinde röntgen filmlerinin üzerine eğilmiş inceliyordu. Elindeki film anlayamadığım bir şekilde bana çok uzaklarda karanlık içinde dağılmış bir galaksiyi andırıyordu.
– İlerleme var mı? diye sordu.
– Tereddütle: Başını kaldırmadan var diye düşünüyordum! diye cevap verdim.
– Velhasıl onu ikna etmeniz lâzım dedi. Cerrahi müdahale olmadan hayatını garanti edemem…
– Evet, biliyorum! dedim.
Ancak bundan sonra o biraz doğruldu ve acayip zeytin renkli gözleri ile bana baktı.
Hasta kokuları ve endişe ile ağırlaşan yüreğimle dışarı çıktım.
Daha önce dikkatimi çekmediği geçidin üstünde hakikaten kara yağmur bulutları dolaşıyordu. Betonla kaplı avlunun içinde arabamı toz duman sarıyor. Kısa, sert rüzgâr dans ediyordu. Tam yola çıktığım sırada kurşun gibi kocaman ve iri damlalar düşmeye başladı. Lâstiklerimin aşınmış oldukları o zaman aklıma geldi. Bu ağır konuşmanın ardından kendimi zayıf ve ezik hissediyordum, ama yine de telaşlı değildim. Arabayı geri çektim ve yavaşça sürerek yokuşu tırmanmaya