Özbek Edebiyatı Yazıları. Karakaş Şuayip

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Özbek Edebiyatı Yazıları - Karakaş Şuayip страница 25

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Özbek Edebiyatı Yazıları - Karakaş Şuayip

Скачать книгу

görüp ibret aldığına ve aktörlerin de birer “tabîb-i hâzık” olduklarına dair kısa bir konuşma yapmıştır. Oyun büyük alâka görmüş, salon tamamen dolmuş, müşterilerin önemli bir kısmı da kapıdan geri dönmek mecburiyetinde kalmıştır (Rızayev, 1997: 63-64; Sâdıkov, 2000: 278).

      Pederküş piyesinin Semerkand ve Taşkent’te olağanüstü başarı kazanması, başka şehirlerdeki gençleri de gayrete getirmiş, onlar da kendi tiyatro gruplarını kurmak üzere harekete geçmiştir. Ayrıca maddî imkânsızlıktan kıvranan ve hatta kapanan Usûl-i Cedit mekteplerinin ihtiyacı olan meblâğı temin için bu faaliyetler bir zarûret hâline gelmiştir (Rızayev, 1997: 84).

      Ceditçilerle Kadimciler arasındaki kavga, Cedit mekteplerinden sonra tiyatro meselesinde de şiddetli bir hâl almıştır. Kadimcilerin tiyatroya karşı tavır almaları, bu sanatın gelişmesinde problemler ortaya çıkarmıştır. Din adamları ve dinî ilimlerle meşgûl olanlardan meydana gelen Kadimciler, modern tiyatro faaliyetlerini, eski temâşâ sanatı gibi “masharabazlık” olarak değerlendirmişlerdir. Ceditçilerin tiyatro çalışmaları, halktan büyük bir takdir görmesine mukabil Kadimcilerle hükûmet memurları tarafından hoş karşılanmamış ve hatta Ceditçilere, Behbûdî Efendi’nin eserine izafeten “Pederküşler (= Baba katilleri), “Masharaçılar” gibi adlar verilmiş; halk arasında, “Pederküşler, hükûmet tarafından tutuklanıyormuş” şeklinde dedikodular yayılmıştır. Namangen’de Abdilkâdirhoca adlı bir zengin, halkı gençler aleyhine tahrik etmiş, tiyatro ile meşgûl olanlara bakkal ve diğer esnafın hiçbir şey satmaması ve berberlerin onları tıraş etmemeleri için faaliyetlerde bulunmuştur. Buna benzer karşı hareketler, Taşkent’te de cereyan etmiştir. Turan tiyatro topluluğunun 27 Şubat 1914 tarihinde Taşkent’teki temsili, Kadimcilerin tepkileriyle karşılaşmış, diğer şehirlerde de buna benzer tepkiler meydana gelmiştir.49

      Behbûdî Efendi, ilk piyesi hem yazmanın, hem de sahneye koymanın yanı sıra, tiyatro sanatını Türkistan’da ilk defa tetkik eden kişi olarak da tanınmaktadır. 1914 yılında, Ayna dergisinin 29. sayısında yayımladığı “Teyatr Nedür?” adlı yazısı, Cedit tiyatrosu ve drama estetiğini öğrenmek bakımından önemlidir. Daha önce çeşitli gazete ve dergilerde tiyatro hakkında yazılar neşredilmiş, fakat tiyatronun ne olduğunu ve fonksiyonunu ilk defa Behbûdî Efendi, bu yazısında söz konusu etmiştir.

      Behbûdî Efendi, Cedit tiyatrosunun asıl mahiyetini, “ibretnâme” sözüyle hülâsa ederek “va’zhâne, ta’zîr-i edebî, ayna” gibi sıfatlarla tarif etmekte ve “terakkî etmenin en birinci sebebi, tiyatrodur” demektedir. Behbûdî Efendi, tiyatronun, “kabih” âdetleri terk ettirerek “yahşılıkni ziyâde” edici “uluğlar mektebi” olduğunu düşünmekte ve milletin menfaatine olan hizmetinden söz etmektedir. Tiyatro oyunculuğunun önemine de temas eden yazar, bir “muallim-i ahlâk” olarak gördüğü aktörün,”kibar ve muhterem sınflar katârında’’ bir mevkie sahip bulunduğunu bildirmektedir. Buna mukabil Müderris Seyidahmed Vasliy, 1914 yılında Sadâ-yı Fergana gazetesinin 83. sayısında neşredilen “Şeriat-ı İslâmiye” adlı yazısında, tiyatronun “her nev’ oyın ve lu’biyyâtlar” gibi “haram” olduğunu bildirmiştir (Rızayev, 1997: 96-97).

      Behbûdî Efendi, bu “Şeriat-ı İslâmiye” yazısına, 1915 yılında, Ayna dergisinin 5. sayısında, “Teyatr, Musika, Şe’r” adlı yazısıyla cevap vermiştir. Bu cevap yazısında, haram denilen bazı oyunların, “şer’an lâzım ve sevâb” olduğunu bildirir: “Teyatr dürüst, belki va’z ve maslahat, ammege yetişli sözlerden bahs bolgeni üçün sevâb bolur… Medâhili (= gelirleri) millî ve dinî ehtiyaclara sarf bolur.” Aynı yazıda devamla şöyle denilmektedir: “Bizçe teyatr oyın emes. Belki meclis-i va’z ve dershâne-i ibret-dür. Teyatr bir âyinedür ki, cemiyetge âid bolgen nâkıs u âdetlerni mücessem körsetür. Bâis- i terbiye ve sebeb-i teâmil ü ıslâh bolur.” (Rızayev, 1997: 98-99).

      Pederküş piyesinin halktan alâka görmesi üzerine, Türkistan şehirlerinde yeni tiyatro toplulukları teşkil olunmuş, devrin kalem sahipleri tarafından kısa zaman içinde birçok tiyatro eseri yazılmıştır. Behbûdî Efendi’den sonra Abdurrauf Samedov (Şehîdî) Mahremler, Hacı Muin – Nusretullah Kudretullah Toy, Hacı Muin Bay ile Hizmetkâr, Köknarı, Mazlûme Hatın, Cüvanbazlik Kurbanı, Eski Mekleb – Yeŋi Mekteb ve Kâzı ile Muallim, Nusretullah Kudretullah Keŋeş Meclisi, Abdullah Bedri Cüvanmerg ve Ahmak, Hamza Hekimzâde Niyazi Zeherli Hayat, İlm Hidâyeti ve Mulla Narmuhammed Damleniŋ Küfr Hatâsı, Abdullah Kâdirî Bahtsız Küyav, Abdullah Avlânî Advokatlik Asanmı, Pinek ve Biz ve Siz, Gulam Zaferi Bahtsız Şâgird, Abdülhamid Süleyman Çolpan Bay, Abdurrauf Fıtrat Begican, Mevlid-i Şerif ve Ebâ Müslim, Hurşid Bezârı, Ârif ile Ma’rûf ve Kara Hatın piyeslerini yazmışlardır. Adı bilinmeyen yazarlar tarafından da Ahmed Parina, Eski Mektebler Hâli ve Eşigide Kanlı Köz Yaşlarımız gibi millî drama eserleri kaleme alınmıştır (Rızayev, 1997: 129).

* **

      Üç perde dört sahneden ibaret olan Pederküş piyesi, muhtevası itibariyle Ceditçilerin eğitim hakkındaki görüşlerini aksettirmektedir. Hayatın bütün cephelerine ilgi gösteren Ceditçilik hareketi, bilindiği gibi önce eğitimde yenilik hareketi olarak doğmuştur. Çünkü bu hareketi şuurlu bir şekilde ortaya koyan ve bütün Türk dünyasına teşmil eden Kırımlı İsmail Gaspıralı’dan başlayarak bütün Ceditçiler, Türk ve İslâm âleminin Hıristiyan âlemi karşısındaki perişanlığını daima eğitimsizlik ve cehaletle izah etmişlerdir. İslâm âlemi, zaman içersinde kendisini yenileyemeyen eski eğitim kurumları sebebiyle çağın gerisinde kalmış ve Osmanlı ülkesi dışında tamamı Hıristiyan âleminin işgâline uğrayarak sömürge hâline gelmiştir. İşgâlden ve sömürge olmaktan kurtulmanın tek çaresi, eski eğitim kurumlarını ıslah etmek, yeni eğitim kurumları açmak ve genç nesilleri, yeni eğitim programlarına göre tanzim edilmiş okullarda, çağın gerektirdiği bilgilere sahip insanlar olarak yetiştirmektir, yani cehaletin karanlığından ilmin aydınlığa çıkmaktır. Behbûdî Efendi’nin bu maksatla Türkistan’da yeni mektepler açtığı, yeni bilgileri ihtiva eden ders kitapları yazdığı ve gazete ve dergilerde yine aynı maksatla yazılar kaleme aldığı bilinmektedir.

      Ceditçiler, eğitimci olarak kendilerine sadece genç nesli değil, bilâkis gençlerle beraber toplumun bütün kesimlerini hedef seçmişler, bütün herkesi dünyadan ve yeni hayat tarzından haberdar etmeye çalışmışlardır. Onların dergi ve gazetecilik faaliyetleri ve hatta dil, muhteva ve estetik yönünden Türkiye’deki Millî edebiyat cereyanıyla hemen aynı prensipleri benimseyen yeni bir edebiyat kurma gayretleri, hep aynı maksada hizmet eden çalışmalar olarak değerlendirilmelidir.

      Ceditçi aydınların başka bir önemli özelliği de, 19. yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’de faaliyet gösteren Tanzimat’ın birinci nesil aydınlarına benzemeleridir. Birinci nesil Tanzimat aydınları da Türkiye’de topluma hitap eden bir edebiyat kurmaya çalışmışlar, bu yönde eserler vermişlerdir. Onların toplum karşısındaki tavrı ile Ceditçilerin tavrı arasında, tam bir benzerlik bulunmaktadır. Ancak Ceditçiler, yaşadıkları devrin siyasî şartları sebebiyle halka ulaşabilmek bakımından daha çok Millî edebiyat dönemi şair ve yazarlarına benzemektedirler.

      Halka yeni bilgiler ve değerler kazandırma iddiasını taşıyan Ceditçiler, ideallerini gerçekleştirmek için çok yeni olmasına

Скачать книгу


<p>49</p>

Şühret RIZAYEV, age., s. 93-94; Abdullah Avlânî, Kadimcilerin aleyhte propaganda yaparken Ceditçilerin “münafık, müfsid, zındık, dehrî” olduklarına dair dedikodular çıkardıklarını, bu durumun da aradaki husûmeti artırdığını bildirmektedir. (“Tercime-i Hâlim”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, Taşkent, 1993, s. 109.); Ahmed ALÎYEV de 3 Ocak 1914 günü Semerkand’da Uluğbey Medresesi Mescidi’ndeki Cuma namazından sonra, binlerce kişinin huzurunda “Ceditçilerin ve çocuklarını Cedit mekteplerine gönderenlerin kendilerinin kâfir, hanımlarının da boş” olduğunun Kadimciler tarafından ilân edildiğini yazmaktadır. (Mahmudhoca Behbudiy, Taşkent, 1994, s. 6.).