Hüzün Geçti Kapımdan. Keziban Gülcan Kaya

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hüzün Geçti Kapımdan - Keziban Gülcan Kaya страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hüzün Geçti Kapımdan - Keziban Gülcan Kaya

Скачать книгу

teyzem geldi. Bir koşu gidip alıp gelebilirdim ve hiç zaman kaybetmeden de derslerime girebilirdim. Bu iyi fikirdi. Sırtımda çantamla koşmaya başladım. Teyzemin evinin her zaman kapalı duran bahçe kapısı açıktı. Hızla girdim bahçeye. Bir yandan da bağırıyordum. “teyze! Teyze!” Aynı hızla üst katın merdivenlerini çıkmaya başlamıştım ki merdivenlerin başına gelen teyzemin;

      “Orada kal sakın yukarı çıkma” diyen gür sesiyle olduğum yerde kaldım.

      “Ne var ne istiyorsun?” diye sordu teyzem. Ne diyeceğimi bilemeden orada öylece duruyordum.

      “Söylesene çocuk, çamurlu ayaklarınla ortalığı kirletmeye mi geldin?” dedi. Ben susuyordum. Yüreğim ve gözlerim dolmuştu. Dokunsalar ağlayacaktım.

      Teyzem annem gibi değildi işte. Her başı sıkışanın sığınacağı bir liman, başını yaslayacağı bir omuz değildi. Hiçbir şey söylemeden döndüm. Teyzem arkamdan söylenmeye devam etti. Ne söylediğinin önemi yoktu. O gün anladım ki teyzem için evinin beyaz mermerlerinin çamur olması benim kalbimin kırılmasından daha önemliydi.

      Okula gidemezdim. Param yoktu. En iyisi eve gidip her şeyi anneme anlatmaktı. Yol boyunca ağladım. İçimden teyzeme çok kızdım. İyi ki çocuğu yok dedim. Olsaydı eğer onu da hiç sevmezdi. Zavallı çocuk bu koca evde teyzemin kurallarıyla sıkılırdı eminim. Ve teyzem annem gibi, “kara gözlüm” diye sevmezdi çocuğunu. İyi ki de dünyaya gelmemişti o çocuk. Bir daha teyzemin evine gitmeyeceğime yemin ettim, o gün.

      Kızgınlıkla ne kadar hızlı yürüdüğümün farkında değildim. Kendimi bizim sokağın başında buldum ve annemi de karşımda. “Kim ağlatmış benim kara gözlümü?” dedi. Omzumdan düşen çantama aldırmadan anneme koştum. Başımı sıcacık göğsüne yasladım ve içimi çeke çeke ağladım. Annem bir yandan başımı okşuyor, bir yandan sıcacık eliyle gözyaşlarımı siliyor, bir yandan da ne olduğunu merak ediyordu. Burnumu çekiştirerek okula para götürmeyi unuttuğumu söyledim. Annem,

      “Bunun için dövdüler mi yoksa?” dedi. “Hayır” dedim.

      “Öyleyse niçin ağlıyorsun?” dedi. “Hiç” dedim.

      Annem elimden tuttu. Birlikte eve geldik. “İstersen okula gitme bugün.” dedi. Gidecek halim yoktu. Annemin verdiği aidat parasını bir daha unutmayım diye hemen çantama koydum.

      Odaya geçtiğimde babaannemin kanepede uyuduğunu gördüm. Elindeki tespih yanına düşmüştü. Ona sokuldum. Başımı dizlerine koydum ve hayatımın en huzurlu öğlen uykusunu babaannemin dizlerinde uyudum. Uyumadan önce beyaz büyük evin bizim olduğunu, teyzemin de o evin hizmetçisi olduğunu hayal ettim.

      Annem uyandığımı fark etmemişti. Sofada babaannemle konuşuyorlardı. “Böyle ederek herkesi soğuttu kendinden. Gör bak yarın kocası da terk eder bunu.” diyordu. Teyzemden bahsediyordu. Babaannem sadece dinliyordu. O hep iyi bir dinleyiciydi zaten.

      “Canım ne olur, evin kirlenirse temizlenir, bir çocuğun kalbini kırmaya değer mi” dediğinde anladım ki annem, niçin ağladığımı öğrenmişti. Kalktım. Yanlarına gittim. Geldiğimi gören annem,

      “Kalktın mı benim kara gözlüm” dedi. Kucağını açtı. Ben de tüm şımarıklığımla koştum kucağına. Artık on yaşımdaydım ve kucağa yakışmıyordum ama bugün kırılan kalbimin tek çaresi annemin kucağıydı.

      Annem, “Teyzen mi üzdü seni?” dedi. Başımı salladım. Nereden bildiğini soran gözlerle baktım ona. Pazarda karşılaştık dedi. Annem, onun huyunun böyle olduğunu, herkese aynı davrandığını, canımı sıkmamamı söyledi. Bir daha da gitme, dedi. Zaten gitmeyecektim, hem de hiç.

      Teyzemi iki aydır görmüyordum. Bir sabah annemin telaşlı sesiyle uyandım. Babaanneme sesleniyordu, bizimle ilgilenmesini, yemeğimizi yedirip okula göndermesini istiyordu. Babaannem, merak etmemesini söyledi. Uyanmıştım ama anneme sormaya yetişemedim. O gittikten sonra, babaannemden öğrendim, teyzemin evinin merdivenlerinden düştüğünü. İlk olarak “ayağı mı kırılmış” diye sordum. Babaannem bilmiyordu.

      Teyzemin yalnızca ayağı kırılmamıştı. Boynunun üstüne düşmüş ve omuriliği zedelenmişti. Şehir hastanesinde yaklaşık bir ay yattı. Evine döndüğü gün hepimiz kapıda karşıladık onu. Kardeşlerim, babam ve ben. Annem zaten hep yanındaydı. Teyzem bir daha hiç yürüyemedi. Tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu. Üst kata da bir daha hiç çıkamadı. Bizim üst kata çıkmamıza ise, izin veriyordu. Ancak ne üst kat ne de bu büyük bahçe artık bize hoş görünmüyordu. Hayallerimizi süsleyen bu beyaz evin de bizim için hiçbir anlamı kalmamıştı.

(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi 24.03.2012)

      BİTMEYEN SAVAŞ

      -Anne ben geldim.

      –İyi ya dedi önce annesi, sonra yemek yapmakta olduğu mutfak kapısından başını uzatarak,

      –Bush sana bir emanet verecekti, verdi mi?

      –Hayır anne!

      –Doğru söyle.

      –Doğru söylüyorum anne, verse getirmez miyim.

      –Haa, unuttu o zaman belki yarın verir.

      –Belki

      Gülümsedi annesine X.

      –Ben banyoya geçiyorum. Sen sofrayı hazırlayana kadar çıkarım.

      –İyi ya, ha bana bak banyoyu çok ıslatma sonra bana kızıyor Habibe Teyzen.

      Bu Habibe Teyze de kim diye düşündü X . Üzerinde durmadı. Annesinin yeni kahramanlarından biri olmalıydı. Önce odasına gitti. Üzerindeki ağırlıklardan kurtuldu. Pantolonunu çıkartıp rahat bir eşofman giydi. Banyoya geçti. Annesi banyo kapısının önüne geldi, konuşmaya başladı.

      –Bana bak, Bush bana ne dedi biliyor musun. Saddam’ı ancak sen düşürebilirsin, emrine vereceğim askerlerle git Bağdat’ı bombala, dedi.

      –…………

      –Sana vereceği çantada da savaş planımız vardı. Bugün elime geçmezse oturup kendim bir savaş planı hazırlayacağım.

      –Yarını bekle anne…

      Yüzüne iki avuç su serpti X, aynaya baktı. Acı bir tebessüm geldi geçti yüzünden. Annesi dışarıda konuşmaya devam ediyordu.

      Annesi hâlâ birinci Irak Savaşı yıllarındaydı. Hâlâ Irak’ta Saddam Hüseyini, Amerika’da da baba George Bushu başkan zannediyordu. Bu tarih, babasının ölümünden iki yıl sonra, annesinin hastalığının iyice ortaya çıkmaya başladığı tarihti. Kendisi ise daha on yaşına yeni girmişti. Ağabeyi lise son sınıftaydı.

      Ne güzel bir aileydiler bir zamanlar. Babası gözü pek bir komiser, annesi nüfus müdürlüğünde çalışan güzel bir memurdu. Ağabeyi ile kendisinin bütün istekleri yerine getiriliyor, bir dedikleri iki edilmiyordu. Bazen annesi, babasına; “Çok mu şımartıyoruz bu çocukları” diye itiraz edecek olsa da, babaları “Bırak şımarsınlar, ben baba günü

Скачать книгу