Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik. Cemile Kınacı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik - Cemile Kınacı страница 17

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik - Cemile Kınacı

Скачать книгу

anlamak, onların tabi oldukları toplumsal değerlerin ve yaptırımların haritasını çıkarmakla mümkündür. Bir grubun kimliği, o grubun bazı değerlere göre algılanması ve tanımlanması anlamına gelir. Kimlik, o grubu tanımlayan bu değerlerin korunmasıyla doğru orantılı olarak sürdürülebilir. Değerlerin yitirilmesi durumundaysa, kimliğin zayıflayarak diğer kimliklere asimile olma durumu söz konusu olabilir. Bireyler davranış kalıplarını ilişkide bulunulan etnik gruptan etkilenerek oluşturabildiği gibi bundan bağımsız objektif bir şekilde de oluşturabilmektedir. Bu nedenle, günlük hayatın rutini kimliklerimizin nasıl kurgulanacağını bize dikte eder (Barth 2001: 61-62).

      Kimlikle ilgili bütün bu bilgiler ışığında kimliğin sosyal ve kültürel boyutunun birbirinden ayrılamayacağı ve bu kimliklerin iç içe geçmiş bir yapıya sahip oldukları görülmektedir. Dolayısıyla sosyal kimlik kuramının ışığında, Kazak Sovyet devri romanlarındaki stereotipler ve önyargılar gibi konular değerlendirilirken, bununla birlikte kimliğin büyük ölçüde kültür aracılığıyla kurgulandığından hareketle, kimliğe kültürel kimlik perspektifinden bakmak da mümkündür. Kültürel kimlik ortaya konulurken Fredrik Barth ve Andreas Wimmer’in yaklaşımları esas alınarak Kazak Sovyet devri romanlarında yer alan etnisiteler arasındaki “etnik sınırlar” da değerlendirilebilir. Smith’in belirttiği gibi bireylerin iradelerinden bağımsız olarak varlığını sürdüren hatta onlara birtakım mecburiyetler dayattığı görülen “kültürün nesnel yapıcıları”nı veya ayırt edicilik vasfını tarif etmek için dil, din ve gelenek gibi kültürel unsurlar kullanılarak bu sınırlar keşfedilebilir (Smith 2009: 45).

      2. Bölüm

      Kazak Edebiyatının Tarihî ve Sosyo-Kültürel Arka Planı

      Kazak Edebiyatının Tarihî Arka Planı

      Türkistan olarak adlandırılan bölge şu sınırlardan meydana gelir: Güneyden Gürgan Nehri, Horasan Dağları, Küpet Dağı, Kuhi Baba (Kara Dağ), Mezdûran, Topçak ve Ak Dağ dağları, Hindukûş sırtları, Mustağ-Künlün Sıradağları; doğudan, Doğu Türkistan’ın doğu sınırları, Sucav civarında 98°50’ kuzey paralelinden Moğol Altayında Burucan geçidi, 93-50 kuzey paraleli ve 40°50’ doğu meridyeni noktası; kuzeyden Cungarya ve Kazakistan’ın kuzey sınırlarını meydana getiren İrtiş Havzası ve Aral-İrtiş su ayrımı hattının kuzey yamaçları; batıdan Güney Ural Dağı, Yayık nehri, İdil’in denize döküldüğü yer olan Bökey Orda ve Hazar Deniziyle çevrilidir (Togan 1981: 1).

      Bugün Türkistan’ın daha çok “Doğu Türkistan” diye bilinen ve çoğunlukla Uygur Türklerinin yaşadığı kısmı hâlen Çin idaresi altındadır. Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan cumhuriyetlerinin bulunduğu ve toplu olarak Batı Türkistan diyebileceğimiz kısmı ise, önce 1730’lardan itibaren Çarlık Rusyası’nın idaresi altına girmiş, sonra da SSCB sınırları içinde kalmıştır. Rus Çarlığı’nın işgalinden sonra Batı Türkistan topraklarının bir bölümü, Türkistan Genel Valiliği’ni meydana getiren, eski dönemlerdeki Buhara ve Hive Hanlıklarına, diğer bölümü de Rus idarî taksimatında Sahra Vilâyetleri (stepnıe oblasti) olarak bilinen Kazakistan’a aittir (Togan 1981: 1).

      Çingizliler, 1221’de Harzemşahlar’ın başkenti Gürgenç’i zaptedip 13. yüzyıl başlarında bu devlete son verdiler. Türkistan, bundan sonra Çingiz Türk-Moğol imparatorluğu içinde Çağatay Ulusu’nun eline geçti. Çağatay Ulusu 13.-14. yüzyıllarda hâkimiyet sürdü. 1370 yılında Timur (1336-1405), Çağatay Devleti’ne son verdi. Timur, Türk Barlas boyu Beyi Taragay’ın oğlu idi. O, Türkistan’da askerî bir lider ve devlet adamı olarak 1370-1404 yılları arasında geçen otuz iki yıllık süreçte doğuda Altay Dağları’na, batıda Karadeniz ve Akdeniz’e, güneyde İndus’a kadar uzanan güçlü bir imparatorluk kurdu. Timur Devleti, genel Türk tarihinin kaderinin değişmesinde önemli bir rol oynadı. Timur Devleti, Cengiz Hanın oğlu Cocı’nın soyundan gelen hanlar tarafından kurulan, Çağdaş Türk Dünyası tarihinin kilit noktasında yer alan Altın Orda Hanlığı’nın tarih sahnesinden silinmesinde önemli bir rol oynadı. Timur, önceleri kendisine sadık olan ve destekleyerek İdil boyundaki Altın Orda tahtına oturttuğu Toktamış Han ile arası bozulunca Altın Orda’ya düzenlediği seferler sonucunda Toktamış Han’ı yendi ve Altın Orda’yı güçsüz bıraktı. Altın Orda Hanlığı’nda Toktamış öncesinde olduğu gibi taht kavgaları baş gösterdi. Taht kavgaları sonucunda zayıflayan Altın Orda parçalanmak zorunda kaldı (Hayit 1995: 1-3). Altın Orda Devleti’nin topraklarında ayrı ayrı hanlıklar kuruldu. Bu hanlıklar: Kazan Hanlığı, Kırım Hanlığı, Sibir Hanlığı, Astarhan Hanlığı, Kasım Hanlığı ve Nogay Ordası idi.

      Altın Orda Hanlığı’nın parçalanması ile Altın Orda’ya tâbi olan Moskova Knezliği serbest kaldı ve giderek güçlenmeye başladı. Rus Devleti üç farklı siyasî geleneği bir araya getirerek hızla şekillendi: Moskova derebeylik sistemi, Altın Orda devlet teşkilatı ve Bizans’ın imparator-papalığı. Altın Orda’nın sistemli devlet teşkilatı Rus knezlerinin önünde önemli bir örnek teşkil etti. Özellikle de Moskova Knezliği’ndeki devlet fikri, devlet idare şekli ve knezlerin hükümdarlık anlayışları Altın Orda sisteminin izlerini taşıyordu. Böylece üç gelenek üzerinde şekillenen Rusya, 16. yüzyılın ortalarında olgunluğuna erişti (Kurat 2010: 137; D’encausse 2003: 55). IV. İvan’ın (Korkunç İvan) 1533’te Çar unvanını almasının ardından, ilerleyen süreçte Türklerin amansız düşmanı olacak Rus Çarlığı dönemi de başlamış oldu. Ruslar, önlerinde güçlü bir set olarak duran Altın Orda Hanlığı’nın yıkılışının ardından Doğu’ya yöneldi. 1552’de Kazan Hanlığı, ardından da 1556’da Astrahan Hanlığı Rusya hâkimiyetine girdi. Ruslar bu şekilde İdil ve Yayık nehirlerine, dolayısıyla da Hazar Denizi’ne ulaşmış oldu. Rusların Doğu’ya doğru yayılmaları bundan sonra daha da kolaylaştı (Hayit 1995: 42).

      Altın Orda dağıldıktan sonra ortaya çıkan bir diğer hanlık Kırım Hanlığı idi. Kırım Hanlığı’nın ömrü, Altın Orda dağıldıktan sonra kurulan diğer hanlıklara göre daha uzun oldu. Kırım Hanı Mengli Giray, 1475 yılında Osmanlı’ya bağlılığını bildirdi ve böylece Kırım Hanlığı Osmanlı’ya bağlandı. Bu bağlılık 1769-1774 Türk-Rus savaşı sonucunda imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar sürdü. Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım Hanlığı üzerindeki Osmanlı himayesi sona erdi. Kırım, önce Rusların kukla hanları tahta çıkarmayı amaçladığı ve devamlı iç çatışmaları körüklediği bir alan hâline geldi. Akabinde de 1783 yılında Çariçe II. Yekaterina yayınladığı bir manifesto ile Kırım Hanlığı’nın ortadan kalktığını ve Kırım topraklarının Rusya hâkimiyetine girdiğini ilan etti (Kırımlı 1996: 5-6). Böylece Kırım Hanlığı da Osmanlı ile 300 yıl süren güçlü bir birlikteliğin ardından da olsa Rus Çarlığı’nın istilasından kurtulamadı. Bununla birlikte Rus Çarlığı’nın doğrudan hâkimiyeti altına almadığı ama kukla hanlarla idare etmeyi yeğlediği ve stratejik öneme sahip hanlıklar da vardı. Bunlardan biri, yine Altın Orda’nın yıkılmasından sonra ortaya çıkan Kasım Hanlığı idi. Kasım Hanlığı, Altın Orda’nın hanlarından olan ve sonradan Kazan Hanlığı’nı kuran Uluğ Muhammed tarafından Oka Irmağı havzasında 1445 yılında kuruldu. Bu hanlık, 239 yıl kadar yaşayarak 1681 yılına kadar varlığını sürdürdü. Rusya, Kazan ve Astrahan’ı işgal etmesine rağmen Kasım Hanlığı’na dokunmadı ve hanlık siyasî varlığını devam ettirdi. Uluğ Muhammed Kasım Hanlığı’nı, Rusya’yı sürekli denetim altında tutmak,

Скачать книгу