Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik. Cemile Kınacı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik - Cemile Kınacı страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik - Cemile Kınacı

Скачать книгу

gerçekleştirilmesi için birbirini destekleyici yönde hareket eden, karşılıklı olarak birbirine bağımlı iki ve ikiden fazla bireyden oluşan birlikteliktir.” (Hogg 1997: 7) şeklinde tanımlanabilir. Bireyler kendilerini konumlandırırken bu grupla özdeşleşirler. Bir kişinin ya da grubun özdeşliği, büyük bir ölçüde, sayelerinde kişinin ya da grubun kendisini tanıdığı değerlerle, ideallerle, modellerle ve kahramanlarla bu özdeşleşmelerden kurulur. Kendini “… sayesinde” tanıma, kendini “… olarak” tanımaya katkıda bulunur (Ricoeur 2010: 163). Bu özdeşleşme sonunda bireylerin sosyal kimlikleri oluşur. Birey üyesi olduğu grubun konumunu benzeri diğer gruplarla yaptığı sosyal karşılaştırma ile belirler. Yani birey üyesi olduğu içgrubu dışgrup ile karşılaştırır. Minimal grup paradigması olarak adlandırılan klasik paradigmada ise katılımcılar, birey olarak tanılanır ya da rastgele veya önemsiz bir ölçüt kullanılarak, grup üyeleri diye açıkça kategorize edilir. İnsanlar kategorize edildiğinde ayırt edici özellikleri önemli ölçüde artar ve bir gruba ait olma duygusunun ve grup değerlerine uymanın göstergesi olan bir dizi davranış, tutum ve duygu sergiler. Bu oldukça sağlam bir bulgudur (Hogg ve Vaughan 2007: 151). Birey üyesi olduğu içgrup ile dışgrup arasında sosyal karşılaştırma yaparken kendi üyesi olduğu gruba karşı yanlı davranır. Üyesi olduğu içgruba karşı kayırmacı bir tutum sergiler ve dış grubu küçümseyerek daima kendinden aşağı görme eğilimi gösterir. Bireyin içgruba karşı sergilediği bu yanlılık iç grup kayırmacılığı adını alır. Birey içgrup kayırmacılığı ile “öteki”nin değerini düşürerek kendi kimliğini korumayı amaçlar (Connolly 1995: 67).

      İnsanlar birey olarak değil de toplumsal bir grubun üyesi olarak algılandıkları zaman sosyal sınıflandırma devreye girer. Sosyal sınıflandırmada cinsiyet, yaş, etnik özellikler, din, temel paradigmalardır. İki ve daha çok kişi bir grup olarak değerlendirildiğinde artık diğer gruplardan farklı kabul edilir (Bilgin 1995: 21; Tajfel ve Forgas 1981; Demirtaş 2004: 33-53). İnsanlar sosyal sınıflandırma süreciyle içinde yaşadıkları dünyayı birçok farklı sosyal gruba bölerler. Bu sosyal gruplara ilişkin bilgilerini, inançlarını ve beklentilerini içeren bilişsel bir yapı geliştirirler. Bu bilişsel yapı da kalıpyargı (stereotip) adını alır (Demirtaş 2003: 133).

      İnsanlar sosyal sınıflandırma sonucunda kendi gruplarını diğer gruplarla karşılaştırırlar ve bu sosyal karşılaştırma sonucunda kendi gruplarının lehine bir tutum, yani içgrup kayırmacılığı gösterirler. İçgrup kayırmacılığı ise etnosantrizme yol açabilir. Etnosantrizm, bireyin kendi grubunu merkeze koyarak, diğer tüm grupları bu içgrubu temel alarak değerlendirmesidir. Lévi-Strauss da herkesin kendini, diğerlerinden farklı özgül bir bireysellik olarak sunduğuna işaret eder. Ona göre, her kültürün özgün bir yapısı vardır ve bu kültüre bağlı bireyler kendilerini tek hakiki ve yaşanmaya değer kültür olarak görürler; diğer kültürleri görmezden gelir, hatta onların kültürlerini inkâr bile ederler (Lévi-Strauss 1997: 70). Etnosantrizm her çağda ve her toplumda varolan bir olgudur. Sağlam psikolojik temelleri vardır. Her yerde ve her çağda, her kültür insanlığın özünü kendisinin canlandırdığını iddia etmiş ve diğer halkları aşağılamıştır (Bilgin 1999: 62). Sosyal kimlik kuramı bu bağlamda “biz” ve “onlar” arasındaki karşılaştırmayı ele alır ve gruplar arası bir yaklaşımı benimser. Ancak içgrup ve dışgrup arasında yapılan ayrım, içgrup kayırmacılığını ortaya çıkarır ve “öteki”ne karşı katı ve kalıcı kalıpyargıların oluşmasına neden olabilir. Bu durumda dışgruba karşı olumsuz algıların oluşmasının yanı sıra, dış gruba düşmanlık beslenmesi ve daha da ileri boyutta gruplar arası çatışmaların ortaya çıkması söz konusu olabilir. Bireylerin gruplarıyla bağları ne kadar güçlüyse sosyal kimliğe olan bağları da o kadar güçlüdür (Bilgin 1999: 86). Bireyin grubuyla güçlü bir özdeşleşme kurması “ötekine” karşı katı kalıpyargıların oluşmasına neden olurken, özdeşleşmenin yoğun olmadığı durumlarda bireylerin daha nesnel bir tutum sergiledikleri görülür.

      Tajfel ve Turner insanların olumlu bir sosyal kimlik elde etmeye çalıştıklarını varsayar. Sosyal kimliğin değeri ait oldukları grubun değerlendirmelerine bağlıdır. Bir grubun sosyal prestijini belirlemek için o grubun sosyal çevre içerisindeki başka bir grupla karşılaştırılması gerekir. Gruplar arasında yapılan bu karşılaştırma kendi grubunun lehine olduğunda grubun prestiji yükselir ve grup üyeliği olumlu bir sosyal kimliğin kazanılmasına araç olur. Aksi hâlde, gruplar arası karşılaştırma kendi grubunun aleyhinde olduğunda bu durum grubun prestijini düşürür ve grup üyelerinin benlik imajlarını tehlikeye sokar. Bu nedenlerle grup üyeleri her zaman kendi gruplarını diğer gruplara göre olumlu bir şekilde ayırt etme eğilimi gösterirler (Meşe 1999: 23). Ancak bazı durumlarda olumsuz sosyal kimlik oluşumuna neden olan karşılaştırmalar da yapılabilir. Bu durumda birey olumlu sosyal kimlik gereksinimini karşılayacak bir grup arayışına girer ve üyesi olduğu olumsuz sosyal kimliği terk etme yolunu seçer. Ancak bazen birey grubundan hoşnut olmadığı hâlde grubunu terk edemeyebilir, bu durumda ya grubuna dair yorumunu değiştirir ya da grubunu olduğu gibi kabullenme yolunu seçer (Demirtaş 2003: 140-141).

      Sosyal kimlik kuramı bireysel kimlik ve sosyal kimlik arasında ayrım yaptığı için eleştiriler almıştır. Çünkü sosyal kimlik ve bireysel kimliğin bütünüyle birbirinden ayrılması mümkün görülmemektedir. Bireysel kimliğin sosyal kimliğe tesir edeceği ve sosyal kimliğin de bireysel kimliği geliştireceği görüşünden hareketle, kuram gerçek hayatta uygulanma konusunda eleştiriler almıştır (Hogg ve Vaughan 2007: 140). Ancak kuram eleştiriler almasına rağmen, kimlik çalışmalarında ilgi görmekte ve yeni çalışmalarda da esas alınmaktadır. Kuram özellikle, gruplar arası ilişkiler bağlamında değerlendirilen kalıpyargılar (stereotipler) ve önyargılar konusunda yapılan pek çok çalışmada da tercih edilmektedir.

      Kalıpyargılar (Stereotipler)

      Stereotip terimini ilk kullanan Walter Lippman (1922) stereotipleri “kafamızdaki küçük resimler” olarak değerlendirmiştir. Stereotip, Aronson ve arkadaşları tarafından “aralarındaki farkları göz önüne almaksızın bir grubun hemen hemen bütün üyelerine aynı karakteristik özellikleri atfederek bir grup insan hakkında genelleştirme yapmaktır.” şeklinde tanımlanmıştır (Aronson-Wilson-Akert 2012: 752). Myers’e göre stereotip, “belirli bir gruptaki insanları diğer insanlardan ayıran genellemelerdir” (1987: 483) Taylor ve arkadaşlarına göre ise stereotip “belirli bir grup ya da toplumsal kategorideki insanlar tarafından paylaşılan özelliklere ilişkin inançlardır.” (Taylor, Peplau, Sears 2007: 179) Hortaçsu da stereotiplerin bir inanç olduğuna vurgu yaparak stereotipleri “bir toplumsal gruba (cinsiyet grubu, azınlık grubu, etnik grup, yaşlı, çocuk, Mülkiyeli, Bilkentli) ilişkin inançlardır.” şeklinde tanımlamıştır (1998: 229).

      Stereotipler bilişseldir. Bunlar grup üyelerinin en yaygın özelliklerine ilişkin inançlardır. Stereotiplerin doğruluk payı olmakla birlikte bunlar tümüyle gerçeği yansıtmayabilir (Taylor, Peplau, Sears 2007: 179; Hortaçsu 1998: 229). İçinde bulunduğumuz kültür, çevremizde gördüğümüz şeyleri bizim için önceden anlamlandırır. Bu bağlamda, yarısı sosyal çevreden diğer yarısı ise kişinin kendisi tarafından oluşturulan stereotipler aslî gerçeklikleri değil, olmasını istediğimiz veya olduğuna inandığımız şekilde yapılanırlar (Yapıcı 2004: 10) Bu bakımdan stereotipler yanlı bilgiler içerdiği için nesnel olmak yerine, “öteki” hakkında yapılacak objektif değerlendirmeleri engelleyen kör noktalar olarak kabul edilir (Yapıcı 2004: 12).

      Stereotipler doğrudan edinilmiş deneyimlerden çok, kulaktan

Скачать книгу