Sıcak Taşlar. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sıcak Taşlar - Анонимный автор страница 9
En sonunda fırtına biraz diner gibi oldu. Yine de rüzgârla gelen, bulanık ve hafif kurşuni yağmur yağmaya devam ediyordu. Motoru yine çalıştırdım.
Herhâlde uzaklarda, batıda koyu bulutların içinde küçücük bir pencere açılmıştı ki, asfalt pembeleşmişti. Motoru çalıştırarak yokuşu tırmanmaya başladım. Pembeleşme daha da belirginleşti, dağın eteklerindeki akçaağaç ormanları kırmızımsıya bürünüyordu.
İki kilometre yol ya aldım ya da almadım, gözüme uzaklarda bir insan göründü. Tek başına yolun solunda yürüyordu. Arkasından gördüğüm kadarıyla yaşlı bir adama benziyordu. Sıska endamlı ve omuzları sarkıktı. Cılız boynunda yaşlı bir öküzün arabayı bir tarafa çeken gerginliği hissediliyordu. Daha fazla yaklaştığımda üzerinde eski, kaba bir pantolon ve çadır bezinden dikilmiş bir parka olduğunu gördüm. Onu geçmiştim ki, gayriihtiyari bir şekilde durdum. Ani fren yaptığımdan arabanın hafifçe kaydığını hissettim, fakat yine de umursamadım. Kapıyı açıp arkamda yürüyen ihtiyara baktım. Oysa pek de yaşlı değilmiş. Yüzü zayıf, derin kırışıklı,kaba, ve her mevsim bu ormanlarda dolaşarak mantar toplayan ihtiyarlara benziyordu. Adam hafifçe bana baktı, onun için durmadığımı düşünerek yoluna devam etti.
– Binebilirsiniz! dedim…
– Çamurlu ayakkabılarına üzgün üzgün bakarak:
– Kirletirim…
– Yok bir şey, binin…
Adam tereddütle arabaya yaklaştı. Döndüm ve arka kapıyı açtım. Yavaşça:
– Teşekkür ederim, dedi ve arka koltuğa oturdu.
– Mantarları arabada unutacağından korktuğundan mıdır ne, sırt çantasını indirmediği dikkatimi çekmişti. Belki de arabaya hiç binmemiş ve böyle bir alışkanlık edinmemiş de olabilirdi.
– Lâf olsun diye nereye gittiğini sordum.
– Fark etmez! diye cevap verdi. Rüzgârın götürdüğü yere…
Bu kelimeler basitti, ama sesi beni şaşırttı. Böyle işlek ve kültürlü sesin en az eski bir lise öğretmenine ait olması gerekirdi. Ona kısaca yolculuğumun Vlado Triçkov’a kadar olacağını söyledim.
– Evet, biliyorum, dedi. Sizin orada yazlığınız var…
– Afedersiniz, acaba tanışıyor muyuz?… Ben simaları pek belleyemem de!
– Yoo, hayır! Siz beni hiç görmemişsinizdir. Fakat ben sizi bir defa pompalı tüfeğinizle gördüm…
Bu hoşuma gitmedi. Hakikaten iki yıl önce oğlum için böyle bir tüfek satın almıştım. Etraftaki bütün serçe kuşlarını temizlemeden içim rahat etmedi. Bu hatıranın yükünü üzerimde hissediyordum. Ne kadar zaman geçse de kendimi baskı altında hissediyordum. Gayri memnun bir tavırla:
– Evet, doğru! O zamanlar beni bir delilik tutmuştu.
Yol arkadaşım sakince bir sesle:
– Galiba ihtiras insanları en son terk edecek olan tutku olacaktır, dedi.
– Hangi ihtiras?
– Şu öldürme tutkusu…
–Buna cinayet demek biraz fazlaya kaçmıyor mu? Esas itibariyle bu bir avlanmaktır.
– Evet, avlanmak! diyerek kabul etti. Fakat ekledi: Sonuçta canlı bir varlık yok oluyor…
Döndüm ve ona baktım. Daha fazla kederli ve hüzünlü görünüyordu. Gözleri anlamsızca camdan dışarı bakıyordu.
– Siz vejeteryansınız galiba? diye ahmakça soruverdim.
– Değilim. Seneler önce atlar her şeyimizdi. Memleket atlarla doluydu. Şimdi onları traktörlerle değiştirdik… Bundan atlar ne kazandı. Tabii ki hiçbir şey… Belki de gelecekte atları sadece hayvanat bahçelerinde göreceğiz. diye cevap verdi.
Üzülerek:
– Galiba öyle olacak! dedim.
– Hakikaten acıklı bir durum… Tabiattaki iyi bir şeyi tanımlamak zor bir olaydır… Böyle basit bir insandan bu gibi kelimeler duymayı beklemezdim. Bu civarda oturduğunu sanarak mekânını sordum.
– Tanımadığım bu adam :
– Pek yakında değil,diye cevap verdi.
– Bana öyle geldi ki, sanki yakınlardaki bir evden çıkıp geldiniz.
– O oo, hayır! Niye öyle sandınız ki?
– Çünkü karşılaştığımızda üzerinizdeki elbiseler hemen hemen kupkuruydular.
Yarı şaka ile:
– Evet, tamamen unutmuşum. Siz cinayetli olaylarla da ilgileniyorsunuz, dedi.
Söyledikleri beni şaşırtmıştı. Arkaya dönüp yüzüne baktım. O an bana öyle geldi ki, sanki böyle sakin ve keskin bakış şimdiye kadar görmemiştim. Birdenbire gözlerinde bir ürperti sezinledim.
– Dikkat edin! diye bağırdı.
Sesinde korku yoktu , ben de hiç irkilmedim. Ancak biraz sonra arabanın kaydığını hissettim. Hemen önüme dönüverdim. Virajlarda kaybolan uzun ve epey dik yokuştan henüz iniyordum. Şimdi araba hiç kontrolsüz var gücüyle aşağıya doğru uçuyordu. Hiç kımıldayamadım. Daha önce de böyle donakalmış anlar başıma gelmişti. Direksiyonun arkasında duruyordum ve kendimde değildim: Korku, düşünce, önsezi-bende hiçbir şey yoktu. Fakat arabanın yoldan çıktığını ve uçuruma yuvarlandığını anlamıştım. Korkunç darbeyi beklerken, gözlerimi dahi kapatamadığımı hatırlıyorum. Arabam önünü yukarı doğru kaldırdı ve kuş gibi uçurumun üzerinden süzülüverdi. Ben yalnız direksiyonu tutuyordum, araba hafifçe döndü, şose tarafına doğruldu, yavaşça, hiç hissedilmeden lâstikler yolun asfaltına yapışıverdiler. Bir an hareketsizce donakaldım. İlk düşüncem elbette rüya gördüğümü sandım. Yok. Bu hiçbir şekilde rüyaya benzemiyordu. Ben her şeyi hatırlıyordum. Kirlenen asfaltı, dökülen yaprakları, yarılmış yamaçlardan akan suları görüyordum. Telefon tellerine konan kuşları da gördüm, boğazdan geçen trenin uzaklardan gelen düdüğünün sesini de duydum. Fakat her şeyden daha çok belirgin olarak uçurumu ve sağ tarafımda bulanık akan nehrin sularını görüyordum. Rüya gördüğümü sandım; belki de halüsinasyondu?
O an arkamdaki