Karakalpak Halk Masalları. Анонимный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Karakalpak Halk Masalları - Анонимный автор страница 19

Жанр:
Серия:
Издательство:
Karakalpak Halk Masalları - Анонимный автор

Скачать книгу

yılları kovalamış. İhtiyarın çocukları yetişip büluğa ermişler. Bir gün ihtiyar adam çocuklarını etrafına toplamış:

      – Çocuklarım, bu zamana kadar ben sizlere baktım. Besleyip büyüttüm. Artık ben yaşlandım. Ölüm günüm yaklaştı. Bundan sonra sizler kazanıp bana bakın. Ben bir gün öleceğim. Babadan kalan mal çocuğuna mülk olmaz. Çalışıp kendi alın terlerinizle kazanın, demiş. Çocuklar da babalarının dediğini yapmak için bir gece vakti başka bir yere gidip iş bulup çalışmayı düşünmüşler. Sabah tan atarken atlarına binip silahlarını kuşanıp yola revan olmuşlar. Çocuklar gün boyu yol gitmişler. Akşam olup güneş batarken yolları büyük bir ormana çıkmış. Ormana geldiklerinde güneş de batmış. Çocuklardan en büyüğü:

      – Kardeşlerim, artık akşam oldu. Hava kararmaya başladı. Gece burada yatıp sabah yolumuza devam ederiz, demiş. Kardeşleri de uygun görmüş. Atlarından inip yerleşmeye başlamışlar. Bir yandan da: “Bu orman tehlikeli bir yere benziyor. Yırtıcı hayvanların sesleri geliyor. Bu nedenle güvenliğimiz için üçümüz sırayla nöbet tutalım.” demişler. İlk nöbeti en büyük ağabeyleri tutmaya başlamış. İki kardeşi yatar yatmaz uykuya dalmışlar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ormanın batı tarafından büyük bir kaplan kükreyerek dosdoğru onların yanına doğru gelmeye başlamış. Nöbet tutan ağabeyleri kaplanı görünce “Kardeşlerim uyanıp kaplanı görürlerse korkarlar. En iyisi kaplanı peşime takıp uzaklaşayım. Kaplan bana yetiştiğinde kılıçla başını kesip öldürürüm.” diye düşünerek kaçmaya başlamış. Kaplan da hışımla arkasından kovalamış. Kaplan tam yaklaşırken kılıçla kaplanı ikiye ayırmış. Kaplan yere yığılmış. Kaplanın öldüğünü görünce işaret olsun diye kaplanın arka tarafından bir parça deri kesip karnına bağlamış. Kardeşlerinin yanına gelmiş ve nöbet sırası gelen ortanca kardeşini uyandırmış. Kendisi de uyumuş. Aradan çok vakit geçmeden ormanın doğu tarafından büyük bir ejderha tıslayarak gelmeye başlamış. Nöbetteki ortanca kardeşleri, “Eğer ben burada beklersem ejderha üçümüzü de yutar. En iyisi ona doğru koşayım.” diye düşünmüş ve koşmaya başlamış. Bunu gören ejderha bütün gücüyle havayı içine çekmiş ve çocuğu yutacakken o sırada ortanca kardeş bütün gücüyle nefesini içine çeken ejderhayı kılıç darbesiyle ortadan ikiye ayırmış. Delikanlı da işaret olsun diye ejderhanın derisinden bir parça kesmiş. Belli olmayacak şekilde karnına bağlamış ve kardeşlerinin yanına geri gelmiş. Nöbet tutması için küçük kardeşini uyandırıp kendisi derin bir uykuya dalmış. O da bir süre nöbet tutup tan atmak üzereyken esen nisan rüzgârıyla kımıldayan otlara bakarak düşünüyormuş. O sırada gece boyu yanıp duran ateş sönmüş. Ateşi tekrar yakmak istese de ateş bir türlü yanmamış. “En iyisi etrafa bir göz atayım. Yakınlarda yanan bir ateş bulursam tezek yakıp getireyim.” diye düşünmüş. Ata binip etrafı kolaçan etmiş. Derken uzaklarda parıldayan ateşe benzer bir şey görmüş. O ateşe doğru atını koşturtup yanına vardığında büyük bir mağarada sohbet eden kırk yiğit görmüş. Hemen attan inip atını bağlamış. Kılıcını yanına alarak onların yanına gidip selam vermiş. Yiğitlerin bir anda korkudan yürekleri ağızlarına gelmiş. Sonra ona yer göstermişler. İçlerinde yaşça büyük olanı niçin geldiğini sormuş:

      – Sizleri duyalı bir hayli zaman oldu. Eğer bulabilirsem atlarına bakıp hizmet ederim diye sizleri aramaya koyuldum Beş altı günden beri de arıyorum Şimdi burada buldum, demiş. Aralarında yaşça büyük olanı:

      – En iyisi bu delikanlıya zarar vermeyelim, yanımıza alalım, diyerek diğerlerine bakmış. Hepsi uygun görmüş ve ateş almaya gelen delikanlıyı aralarına katmışlar. Kırk yiğit daha sonra sohbete kaldıkları yerden devam etmişler. Aralarından birisi:

      – Ah delikanlı, bir çaresini bulup bu bölgedeki Tıs-mat adlı zengin adamın mallarını alamaz mıyız? Hiçbirimiz bunun bir yolunu bulamadık, demiş. Delikanlı, bunun üzerine:

      – Ben onun yolunu biliyorum. Sizler şimdi atlarınıza binip beni takip edin. Ben sizi doğru onun sarayına götürüp hepinizi tek tek içeri sokacağım, demiş. Hepsini peşine takıp zengin adamın sarayına gelmişler. Delikanlı o saraya girecek bir delik biliyormuş. O delikten içeri girdikten az sonra:

      – Ben sarayın her yerini dolaştım, herkes derin uykuda. Haydi, tek tek içeri girin, demiş delikanlı. Kılıcını da eline alıp beklemeye başlamış. Çocuğun gözünü hırs bürümüş. Her şeyden habersiz olan devler teker teker içeri girdikçe delikanlı, kellelerini kılıçla koparmış gövdelerini kimseye göstermeden bir kenara toplamış. Kırk haydutun kırkını da öldürmüş ve kendisi sarayın içinde dolaşmaya başlamış. Delikanlı dolaşırken yüzleri ay gibi parlayan bakmaya doyulmayan tüyden tapaılmış yatakların üstünde yatan zengin adamın üç kızını görmüş. Delikanlı, ilk önce en büyüğünün küpesini alıp sen büyük ağabeyimin olacaksın, ortancasının kolyesini alıp sen ortanca ağabeyimin olacaksın, en küçüğünün yanına gidip parmağındaki altın yüzüğünü alıp sen benim olacaksın, demiş ve sonra ağabeylerinin yanına gitmiş. Sabah onları uykularından uyandırmış ve bu üç kızın ülkesine doğru yola çıkmışlar.

      Sonrasını kızların babasından dinleyelim. Zengin adam sabah erken kalkıp sarayına geldiğinde yerde kelleleri ve üst üste yığılmış gövdeleri görünce korkudan ödü kopmuş. Soruşturduğunda bunların ülkeyi soyup soğana çeviren kırk haydut olduğunu öğrenmiş. Bunları hangi kahraman öldürdü acaba diyerek sevinçle evine koşarak gelmiş. Durumu halka haber etmek için “Haydutları öldüren ortaya çıkarsa onun her dileğini yerine getireceğim.” diye ilan verdirmiş. O sırada üç kardeş zengin adamın evinin yanındaki bir evde oturup geçen gece başlarından geçen olayları birbirlerine anlatmışlar. İşaret olsun diye yanlarına aldıklarını da birbirlerine göstermişler. Sohbet eden kardeşlerin konuştuklarını zenginin adamın hizmetçileri duymuşlar. Hemen zengin adamın yanına gidip durumu anlatarak müjde istemişler. Zengin adam hemen üç kardeşin yanına varmış. Onlara:

      – Sizler gerçek kahramanlarsınız. Ne dilerseniz her dileğinizi yerine getireceğim, demiş ve onları evine götürmüş. Yiğitlerin dileği üzerine üç kızını bu üç delikanlıya vermiş. Onlara mal mülk ve değerli hediyeler vererek ülkelerine göndermiş. Üç kardeş ülkelerine gidip düğün yapmışlar ve muratlarına ermişler.

      ASAN GENJE

      Çok eskiden bir padişah varmış. Bu padişahın üç oğlu varmış. Büyüğünün adı Esen, ortancasının adı Üsen, en küçüğünün adı da Asan Genje’ymiş. Padişahın çocukları büyümüşler büluğa ermişler. Padişah, çocuklarının yanına adm vererek büyüğünü kuş avlamaya, ortancasını halktan vergi toplamaya, küçüğünü de hayvanları gütmeye gönderiyormuş. Padişah kendi kendine “Çocuklarım büyüdü, artık bunları evlendirsem. Üç kızı olan bir padişahla dünür olsam.” diyormuş. Padişah bir gün yanına vezirini alarak başka ülkelerdeki padişahların kızlarına bakmaya gitmiş. Padişahın arzuladığı gibi olmamış. Bazı padişahların iki kızı varmış, bazılarının üç kızı varmış ama biri ölmüş. Her gittiği yerde durum aynıymış. İstediğini bulamayan padişah üzüntüyle dönerken önüne yaşlı bir kadın çıkmış:

      – Evladım, bizim eve buyurup bir şeyler yiyin, demiş. Padişah çok şaşırmış. Yoldan geçen tanımadığı inasanları niçin evine davet ediyor acaba diye düşünmüş.

      – Haydi, gidelim,

Скачать книгу